Hanefî mezhebi âlimlerinden ve meşhûr âlim Fahreddîn-i Râzî’nin torunlarından. İsmi, Ali bin Mecdüddîn Mahmûd bin Muhammed bin Mes’ûd bin Mahmûd bin Muhammed bin Muhammed bin Muhammed bin Ömer eş-Şâhreverdî el-Bistâmî el-Hirevî eş-Şîrâzî el-Fahri el-Ömerî el-Bekrî’dir. Soyunun Hazreti Ömer’e kadar ulaştığını, dedesi Fahreddîn-i Râzî bildirmektedir. Tarihçiler ise, Hazreti Ebû Bekr’e ulaşır dediler. Lakabı Alâüddîn olup, “Musannifek” (Küçük yazar) diye meşhûr oldu. Aslen, İran’ın Horasan eyâletinin başşehri olan Hirat’ın Bistâm kasabasına yakın Şâhreverd köyündendir. 803 (m. 1401) senesinde bu köyde doğdu. 875 (m. 1470) senesinde İstanbul’da vefât etti. Eyyûb Sultan hazretlerinin kabrinin yakınlarına defnedildi.
Doğduğu bölgenin birçok köy, kasaba ve şehirlerinde dolaşarak ilim tahsil eden Musannifek, daha küçük yaşlarında kitap yazmakla meşgûl oldu. Birçok ilimde mütehassıs âlim olarak yetişti. Büyük bir âlim, yüksek bir velî idi. Zeyneddîn Havâfî’nin halîfelerinden birisi tarafından, kendisine irşâd vazîfesi de verilmiştir. İlim ve amelde o kadar çok yükselmişti ki, zamanındaki âlimlerin reîsi, başı oldu. Sırtına aba giyerdi.
Musannifek, eserlerinden birisinde, nesebi (soyu) hakkında şu bilgileri vermektedir: “Dedelerimden İmâm-ı Fahreddîn-i Râzî’nin bir oğlu olmuş, adını Muhammed koymuştu. İmâm hazretleri onu çok severdi. Eserlerinin çoğunu bu oğlu için yazdı. Oğlunun isminden, eserlerinin ba’zılarında bahsetmişti. Oğlu Muhammed, gençliğinin başlarında vefât etti. Vefâtından sonra onun da bir oğlu oldu. Adını yine babası gibi Muhammed koydular. O da ilimde babasının derecesine yükseldi. Sonra vefât etti. Arkasında, ismi Mahmûd olan bir oğlu kalmıştı. Yine bu da, ilimde ve amelde yüksek dereceye erişmişti. Sonra Hicaz’a gitmeye karar verdi. Hirat’tan çıkıp Bistâm’a varınca, bu şehrin halkı, kendisine çok ikram ve iltifâtlarda bulundu. Çünkü âlimleri ve özellikle Fahreddîn-i Râzî’yi çok seviyorlardı. Bunların aşırı hürmetleri ve iltifâtları sebebiyle buraya yerleşti. İsmi Mes’ûd olan bir evlâdı dünyâya geldi. Bu zât, ilim tahsili için çok uğraşmasına rağmen, babasının derecesine nail olamadı. Va’z ve nasihat vermekle meşgûl oldu. Başka yerlere de hiç gitmedi. Bunun da, ismi Muhammed olan bir oğlu oldu. Bu, memleketin insanlarının ilminden istifâde ettiği ve kendisine tâbi olunan bir dereceye yükseldi. Sonra onun bir oğlu oldu. Adı Mecdüddîn Mahmûd idi. O da, ilimde kendisine uyulan bir zât oldu. O, benim babamdır.”
Musannifek, 812 (m. 1409) senesinde kardeşi ile beraber ilim tahsil etmek için Hirat’a geldi. İmâm-ı Teftâzânî’nin talebesi Molla Celâleddîn Yûsuf Evbehî’den ve Kutbüddîn-i Hirevî’den ders okudu. Şafiî mezhebi fıkıh bilgilerini, büyük âlim Abdülazîz-i Ebherî’den, Hanefî fıkhını da, İmâm Fasîhüddîn bin Muhammed’den okuyup öğrendi.
