Naklî ve aklî ilimlerde âlim, ulemâ ve evliyâ dostu, velî, altıncı Osmanlı Sultânı. 806 (m. 1404) senesinde Amasya’da doğdu. Babası Çelebi Sultan Mehmed Hân olup, annesi ise; Dülkadiroğlu Süleymân Bey’in kızı Emîne Hâtun idi. Babasının vefâtı üzerine, onyedi yaşında iken sultan oldu. 855 (m. 1451) senesinde kırkdokuz yaşında iken Edirne’de vefât edip, Bursa’da defnedildi. Vefâtından sonra, oğlu Fâtih Sultan Mehmed Hân Osmanlı pâdişâhı oldu.
Küçük yaşta, asrının en seçme ilim adamlarının dersleri ve sohbetleri ile ilim tahsiline başlayan Şehzâde Murâd, Hanefî mezhebi fıkıh âlimlerinden Ahmed İbni Arabşah’ın terbiyesine verildi. Molla Fenârî’den (r.a.) ilim öğrendi. Seyyid Şemseddîn Muhammed Buhârî’den (Emîr Sutan’dan) feyz aldı. Oniki yaşında iken, Amasya sancak beyi oldu. Hocası Sücâeddîn İlyâs Çelebi ile birlikte Amasya’ya gitti. Vezir Bâyezîd Paşa’nın kardeşi Sunguroğlu Melik İsmâil Bey’in nezâretinde, askerî ve idâri bilgilerini arttırıp, kabiliyetlerini geliştirdi. Amasya kadısı Müslihzâde Şemseddîn Muhammed Şah Efendi’den ve Amasya müftîsi Lâdikli Tâceddîn isrâfil Çelebi’den ilim öğrendi. Gümüşlüzâde Pîr Abdürrahmân Halvetî ve Celâleddîn Muhammed Erzincânî-i Mevlevi gibi büyüklerin sohbetleriyle yetişip, olgunlaştı. Ulemâ, ümerâ ve evliyânın işbirliği ile, Osmanlı tahtına lâyık bir veliahd oldu. Gönlü Allahü teâlânın aşkı ile yanıp, cihâd aşkı ile tutuştu. Azalarını ve vakitlerini güzel amellerle süsledi. Müslümanlara hizmet etmek, Allahü teâlânın kullarına doğru yolu göstermek için çırpındı, ilminin sapıtmasına sebep olduğu Şeyh Bedreddîn Samevnevî’nin halîfelerinden Dede Sultan adıyla anılan Börklüce Mustafa’nın İzmir yakınlarında isyan etmesi üzerine, Amasya vâlisi Şehzâde Murâd, isyanı bastırmakla görevlendirildi. Vezîr-i a’zam Bâyezîd Paşa ile birlikte varıp, Dede Sultân’ı yakaladılar. Dede Sultan, kandırdığı kimselerle birlikte Ayasoluğ’a (Selçuk’a) getirildi. Orada Dede Sultân, onu harikulade bir kudret sahibi olarak gören mürîdlerinin gözleri önünde öldürüldü. Börklüce Mustafa (Dede Sultan), ölürken, müridleri; “Yetiş Dede Sultân!” diye feryâd ederler, Dede Sultân’ın ölmeyeceğini iddia ederlerdi. Şeyh Bedreddîn’in diğer halîfesi Torlak Kemâl de, Manisa taraflarında yakalanıp diğer suçlularla beraber astırıldı. Bu arada, fitnenin başı olan Şeyh Bedreddîn de, Çelebi Sultan Mehmed Hân tarafından Balkanlar’da yakalanıp, Molla Hayreddîn Hirevî’nin verdiği fetvâ ile asıldı. Böylece büyük bir fitne bastırılıp, ekilmek istenen bâtınîlik ve dinsizlik tohumları temizlendi. Bu gibi sapık cereyanlara cevap veren ve Ehl-i sünnet i’tikâdını çok güzel bir şekilde anlatan Süleymân Çelebi’nin “Mevlîd”i her tarafa yayıldı. Bu ve benzeri sapıklıkları halkın zihninden sildi. Şehzâde Murâd, yine eski yerine, Amasya’ya döndü. Osmanlı Devleti’nde yeni bir fitne başgösterdi. Yıldırım Bâyezîd Hân’ın oğlu Şehzâde Mustafa, Semerkand’dan döndü. Çelebi Sultan Mehmed Hân’ın Anadolu’da birlik te’min etmek siyâsetinden rahatsız olan ba’zı beylerle anlaşıp, Rumeli’de baş kaldırdı. Edirne’yi ele geçirdi. Bu arada, kuvvetlerin parçalanmasından istifâde eden Osmanlı’ya tâbi ba’zı Anadolu beyleri, isyan ettiler. Amasya vâlisi Şehzâde Murâd ve lalası Hamza bey, onlara gerekli dersi verdiler. İsfendiyaroğullarından Samsun’u aldılar.
