Şafiî mezhebi fıkıh âlimlerinden ve evliyânın büyüklerinden. Seyyid olup. Hazreti Hüseyn soyundandır. Mübârek silsilesi şüyledir: Ebû Bekr bin Muhammed bin Abdülmü’min bin Hurîz bin Muallâ bin Mûsâ bin Hariz bin Sa’îd bin Dâvûd bin Kâsım bin Ali bin Alevî bin Nâşib bin Cevher bin Ali bin Ebi’l-Kâsım bin Sâlim bin Abdullah bin Ömer bin Mûsâ bin Yahyâ bin Ali Aşgar bin Muhammed Takî bin Hasen Askerî bin Ali Askerî bin Muhammed Cevâd bin Ali Rızâ bin Mûsâ Kâzım bin Ca’fer-i Sâdık bin Muhammed Bâkır bin Zeynel’âbidîn Ali bin Hüseyn bin Ali bin Ebî Talib (radıyallahü anhüm). Künyesi Ebû Bekr ve lakabı Takıyyüddîn’dir. Takıyyüddîn Hısnî diye tanınır. Havran köylerinden Hısn beldesinde doğup yetiştiği için Hısnî, seyyid olup, Hazreti Hüseyn’in soyundan olduğu için Hüseynî, sonra Dımeşk’a yerleştiği için de Dımeşkî diye nisbet edilmiştir. 752 (m. 1351) senesinde Hısn’da doğdu. 829 (m. 1426) senesi Cemâzil-âhır ayının ortalarında, bir Çarşamba gecesi Dımeşk’da vefât etti. Cenâze namazına çok kalabalık bir cemâat katıldı. Cenâze namazını kardeşinin oğlu Şemsüddîn kıldırdı. Tabutu, o zamandaki büyük zâtların omuzlarında taşındı. Dımeşk’in dışında bulunan Kubeybât’ta Kerîmüddîn Câmii’nin yanına defnedildi.
Zamanında bulunan büyük zâtların derslerine devam ederek yetişen Takıyyüddîn Hısnî (r.a.); Şerîşî, Zehri, İbn-ül-Câbî, Sarahdî, Şerefüddîn-i Gazzî, İbn-i Ganûm, İbn-i Mektûm, Sadrüddîn Yâsûfi, İzzeddîn Abdüsselâm el-Kudsî gibi âlimlerden ilim öğrendi.
İlim tahsîlini tamamladıktan sonra, talebelere ders okutmaya başlayan Takıyyüddîn Hısnî, dînimizin emirlerine son derece bağlı, olgun, yüksek bir velî idi. Verdiği sözü mutlaka yerine getirirdi. İlim öğretmekteki gayreti pekçok idi. Talebeleri bir araya toplayıp, onlara ders verirdi.
Dünyâ ni’metlerine düşkün olmayan, zühd sahibi bir zât idi. Her ân Allahü teâlâya yönelmiş vaziyette bulunurdu. Her hareketinin İslâmın emirlerine uygun olmasına çok dikkat ve gayret ederdi. Herkesin i’timâd ve sevgisini kazanmış idi. Devamlı olarak emri ma’rûf ve nehyi münker yapardı. Gayet mütevâzî, alçak gönüllü, ince rûhlu ve temiz kalbli bir zât idi. Talebeleriyle birlikte gezmeye çıkardı. Çok az konuşurdu. Vekar ve heybet sahibi idi. Lüzumu hâlinde kadılar ve devlet adamlarını dahî ikâz eder, onlar da onun ikâzlarını dikkate alırlardı.
Kul hakkına çok ehemmiyet verir, bilhassa talebelerini ve arkadaşlarını gözetirdi Başta aile efradı, talebeleri ve yakın akrabası olmak üzere, herkese karşı merhamet, iyilik, ikram ve ihsân sahibi, eli açık, cömert bir zât idi.
Bâb-üs-sagîr’de bir imâret yaptırmak için inşâata başladığında, herkes ona yardımcı oldu. Kısa zamanda bitirilen bu inşâat, onun zamanında ve daha sonra gelen zamanlarda bir ilim merkezi oldu.
İmâm-ül-allâme ve Sûfî-yi Ârif-i billâh diye tanınırdı ki, âlimlerin yükseği, önderi ve Allahü teâlâyı tanıyan tasavvuf büyüğü demektir.
