İsmi, Abdullah bin Ahmed bin Ebi’l-Hasen Ali bin Îsâ bin Muhammed bin Îsâ Muhammed bin Îsâ olup, nisbeti Semhûdî’dir. Şafiî mezhebi fıkıh âlimlerindendir. 804 (m. 1401) yılında Semhûd şehrinde doğdu. 866 (m. 1461) yılı Safer ayının 16’sında, akşam namazını kıldıktan ve Vâkıa sûresini okuduktan sonra, evinin yıkılmasıyla altında kalıp vefât etti.
Doğduğu yer olan Semhûd’da büyüdü. Kur’ân-ı kerîmi, “Minhâc” kitabını, İbn-i Mâlik’in “Elfıye” kitabını ezberledi ve bir grup âlimin huzûrunda okudu. 20 yaşına gelmeden Mısır’a gitti. Mısır’da Meydûmî’den ve babası Zekiyyüddîn’den fıkıh ilmi tahsil etti. Ebû Hüreyre bin Nakkaş ve Behâeddîn bin Kattân’ın ilim meclislerinde bulundu. Bu iki âlimin derslerinden de nasîbi olan bilgileri topladı. 836 (m. 1432) yılında Kâhire’ye geldi. Burada Kayâtî’nin derslerine devam etti. İbn-i Nakîb’ın “En-Nüket” adlı kitabının tamâmını, onun huzûrunda okudu. Kayâtî, ders okutmak ve fetvâ vermek için ona icâzet verdi. Arabî dil bilgilerini el-Maballî’den okudu. Bu derslerinde İbn-i Aldl’in kitabını mütâlâa ettiler. Daha sonra ise, fıkıh ve fıkıh usûlünü, bunun yanında başka ilimleri okuyup öğrendi. Müeyyidiyye’ye gider gelirdi. Yine el-Vânî ve başka âlimlerden de ilim aldı. Ba’zı seneler’ Mekke’ye gidip orada mücavir kaldığı zaman, Hicaz âlimleriyle görüşüp, onlardan da istifâde etti. Ebü’l-Câsım Nevîri ile buluşup, ondan ilim aldı. Mekke’de hac ibâdetini yerine getirirken, Şihâb bin Rislân ile karşılaşıp, onun ilminden de istifâde etti. Şihâb’dan, hac ibâdetine âit ba’zı mes’elelerde fetvâ vermesini, aydınlatmasını istedi. Kendisi âlim olduğu hâlde, fetvâ vermeyip, Şihâb bin Rislân’dan fetvâ istedi. Celâleddîn Bülkînî ve ondan sonra yerine geçen zâta vekâletim, memleketinde kadılık vazîfesinde bulundu. Babasıyla birlikte başka yerlerde bulunduklarında, şeyh Meydûnü” etin; ısrarlarına rağmen oralarda vazîfe almadı. Memleketi hâricinde verilen bu göreve i’tibâr etmedi. Vazife almayacağını kadıya bildirdi. Devrin âlimlerinden Kayâtî ve Münâvî de aynı şekilde kadılık vazîfesini kabûl etmediler. Hâlbuki kadılık yapmak isteyen daha başka birçok kimse vardı. Kendi hakkında bir suâl sorulsa, buna bile doğru bir cevap verecek durumu olmadığını söyleyerek özür beyân eylerdi.
Başka beldelerin insanlarının suâllerine ise, hiç cevap veremiyeceğini bildirirdi. Buna rağmen kadılığa ta’yin edilmesi üzerine, sâdece kendi memleketinde kadılık vazîfesi yaptı. Ders vererek talebe yetiştirdi. Memleketinde kadılık şartlarını iyice bilmediğini söyleyerek, 858 (m. 1454) senesinde vazîfeden; çekildi. Kâdı iken verdiği hükümlerin çoğunun, insanları anlaştırarak, aralarını bulmak olduğunu söylerdi. Allah rızâsı için uzak yerlere giderek, insanların aralarını sulh ederdi. Yine çeşitli yerlerden gelenleri misâfir eder, onların ihtiyâçlarını karşılardı. Vazifesinden ayrılıncaya kadar bu hâl üzere devam etti. Ders okutmak sûretiyle talebe yetiştirerek, evinde ibâdet ederek vakitlerini geçirirdi. Adeti olduğu üzere, dışarı pek çıkmazdı. Sâdece câmide cemâatle namaz kılmak için çıkardı. Hâttâ memleketinin çarşısı ufak olmasına rağmen, oranın durumunu bile bilmezdi.
Melik Eşref, askerleriyle Amîd’e (Diyarbakır’a) doğru giderken, o, Sâlih Câmii’nde idi. Cemâatin hepsi, Sultân’ı ve askerleri görmek için kalkıp dışarı çıktılar. O ise yerinden; hiç hareket etmedi. Böyle yapmak âdeti olup, ibâdet hâricinde başka şeylerle meşgûl olarak zamanını boşa geçirmezdi. Çok vera’ ve takvâ sahibi idi.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Ed-Dav-ül-lâmi’ cild-5, sh. 5