Amasya vâlisi Şehzâde Murâd, babası Çelebi Sultan Mehmed’in 824 (m. 1421) senesinde vefâtı üzerine Edirne’ye da’vet edildi. Ancak amcası Şehzâde Mustafa tehdidinden dolayı Anadolu’yu terketmeyip, Bursa’da Sultanlığını ilân etti. Kırk gün vefâtı gizlenen Çelebi Sultan Mehmed Hân da, Bursa’ya getirilip, Yeşil Türbe’ye defnedildi. Bizans tarafından serbest bırakılan amcası Mustafa Çelebi’nin kuvvetlerinin çokluğu sebebiyle, bir an ümitsizliğe kapılan Sultan Murâd Hân, Emîr Sultân’ın teşviki ile işe başlayıp, 822 (m. 1422) senesinde yapılan savaşlar neticesinde fitneyi bastırdı. Mustafa Çelebi’yi, Eflâk istikâmetine doğru kaçarken, Kızılağaç-Yenicesinde yakalatıp, Edirne’de astırdı.
Sultan Murâd Hân, 822 (m. 1422)’de, Osmanlı Devleti için büyük tehlike arz eden Bizans entrikalarına son vermek ve Peygamberimiz hazret-i Muhammed Mustafa (s.a.v.) tarafından va’d edilen ma’nevî müjdelere kavuşmak için İstanbul’u kuşattı. Bizans Kayseri, târihî entrikalara tekrar başvurup, Anadolu beyliklerini Osmanlı Devleti aleyhine kışkırttı. Sultan İkinci Murâd Hân’ın küçük kardeşi Mustafa, Karaman ve Germiyan beylik kuvvetleriyle Bursa’yı kuşatınca, Osmanlı Sultânı Bizans’ta kâfi miktarda kuvvet bırakıp, Edirne’ye gitti. Anadolu’da Candarlı Beyi, Avrupa’da da Eflâk Beyi ve Venedikliler ile Macarlar birleşip, iki taraftan Osmanlılar aleyhine harekete geçtiler. Edirne’den Bursa’ya geçen Sultan Murâd Hân, Bizans entrikalarına mâni oldu. Küçük kardeşi Mustafa yakalanıp, cezalandırıldı. Karaman, Eflâk beyleri ve Venedikliler ile andlaşma yapıldı. Candarlı İsfendiyar Bey itaat altına alınıp, kızı Osmanlı Sarayı’na gelin alındı, İstanbul kuşatmasını hızlandıran Osmanlılar, şehrin Venedik hâkimiyetine teslim edilebileceği ihtimâliyle, 827 (m. 1424)’de Bizanslılar ile andlaşma yaptılar. Ege ve Karadeniz kıyılarını Osmanlılar’a terkeden Bizanslılar, yıllık otuzbin düka altın haraç vermeyi de kabûl ettiler. Anadolu’da; İzmir, Menteşe ve Teke beylikleri Osmanlı hâkimiyetine geçti. Germiyan beyi Ya’kûb Bey, Edirne’de kendisine yapılan muâmeleden çok memnun olup, Sultan Murâd Hân’ı kendisine veliahd yaptı. Vefâtından sonra topraklarının Osmanlı Devleti’ne verilmesini vasıyyet etti. Ya’kûb Bey’in vefâtından sonra da, Germiyan Beyliği Osmanlı Devleti’ne katıldı. Venedikliler Selânik’i ele geçirince, Osmanlılar’a karşı Macarlar ile ittifâk kurdular. 