Daha sonra, memleketinden ayrılıp Anadolu’ya geldi. Konya’ya gelip müderrislik yaptı. Bu sırada kulakları az işitmeye başladı. Sonra İstanbul’a geldi. Sultan Fâtih ile buluşup sohbet etti. Fâtih Sultan Mehmed, onun için günlüğü 80 dirhem gümüş akçe maaş bağladı.
Şöyle anlatılır: Vezir Mahmûd Paşa’nın meclisinde, Mevlânâ Musannifek de otururken, Fenârî Hasen Çelebi geldi. Burada kaldıkları kısa müddet içerisinde, birbirleriyle sohbet etmeye başladılar. Fenârî Hasen Çelebi, o mecliste buluşuncaya kadar Musannifek ile hiç görüşmemişti. Vezîr, Musannifek’in eserlerini saymaya ve kendisini medhetmeye başladı. Hasen Çelebi de, bunları red ederek; “Küçük yaşta bu kadar eser yazılamaz” dedi ve onların çoğunda eski dinlerde bildirilen mes’elelerin yer aldığını söyledi. Vezîr, ona; “Siz Musannifek’i tanır mısınız?” diye sorunca, o da; “Hayır!” diye cevap verdi. Bunun üzerine vezîr işâret ederek; “İşte, bu zâttır!” dedi. Fenârî Hasen Çelebi, mahcûb oldu. Vezîr de dedi ki: “Utanma! Onun kulakları hiç işitmez.”
Çok güzel ve hızlı yazı yazardı. Hat san’atındaki üstünlüğünü ve eserlerini bizzat kendisinin yazdığını, birçok âlim bildirmiştir. Eserlerinin başlıcaları şunlardır: 1- Şerh-ül-irşâd: 823 (m. 1420) senesinde 20 yaşında iken yazdığı bir eserdir. 2- Şerh-ül-misbâh: Nahiv ilmine dâir Matrizî’nin eserinin şerhi olup, 825 (m. 1422) senesinde yazdı. 3- Şerhu âdâb-il-bahs: Bunu da 826 (m. 1423) senesinde yazdı. Bu eserinde Resûl-i ekremin (s.a.v.) Peygamberliğinden bahsetmektedir. 4-Şerh-u lübâb: Bunu, 828 (m. 1425) senesinde yazdı. 5- Mutavvel haşiyesi: Bu eserini, 832 (m. 1428)’de kaleme aldı. 6- Şerh-ül-miftâh haşiyesi: Teftâzânî’nin bu eserini, 834 (m. 1430) senesinde şerh etti. 7- Telvîh haşiyesi: Bu eserini, 835 (m. 1431) senesinde yazdı. 8- Vikâye şerhi. 9- Hidâye şerhi: 839 (m. 1435)’da Hirat’a geldi. Bu iki eserini, o sene orada yazdı. 10- Şerh-ül-mesâbîh: Begavî’nin eserini, 848 (m. 1444) senesinde Anadolu’ya geldikten sonra, 855 (m. 1451) senesinde şerh etti. 11- Şerh-ül-miftâh: Yine Anadolu’ya geldikten sonra, Seyyîd Şerîf Cürcânî’nin eserini şerh etti. 12-Şerh-ül-metâli’: Bunu da Anadolu’ya gelince yazdı. 