Evliyânın büyüklerinden. Hüseyn Vâ’iz-i Kâşifî’nin oğludur. İsmi, Ali bin Hüseyn Vâ’iz bin Ali Kâşifi olup, lakabı Safiyyüddîn ve Fahrüddîn’dir. Safî adı ile meşhûrdur. Mevlânâ Safiyyüddîn diye de tanınır. Kaynak eserlerde, hâl tercümesi hakkında teferruatlı ma’lûmât bulunamıyan Mevlânâ Safî, Sa’düddîn-i Kaşgârî hazretlerinin büyük oğlu Hâce Gîylân’ın dâmâdı, Mevlânâ Abdürrahmân Câmî’nin de bacanağı idi. 867 (m. 1462) senesinde Hirat’da doğdu. 939 (m. 1533) senesinde orada vefât etti.
Mevlânâ Safî’nin babası Hüseyn Vâ’iz (r.a.), Hirat’ta vâ’iz idi. Mevlânâ Safî, ilk tahsilini babasının huzûrunda yaptı. Ehl-i sünnet âlimlerinin en büyüklerinden olan Hâce Ubeydüllah-i Ahrâr hazretlerinden feyz alarak tasavvuf yolunda ilerledi. O büyük zâtı ziyâret etmek için, Hirat’tan Semerkand’a gelirdi. Bir seferinde Hâce hazretlerinin yanında dört sene kaldı.
Babasının 910 (m. 1504) senesinde vefât etmesinden sonra, onun yerine geçip, Hirat Câmii’nde va’z vermeye başladı. Uzun müddet bu vazîfeye devam etti. Birçok eser yazdı. Fârisî eserleri arasında Reşehât kitabı çok kıymetlidir. Arabîye ve Üçüncü Murâd Hân zamanında 993 (m. 1585) yılında, Muhammed Şerîf-i Abbasî tarafından Türkçeye tercüme edilmiştir. Türkçesi çeşitli târihlerde basılmıştır. 1291 (m. 1874) senesinde İstanbul’da yapılan taşbasması harekeli olup, sonunda Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî’nin Arabî “İrâde-i cüz’iyye” kitabı ve kenarında, yine Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî’nin “Rabıta” risalesinin Arabîsi ve ayrıca Türkçesi ve yine onun “Âdâb-ı tarikat” risalesinin Türkçesi ve Fârisî “Silsile-i âliyye”si ve ayrıca İsmâil Hakkı Bursevî’nin “Huccet-ül-bâliga” risalesi ve “Hatm-i Hâcegân” ve Niyâzî Mısrî’nin “Suâl-cevap” risalesi ve Şeyh Sâdık Efendi’nin “Abdestin âdabı” ve “İnsan-ı, kâmil” ve Edirne müftîsi Feyzi Efendi’nin “Ayn-ül-hakîka” adındaki çok kıymetli kitapları ve hazret-i Ali’nin “radıyallahü anh” kırk sözü ve tercümeleri vardır. Reşehât tercümesinin bu baskısı bir hazînedir. Eline geçip okuyan, dünyânın en talihli insanlarından sayılmaktadır. Zâhir ve bâtın ilimlerinde kâmil ve dört mezhebin fıkıh bilgilerinde mâhir olan Abdühakîm Efendi; “Reşehât okumak, insanın ihlâsını arttır.” buyurdu. Reşehât’tan başka; Mahmûd-u Ayaz, Letâif-üt-tavâif, Hırz-ül-emân ve Enîs-ül-ârifîn isimli eserleri de zikredilmekte ise de, son iki eserin ona âit olmadığı da bildirilmiştir.
Reşehât ayn-ül-hayât kitabından ba’zı kısımlar: “Dâima Allah adamları ile beraber olmak, onların sohbetlerinde bulunmak, aklın ziyâdeliğine sebeptir.”
“Tasavvuf yoluna taklid ile girenler sonunda mutlaka tahkîke (hakîkate) kavuşur.”
“Evliyânın mübârek sözleri, Muhammed aleyhisselâmın peygamberlik hakîkatinden yayılmış olan nûrlardır. Kur’ân-ı kerîme ve hadîs-i şerîflere ta’zim ve hürmet lâzım olduğu gibi, evliyânın sözlerine de edeb ve hürmet ile ta’zim etmek lâzımdır.”
“Bir kimse, evvelki ve sonraki ilimleri tahsil etmiş olsa, son nefesinde o ilim o kimseye yardımcı olmayıp, bütün malûmat, hafızasından idrâkinden gider. Yiğitlik ve ganîmet odur ki, hiç olmazsa hergün bir miktar, bir köşeye oturup, Allahü teâlâyı tefekkür etmek, O’nu zikretmek lâzımdır. Allahü teâlânın zikri, kalbde meleke hâline gelmelidir ki, son nefeste O’nu hatırlasın ve o zamanki sıkıntıdan kurtulsun.”
“İnsanlar ihmalkârlık ve tenbelliklerinden dolayı; (yarın şu hayırlı işi işliyelim) derler. Düşünmezler ki, bugün, dünkü günün yarınıdır. Bugün ne işlediler ki, yarın ne işliyecekler?” “Tasavvuf yolu ve bu yolun büyükleri o kadar kıymetlidirler ki, bunlara tâbi ve talebe olan dervişlerden birinin ismi bir duvarda yazılı olsa, o duvarın yanından, ceketini düğmeliyerek ve edebte geçmek lâzımdır.”
“Kişinin kıymeti, tasavvuf yolunun yüksek hakîkatlerini anladığı kadardır.”
“Dil gönlün, gönül rûhun, rûh insanın hakîkatinin, insanın hakîkati ise Hak teâlânın aynasıdır.”
“Sözün güzeli odur ki, dinleyen, o sözün güzelliği ile kendinden geçer. Böylesine güzel söz de, Allahü teâlânın velî kullarının sözleridir.”
“Her ân Allahü teâlâyı hatırlamak ve anmak bir kazma gibidir ki, o kazma ile gönül yolunda bulunan dikenlerin (kalbe gelen lüzumsuz ve uygunsuz düşüncelerin) kökünü kazırlar. Böylece bu yolda ilerlemek için mâni kalmaz.”
“İbâdet; emredilenlerle amel edip yasak edilenlerden sakınmaktan ibârettir.”
“İnsanı Allahü teâlâdan uzaklaştıran perdelerin en zararlısı, dünyâ düşüncelerinin kalbe yerleşmesidir. Bu düşünceler, kötü arkadaşlardan ve lüzumsuz şeyler seyretmekten hâsıl olur. Çok uğraşarak, bunları kalbden çıkarmalıdır. Fâidesiz kitap okumak, lüzumsuz şeyler konuşmak, bu düşünceleri arttırır. Kadın ve kadın resimlerine şehvetle bakmak, şarkı, çalgı dinlemek, bu düşünceleri kalbde yerleştirir. Bunların hepsi insanı Allahü teâlâdan uzaklaştırır. Kalbin hasta olması, Allahü teâlâyı unutmasıdır. Allahü teâlâya kavuşmak istiyenlerin, bunlardan sakınması, hayâli arttıran herşeyden kaçınması lâzımdır. Allahü teâlânın âdeti şöyledir ki, çalışmıyan sıkıntıya katlanmıyan, zevklerini, şehvetlerini bırakmıyanlara bu ni’meti ihsân etmez.”
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Kâmûs-ül-a’lâm cild-4, sh. 3182
2) Esmâ-ül-müellifîn cild-1, sh. 743
3) Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye sh. 984, 1106
4) Keşf-üz-zünûn sh. 903
5) Reşehât-ayn-ül-hayât