830 (m. 1426)’da Batı Anadolu’dan hareket eden Türk denizcileri, Venedikliler’e âit Eğriboz, Modon ve Koron’a sefer yaptılar. Venediklilerin müttefiki olarak savaşa giren Macar kralı Sigismund, despotu ölmüş olan Sırbistan’a girdi. Güvercinlik mevkiinde Vidin Sancak Beyi Sinân Bey’in anî bir taarruzu ile perişan oldu. Ordusu dağıldı. Kral, canını zor kurtardı. Üç yıllık bir andlaşma imzaladı. Venediklilerin batı ve doğu devletleriyle ittifâk kurmasına rağmen; Sultan İkinci Murâd Hân 833 (m. 1430)’de Selânik’i fethetti. Venedik donanması, Gelibolu’da Türk donanmasına taarruz ettiyse de, müthiş bir bozguna uğradı. Osmanlı-Venedik harbine son veren Lapseki Andlaşması imzalandı. Buna göre; Selanik Osmanlılar’a verilip, Venedikliler yıllık vergiye bağlandı. Pâdişâh Edirne’ye dönünce, Hacı Bayram-ı Velî ile karşılaştı. O mübârek zâtın sohbetlerinde bulunup, feyz aldı. Bu mübârek zâtın talebesi Akşemseddîn’i sarayında alıkoyup, ilim ve feyzinden istifâde etti. Bilâhare oğlu Şehzâde Mehmed’e hoca ta’yin etti.
İtalyanlar’ın hakimiyetindeki Yanya’da, ahâli despot kavgalarından bıkmıştı. Yanyalılar, Selanik’te bulunan Osmanlı Sultânı İkinci Murâd Hân’a müracaat edip, Türk adâletine sığınarak hürriyet istediler. Rumeli Beylerbeyi Sinân Paşa, ahâlinin hürriyetine dâir Sultan Murâd Hân’ın fermanını getirince, şehrin anahtarı Osmanlılar’a teslim edildi. Böylece 835 (m. 1431)’de Yanya ve çevresi de Osmanlı hâkimiyetine girmiş oldu.
Balkanlar’da ahâlinin Osmanlı adâletini, kendi ırk, din, dil ve kültüründen olan idâreye tercihi, başta Papalık olmak üzere hıristiyan kral, despot ve prensleri telâşa düşürdü. Balkan milletlerinin Osmanlı idâresini tercih etmelerinin önüne geçmek için, içeride ahâliye zulüm edip, dışarıda da diğer devletlerle ittifâk kurdular. Türk’ü Türk’e düşürmek için, hâkimiyet mücâdelesindeki Anadolu beyliklerini Osmanlılar üzerine saldırtırken, Papa’nın da teşvikiyle büyük bir haçlı ordusu kurmak için hazırlıklara başladılar, İkinci Murâd Hân, 839 (m. 1435)’da Karamanoğlu İbrâhim Bey’i yola getirdikten sonra Rumeli’ye geçti. Sırp ve Eflâk hükümdârlarını yola getirdikten sonra da, akıncı Beyi Ali Bey’e Macaristan’ı vurmasını emretti. 841 (m. 1437)’de Ali Bey’in kırkbeş gün süren Macaristan akınında; Demir-kapı geçilerek, Erdel’e girildi. Akıncılar, Macar şehirlerinin askerî mevkilerini tahrip edip, yetmişbin esîr alarak, pekçok ganîmetlerle döndüler. Osmanlılar’a karşı düşmanca tavır alan Sırp Kralı Brankoviç’den, 843 (m. 1439)’de ülkesinin başşehri Semendire’nin anahtarı istendi. Brankoviç, Osmanlı teklifini kabûl etmedi. Osmanlıların taarruz harekâtını haber alan Brankoviç, Semendire’nin müdâfaasını oğluna bırakıp, Macar Kralı’nın yanına sığındı. Üç ay kuşatmadan sonra, Semendire kalesi fethedildi. Almanya İmparatoru ve Macaristan Kralı İkinci Albert, Semendire’yi