13-Tefsîr-ül-Kur’ân: Birçok eserin sahibi olan Musannifek, Fâtih Sultan Mehmed Hân’ın arzusu üzerine Farsça olarak bir tefsîr yazmıştır. Bu tefsîrin adı, “Kitâb-üş-şifâ’ fî tefsîr-i kelâm-illah-il-münezzeli min-es-semâ’”dır. Bu tefsîrinde, zâhirî ve bâtınî birçok hakîkatleri biraraya getirdiği için de, “Mültekay-ül-bahreyn” adı da verilmiştir. Keşf-üz-zünûn adındaki eserde, “Tefsîr-i Muhammediyye” ile “Mültekay-ül-bahreyn”in başka başka eserler olduğu gösteriliyor ise de; doğrusu, bu üç isimle yâd edilen tefsîr, değişik eserler olmayıp, tek eserdir. Alâüddîn Musannifek, Sultan Fâtih’e, zamanının usûlüne uygun olarak önce küçük bir risale hazırlayıp takdim etmek istemişti. Fakat Sultân’ın işâreti ile tefsîr hazırlayıp arz etti. Bu tefsîr-i şerîf, birçok mühim mes’eleleri ve mevzûları içine almaktadır. Gayet açık bir ibâre ile yazılmıştır. Hele mukaddimesinde, tefsîr kaidelerine âit pek kıymetli bilgiler vardır. Bunlar; Kur’ân-ı kerîmin nüzûlüne, inzalin îzâhına, Kur’ân lafzının ma’nâsına, Kur’ân-ı kerîmin kelâm-ı lafzî ve kelâm-ı nefsî i’tibâriyle ma’nâlarına, tefsîrin mâhiyetine, kırâat vecihlerini beyâna, Eshâb-ı Kirâm ile Tabiîn ve Müteehhırîn (sonraki âlimler) arasındaki müfessirlerin mertebelerine mütealliktir.
Ayrıca, bir bölümde de, bir takım kaideler zikredilmiştir. Bunlar da, Kur’ân-ı kerîmin lafızlarının zâhirî ma’nâsından ayrılıp, bâtınî ma’nâlar verilmesinin caiz olmadığına, ya’nî şer’î nâssları, zâhirî ma’nâları vechiyle kabûl etmenin vâcib olduğuna ve daha başka mes’elelere âittir. Bu husûsta şer’î ve aklî delîller, çeşitli mütâlâalar ortaya konmuştur. Bilâhare E’ûzü-Besmele’nin ve müteakiben âyet-i kerîmelerin tefsîrine başlanmış, lisân, belagat, fıkıh, usûl, me’ârif ve letâif i’tibâriyle birçok şeyler yazılmıştır. Bundan başka eshâb-ı nüzûl gösterilmiş, sûrelerin faziletlerine dâir bilgiler verilmiştir. Bu tefsîrinde, ilm-i hılafa dâir de birçok husûslar yazılmıştır. Bu eserini tamamlayamamıştır. Birkaç cildden ibârettir. Sultan Fâtih’e nisbetle “El-Muhammediyye” diye isimlendirilmiştir. Bir nüshası Fâtih Kütüphânesinde (636) numarada, bir nüshası da Kütüphâne-i umûmî’de (296) numarada mevcûttur.
Bunlardan başka, Fahrulislâm Pezdevî’nin “Usûl”ünün bir kısmını ve 856 (m. 1452) senesinde “Keşşâf tefsîrini şerh etti. Ayrıca “Şerh-i Akâid haşiyesi” de vardır. Farsça olarak yazdığı eserlerinden başlıcaları şunlardır:
1- Envâr-ül-ahlâk, 2- Hadâik-ül-Îmân, 3- Tuhfet-üs-selâtîn.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Mu’cem-ül-müellifîn cild-7, sh. 240
2) Şezerât-üz-zeheb cild-7, sh. 319, 320
3) Şakâyık-ı Nu’mâniyye tercümesi: (Mecdî Efendi) sh. 184
4) Şakâyık-ı Nu’mâniyye cild-1, sh. 255, 260
5) Keşf-üz-zünûn cild-1, sh. 40, 67, 113, 913 cild-2, sh. 185, 1708, 2036
6) İzâh-ül-meknûn cild-1, sh. 37 cild-2, sh. 130
7) Esmâ-ül-müellifîn cild-1, sh. 735