ÖMER MUHDÂR BİN ABDÜRRAHMÂN

Evliyânın büyüklerinden. İsmi, Ömer el-Muhdâr bin Abdürrahmân es-Sekkâf’dır. Doğum târihi bilinmemektedir. 833 (m. 1429) senesinde Terim denilen yerde, öğle namazının secdesinde iken vefât etti. Zenbil kabristanına defnedildi. Hâller ve kerâmetler sahibi olup, çok kerâmetleri görüldü. Tarla ve bahçesindeki mahsûlü korumak için bir bekçi bulundurmazdı. Kendisinden izinsiz olarak kim birşey aldı ise, hayvan olsun, insan olsun, derhâl başına bir belâ gelirdi. Bir karga gelip, ona âit olan hurma ağacına konup, hurmalardan yedi. Daha sonra da uçtu gitti. Çok geçmeden geri döndü ve orada öldü.

Talebesi anlatır: “Amcamın bir kızı vardı. Ba’zı kimseler gelip onu istediler. Fakat o, kimseyle evlenmeyi kabûl etmedi. Bu durumu gidip hocam Ömer Muhdâr’a anlattım. Buyurdu ki: “Doğrudur. O kimseyle evlenmiyecek. Ancak, seninle evlenecek ve bir oğlunuz dünyâya gelecek.” Ben fakir bir kimse olduğum için, hocamın buyurduğu evlilik işine ihtimâl vermeyip, uzak gördüm. Aradan çok geçmeden kız benimle evlenmek istedi. Onunla evlendim. Bir oğlumuz dünyâya geldi.”

Birisi gelip, hanımının zînetlerinin çalındığını Ömer Muhdâr’a bildirdi. O da; “Kim çaldı ise üç güne kadar getirsin. Yoksa ölecek” diye nidâ etmesini söyledi ve ayrıca; “Bu üç gün içinde zînetler getirilmezse, ölenin elbisesinde hanımının zînetlerini bulacaksın” buyurdu. O kişi, denileni yaptı. Üç gün sonra birisi öldü. Cebine baktıklarında zînetleri buldular.

Ömer bin Ali isminde birisi, Şahar vâlisi Abdullah bin Ahmed el-Hebî’nin zulm ettiğini Ömer Muhdâr’a söyleyip, şikâyette bulundu. O da; “İbn-ül-Hebî, Şahar’dan sırtında bir gömlekle çıkacak. Bütün malı zorla elinden alınacak, yerine Yemen’den bir başkası geçecek” buyurdu. Çok geçmeden azledildi. Bir gömlekle şehirden çıkarılıp, Aden’e sürüldü.

Çöldeki köylülerden bir grup, Ömer Muhdâr’a âit bir deveyi çalıp, üzerindeki yiyeceği gasbettiler. Ömer Muhdâr, onların reîsine haber gönderip, deveyi üzerindeki eşya ile birlikte göndermesini söyledi. Reîs deveyi gönderdi, fakat eşya ve yiyecekleri göndermedi. Bunun üzerine Ömer Muhdâr buyurdu ki: “Yiyecekleri zorla alan o kimseyi iyi ta’kib ediniz. Biz zayıf olanları değil, iyice semizleşmiş olanları keseriz. Ya’nî kötülüklere bulaşıp, başkalarına zararı çok olan ve artak cezayı hak etmiş olanlara ceza veririz. O kişi yatsı vakti öldürülür.” Aynen buyurduğu gibi oldu.

Ömer Muhdâr, talebelerinden birine, içinde para olan bir küp verdi. O talebe, ailesi için kendilerine yetecek kadarını alıp, ihtiyaçlarına sarfetti. Bu durum, aylarca devam etti. Birgün hanımı merakla, içinde olan parayı saymaya kalktı. Birkaç gün sonra talebe gidip, küpte para kalmadığını arzettiğinde, Ömer Muhdâr buyurdu ki: “İçindeki altınlar sayılmasaydı, daha nice seneler size yeterdi.”

Ömer Muhdâr sevdiklerinden birisine, canının arzu ettiği şeyi sordu. O da taze hurma istediğini söyledi. Mevsim kış olup, hurma zamanı değildi. Ömer Muhdâr, o kimse ile kabristana gidip, ziyârette bulundu. O esnada yanına birisi geldi ve bir müddet onunla görüştü. O kişi; “Bu, arkadaşının yiyeceğidir” diyerek birşey verdi. Ömer Muhdâr da onu aldı ve sevdiği kişiye dönüp; “Bunu alınız” diyerek, canının arzu ettiği taze hurmaları verdi. Sevdiği kişi çok şaşırdı. Hocasının kabristanda görüştüğü kişiden ve taze hurmalardan birşey soramadı.

Ömer Muhdâr, kırk gün süren hac yolculuğunda birşey yiyip içmedi. Yürümekden hiç yorulmadı ve kuvvetinden hiçbir şey kaybetmedi.

Ömer Muhdâr, tek bir nefesde, Allahü tealânın el-Latîf ism-i şerîfini bin defa, el-Hâfız ism-i şerîfini de aynen bin defa okudular.

Birisi Ömer Muhdâr’a bir eziyet ve sıkıntı verdiğinde, mutlaka üç gün sonrasında başına bir musibet gelir, cezasını görürdü. Ancak, tövbe ettiğinde bu musibetten kurtulurdu.

Ömer Muhdâr’ın duâsı müstecâb olup, kabûl olurdu. Nice kimseler gelip duâ istediler ve maksadlarına kavuştular. Hasta birisi gelip duâ istedi. Çok geçmeden hastalıktan kurtulduğu görüldü. Bir kadıncağız, şiddetli bir başağrısına tutuldu ve hiçbir ilâç fayda vermedi. Ona haber gönderip duâ istedi. Afiyetle duâ ettiğinde, kadıncağız derhâl iyileşti, ağrıdan eser kalmadı.

Birisi gelip para kesesini kaybettiğini ve kazancının gittiğini söyleyip duâ istedi. “Onu alanı görüyorum. Falan yerde sana verecek” buyurdu. Dediği gibi oldu.

¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾

1) Câmi’u kerâmât-il-evliyâ cild-2, sh. 222