kurtarmak için sefere çıktı. Macaristan seferi kumandanlarından İshâk Bey ve Osman Çelebi kumandasındaki Osmanlı ordusuyla karşılaşan İkinci Albert’in askerleri, daha muharebeye tutuşmadan kaçmaya başladılar. Macar ordusunun müthiş bir bozgun havasıyla kaçışı, İkinci Albert’i de korkuttu. Albert, bu telâş içinde canını zor kurtardı. Bu seferden ürken Bosna Kralı Turko, yıllık yirmibin düka altını vergisini, yirmibeşbin düka altınına çıkardı. 841 (m. 1441)’de Belgrad kuşatılmışsa da, neticesiz kaldı. Bu neticesiz kuşatma, Avrupalıları ümitlendirip, yeni bir ittifâka heveslenmelerine sebep oldu. Macarların millî kahramanı Hunyadi Yanoş’un Bosna’ya girişi, Balkan hükümdârlarının ve Anadolu beyliklerinin Osmanlılar aleyhine birleşmesine sebep oldu. Bu sırada haçlılarla anlaşan Karamanoğlu İbrâhim Bey, Osmanlı topraklarına saldırdı. Karamanoğlu üzerine sefer lâzım oldu. Sultan Murâd Hân, Edirne’de oğlu Şehzâde Mehmed’i bıraktı. Oğlunun yanına tecrübeli paşalar verdi. Sultan Murâd, müslüman bir hükümdârın üzerine yürürken; İslâm âlimlerinden fetvâ almayı ihmâl etmedi. Şafiî mezhebi âlimlerinden İbn-i Hacer-i Askalânî, Hanefî mezhebi âlimlerinden Sa’deddîn-i Deyrî, Mâlikî mezhebi âlimlerinden Bedreddîn-i Tûnusî, Hanbelî mezhebi âlimlerinden Bedreddîn-i Bağdadî, yine Hanefî mezhebi âlimlerinden Sa’deddîn-i Bağdadî ve Amasya kadısı Abdurrahmân bin Mehmed Muslihî’den fetvâlar aldı. Bunlardan birçoğu; Allahü teâlânın rızâsı için küffâra karşı cihâd eden Osmanlı Devleti’ni arkadan vuran ve bu müslüman devlete karşı küffâr ile işbirliği yapan Karamanoğlu İbrâhim Bey’in katline fetvâ verdiler. Bu âlimlerden Amasya kadısı hâriç, hiçbiri Osmanlı ülkesinde yaşamıyordu, içlerinden Hanefî mezhebi âlimi Sa’deddîn-i Deyrî, İbrâhim Bey’in tövbe etmekle canını kurtarabileceğini bildirmiş, diğerleri ise doğrudan doğruya katline fetvâ vermişlerdi. Sultan Murâd Hân, bu fetvâların icâbı olarak Karamanoğulları ülkesine sefere çıktı. İbrâhim Bey, Konya’yı terkedip, Taşeli (İçel) taraflarına çekildi. Hey’et gönderip özür diledi. Andlaşma taleb etti. İbrâhim Bey’in hanımı olan Sultan Murâd Hân’ın kızkardeşinin şefaatiyle sulh yapıldı.
İbrâhim Bey’le anlaşan Sultan İkinci Murâd Hân, Anadolu’dan emîn olarak Rumeli’ye geçti. Sigismund’un gayr-i meşrû çocuğu olan Hunyadi Yanoş kumandasındaki haçlı ordusu, 847 (m. 1443)’de Tuna’yı aşarak Sofya ve Niş’i aldı. Yalvaç muharebesinde iki taraf da mukavemet gösterdi. Osmanlı ordusunu mağlup etmek gayesinde olan haçlılar, galip gelemeyince geri çekildiler. Macarlar’la 848 (m. 1444)’de on yıl süreli Segedin sulh andlaşması imzalandı.
