Kuzey Afrika’da yetişen evliyânın büyüklerinden. Kaynaklarda doğum ve ölüm târihleri ve yerleri bildirilmemektedir. Fakat hicrî dokuzuncu asırda yaşadığı bilinmektedir. Büyük velîlerden olduğuna pekçok âlim şehâdet etmiştir. Evliyânın büyüklerinden olan Vaglisiyye ve Kasîde-i Bürde şarihi, pekçok kıymetli eserin sahibi Abdürrahmân Sebbâg, Yahyâ İdilî’nin kutub denilen büyük evliyâdan olduğunu bildirmiştir. Onun fıkıh ve ahlâk ilimlerinde yüksek mertebede olduğuna şehâdet etmiştir.
Kerâmetleri: Bir mescid yapılacaktı. Mescidin kıblesini ta’yin ederken ihtilâf edildi. Ba’zı insanlar kıblenin bir yöne; ba’zıları da başka yönde olduğunu söylediler. Bunun üzerine Yahyâ İdilî, kıble tarafında bulunan dağa “Alçal!” diye seslenince, dağ alçaldı ve Kâ’be-i muazzama gözüktü. Orada bulunanların hepsi, Kâ’be-i muazzamayı gördüler.
Şeyh Zerrûk, Yahyâ Îdilî’ye çok hürmet ederdi. Çünkü bâtın (tasavvuf) ilmini ondan almış idi. Birgün bir kelimenin harfleri hakkında ihtilâf edildi. Hemzeli mi, yoksa hemzesiz mi olacak diye Yahyâ İdilî’ye sordular. O da hem-zeli olacak, dedi. Şeyh Zerrûk’un içinde az bir şüphe olup, böyle olduğuna tam kanâat getirememişti. Yahyâ İdilî. Şeyh Zerrûk’un başını okşayarak; “İşte Levh-i mahfûz, bak!” dedi. Allahü teâlâ, Zerrûk’un gözünden perdeyi kaldırdı ve Levh-i mahfûzu gördü. Yahyâ Îdilî’nin buyurduğu gibi idi.
Büyük âlim Tevâtî, talebelerinden birini zeytinyağı getirmesi için Yahyâ İdilî’ye gönderdi. Yahyâ İdilî, gelen talebeye bir miktar zeytinyağı verdi. “Hocanız Tevâtî’nin yanına varıncaya kadar kimseye birşey söylemeden götürünüz” dedi. Talebe, yolda ba’zı arkadaşlarına rastladı. Onlar o talebeye hâl hatır sordular. O da Yahyâ İdilî’nin sözünü unutarak onlarla konuştu. Becâye’ye geldiğinde bir de baktılar ki, kapların içinde sâdece zeytin kabukları var. Mes’eleyi hocaları Tevâti’ye anlattılar. Tevâti onlara; “Eğer tenbîhe uyup, sussaydınız, arkadaşlarımzla yolda konuşmasaydınız böyle olmazdı. Emre muhalefet ettiniz, böyle oldu” dedi.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Ta’rîf-ül-halef sh. 595