Menkıbe ve kerâmetleri pekçoktur Takıyyüddîn Ebû Bekr el-Hısnî hazretlerinin zamanında, İslâm askeri Kıbrıs adasını fethe gitmişti. Savaş başladı. Müslüman askerler, adanın yabancısı oldukları ve adayı iyi tanımadıkları için çok zayiat veriyorlardı. Harbe katılan askerler arasında, Takıyyüddîn hazretlerinin talebelerinden birkaçı da vardı. Bu asker talebeler, bir akşam bir araya gelerek, hep birlikte hocalarından yardım istediler. Sabah olduğunda düşman askerleri ile savaşırken, hocalarını da aralarında gördüler. Askerler ile birlikte düşmana karşı saldırıyordu. Nihâyet İslâm askeri harbi kazanıp, zafer ile memleketlerine döndüler.
Takıyyüddîn hazretlerinin talebelerinden harbe katılanlar, harb esnasında gördüklerini, hocalarının zaferin kazanılmasındaki üstün gayretlerini anlattılar. Harb esnasında memlekette bulunan talebeler ise hayret edip; “Nasıl olur? Hocamız bir saat bile buradan ayrılmadı” dediler. Her iki kısım talebe de hayret ettiler. Daha sonra anladılar ki, bu hâl, hocalarının bir kerâmeti idi. Hocaları Allahü teâlânın izni ile, hem memleketinde, hem de Kıbrıs adasında harbin içinde bulunmuştu. Büyüklerden, buna benzer daha nice hâdiseler nakledilmiştir.
Rivâyet edilir ki, bir sene Dımeşk’den ba’zı kimseler hacca gitmişlerdi. Medîne-i münevvereye vardıklarında, Takıyyüddîn Hısnî’yi orada gördüler. Mekke-i mükerremeye geçtiler. Orada da gördüler. Arafat’ta vakfeye durduklarında yine onu orada gördüler. Ya’nî Takıyyüddîn Hısnî, kendileriyle birlikte bütün hac vazîfelerim eda ediyordu. Onun, kendilerinden ayrı olarak hacca gelmiş olduğunu zannettiler.
Hac dönüşünde o kimseler, Takıyyüddîn hazretlerinin talebelerine gördükleri hâli anlattılar. Onlar da, hocalarının bir gün bile Dımeşk’dan ayrılmadığını, hep yanlarında bulunduğunu söylediler. Bu hâlin de, o zâtın bir kerâmeti olduğu, Allahü teâlânın izni ile, kerâmet olarak başka başka yerlerde görüldüğü anlaşıldı. Başka senelerde de aynı hâl vâki olmuştur.
Bir defasında bir şahıs, başka bir şahsa bir miktar süt satmıştı. Sütü satın alan şahıs bir hamal tutup, sütü evine götürmesini istedi. Hamal, süt tulumunu yüklenip, müşterinin evine doğru giderken, Seyyid Takıyyüddîn yolda bu hamalı gördü. Hamalın yanına varıp, süt tulumunu aldı ve bir köşeye boşalttı. Hâdiseyi merakla seyreden müşteri ve hamal, gördükleri hâl karşısında dona kaldılar. Zîrâ boşalan sütün içinden, ölü ve zehirli bir yılan çıkmıştı. Seyyid Takıyyüddîn hazretleri, kerâmet olarak bu hâli anlamış ve bunun için sütü boşaltmıştı.
Seyyid Takıyyüddîn (r.a.), ziyâretine gelenlere taze hurma ikram ederdi. Hâlbuki, her mevsimde taze hurma bulunmazdı. Bu ikrama kavuşanlar, taze hurmanın nereden geldiğini bilemezler, o zâtın bir kerâmeti olduğunu anlarlardı.
Evliyâlık yolunda çok Üstün olduğu gibi, fıkıh, hadîs ve başka ilimlerde de çok derin âlim olan Takıyyüddîn hazretleri, çok talebe yetiştirmiş, bununla beraber birçok kıymetli eser de telif etmiş olup, bunlardan ba’zılarının isimleri şöyledir. Şerhu Minhâc-üt-tâlibîn lin-Nevevî, Şerhu Muhtasar-ı Ebî Şücâ’, Telhîs-ül-mühimmât, Kavâid-ül-fıkh, Şerhu Sahîh-i Müslim, Şerh-ut-Tenbîh, Şerh-ül-Esmâ-il-husnâ, Ehvâl-il-kubûr, Te’dib-ül-kavm, Seyr-üs-Sâlik, Kam’un-nüfûs, Defuş-şübeh.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Câmi’u kerâmât-il-evliyâ cild-1, sh. 375
2) Ed-Dav-ül-lâmi’ cild-1 sh. 81
3) Şezerât-üz-zeheb cild-7, sh. 188
4) Mu’cem-ül-müellifîn cild-3, sh. 74
5) Keşf-üz-zünûn sh. 203, 487, 491, 558, 1013, 1032, 1193, 1356, 1625, 1875, 1915, 2039,