Sultan İkinci Murâd Hân, Segedin andlaşmasından sonra; Hacı Bayram-ı Velî’nin İstanbul’u fethedeceğini işâret buyurduğu oğlu Mehmed (Fâtih) lehine; “Sağlığımda oğlumun padişahlığını göreyim” diyerek saltanattan çekildi. Sultan İkinci Murâd Hân: “Varalım bir iki gün zikredelim Mevlâ’yı; bize mi ısmarladılar bu yalan dünyâyı” deyip, Manisa’ya gitti. Osmanlı tahtına oniki yaşındaki ikinci Mehmed Hân’ın geçirilmesi, on yıllık Segedin sulh andlaşmasına rağmen, başta Papalık ve Macarlar olmak üzere, Avrupa devletlerini ümitlendirdi. Osmanlılara karşı birleşerek hazırlıklarını sür’atle tamamladılar. Hunyadi Yanoş, Segedin andlaşmasını bozarak, yanında Papalık kuvvetleri de olduğu hâlde büyük bir haçlı ordusuyla hareket etti. Oniki yaşındaki Sultan Mehmed Hân, ömrünün yirmisekiz yılını muharebe meydanlarında geçiren babası İkinci Murâd Hân’ı yaşından ümid edilemeyecek ifâdelerin bulunduğu târihî da’vet mektûbu ile tahta geçmeye çağırdı. “Sultan isen ordunun başına geç! Eğer ben sultan isem gel orduma kumanda et!” dedi. İkinci Murâd Hân, Manisa’dan Edirne’ye geldi. Tekrar kumandayı ele alarak, tecrübe, dirayet ve askerlerin içten bağlılığının verdiği kuvvetle Varna’da haçlılar’a karşı cephe aldı. Sultan Murâd Hân, o gece sabaha kadar gözünü hiç kırpmadı. Allahü teâlâya yalvardı. Gözyaşı döküp duâ etti:
“Sığındım sana kim ganîsin ganî,
Bu düşmana zebûn eyleme beni.
Kerîmsin lutfile keremin işle,
Rahimsin rahmetin bize bağışla.
Ümidim tutmuşum sana İlâhî,
Ki sensin cümle halkın pâdişâhı.
Eğer senden ere zerre inâyet,
Ede mecmû’u bu küffâr itâet
İlâhi, derdime derman kılıver,
Muhammed (a.s.) kavmine yardım ediver.
Asılsın Arş’a İslâmın kılıcı,
Çû sensin kuluna yardım kılıcı” dedi.
Muharebe başlamadan önce de iki rek’at namaz kıldı ve; “Yâ ilâhî! Mü’min kullarını benim günâhımın çokluğundan ötürü küffâr elinde zebûn etme! ilâhî! Habîb’in Muhammed aleyhisselâm hürmeti içün, O’nun ümmetini sen sakla ve Sen mensûr ve muzaffer eyle!” deyip duâ eyledi. Savaş başladı. Bir müddet sonra Kral Ladislas ve savaşın dînî yönden tertipcisi Kardinal Cesarini’nin başları kesildi. Ladislas ve Cesarini’nin başları birer mızrağa, Segedin sulh andlaşması da diğer bir mızrağa takılıp taarruza geçilince, Osmanlı târihinin en muhteşem zaferlerinden biri olan Varna Muharebesi kazanıldı. İkinci Murâd Hân, Balkanlar’da vaziyetin Osmanlılar lehine iyice kuvvetlendirilmesi için, ikinci defa Edirne’de Osmanlı Sultânı oldu.
İkinci Murâd Hân, ikinci hükümdârlığında ilk seferini, Mora despotu bulunan Bizans Kayseri’nin kardeşi Kostantin’in tecavüzkârâne faaliyeti üzerine Mora’ya tertîb etti. Despot Kostantin’den, Mora’da tecâvüzleri durdurması ve işgal ettiği araziden çekilmesi istendiyse de kabûl etmedi. Lüzumlu bilgiler toplanıp gelince, Turahan Bey kumandasında Akıncı kuvvetleri gönderildi. Sultan Murâd kumandasındaki asıl Osmanlı ordusu, 850 (m. 1446)’de Korent, Balyabadra’yı zaptetti. 851 (m. 1447)’de Arnavutluk isyanı bastırıldı.
Macarların millî kahramanı Hunyadi Yanoş, Varna Muharebesi mağlûbiyetinin lekesini silmek için, Macarlar’dan başka; Eflâk, Polanya, Erdel ve Almanya’dan kuvvet toplamıştı. Âsî Arnavutluk Beyi dönme İskender ile de ittifâk kuran Hunyadi Yanoş, kendisiyle işbirliği yapmıyan Sırbistan’ı işgal edip, Tuna’yı geçti. Osmanlı Sultânı Murâd Hân, haçlı ittifâkına karşı lüzumlu hazırlıkları tamamlayıp, Anadolu beyliklerinden de yardımcı kuvvetler aldı. Kosova’da düşmana karşı cephe alan Sultan Murâd Hân, Türk-İslâm an’anesince muharebeden önce andlaşma teklif edip; “Ya müslüman olun, kardeş olalım veya teslim olun haraç alalım. Sizi adâletle idâre edelim” dedi. Haçlılar kabûl etmedi. 852 (m. 1448) yılında Kosova meydanında yapılan meydan muharebesi üç gün devam etti. Osmanlıyı Balkanlar’dan atmak için yapılan son haçlı seferi olan bu savaşta, haçlılar onyedibin ölü verdiler. Seksenbin civârında askerleri esîr alındı. Haçlı kumandanı Hunyadi Yanoş, canını zor kurtardı, İkinci Kosova savaşı da Allahü teâlânın inâyetiyle, haçlıların hezimeti ve müslümanların zaferi ile neticelendi. 853 (m. 1449) senesinde hâin İskender (Gorpes Kastriot) üzerine gidildi. Ama İskender, dağlara çekilmiş olduğu ve Osmanlı taktiğini çok iyi bildiği için cezası verilemedi. 854 (m. 1450)’de ikinci bir sefer düzenlendi. Sultan Murâd Hân, bu ikinci Arnavutluk seferini tamamlayamadan, 855 (m. 1451) yılında Edirne’de vefât etti. Vefâtından önce birgün gezmeye çıkmıştı. Köprünün başında bir dervişe rastladı. Selâm verdi. Derviş, yaklaşıp; “Hey pâdişâhım! Tövbeye niyetlen, çünkü vâden yakındır!” dedi. Pâdişâh, dervişe teşekkür edip, duâlarda bulundu. Kendisine ölümü hatırlatanı çok sever, Allahü teâlânın rızâsı için yapılan nasihatleri can kulağı ile dinlerdi. Yanında bulunan İshak Bey’e, dervişi sordu. Emîr Sultan’ın mürîdlerinden olduğunu söyledi. Emîr Sultan adını duyan Pâdişâh; “Bunda bir hikmet var” dedi. Tövbe-i nasûh eyledi. Yanındaki bey ve paşalarına dönüp; “Yarın mahşer gününde şahidim olun. İşte bütün günahlarıma tövbe ediyorum” dedi. Dervişe de izzet ve ikramda bulundu. Geriye dönüp sarayına geldi. Daha kapıdan girerken başına bir ağrı düşüp hastalandı. Her müslüman gibi hazırladığı vasıyyetnamesini çıkardı. Veziri Çandarlı’ya verdi. Vasıyyetnamesinde, kendisinden sonra oğlu Şehzâde Mehmed’in (Fâtih’in) sultan, Çandarlı’nın vezîr olmasını arzu ediyordu. Vefât edince Bursa’ya götürülmesini, orada medfûn olan büyük oğlu Alâeddîn Ali’nin yanına defnini istedi. “Vücûdumu doğrudan doğruya toprağa gömün. Cenâb-ı Hakkın rahmeti, yağmuru üstüme yağsın. Hükümdârlar gibi üstüme kubbe yapmayın. Mezarımın çevresine Kur’ân-ı kerîm okuyanların oturması için yerler yapsanız yeter. Cum’a günü defnolunmak arzumdur.” dedi. Mekke ve Medine fukaralarına gönderilmek üzere ve türbesi için kendi öz malından bir miktar para ayırdı. Vasıyyetinin sonuna doğru da şöyle dedi: “Ve dahî vasıyyet eyledik ki: Bir yakut yüzüğümüz vardır: bir yanında deliği olup, 95.000 akçeye alınmıştır. Vezni (ağırlığı) bir miskâlden ziyâdedir. Onu (yüzüğü) satalar ve kabrimiz yanında Kur’ân-ı kerîm tilâvet edenlere sarf edeler. Tâ ki, tükeninceye dek... Ve dahî vasıyyet ederim ki: Bir elmas taşlı yüzüğümüzü dahî satıp, günde 70.000 kerre (Kelime-i tevhîd) çektireler. Bir nice 7 gün buna devam edeler. Eğer ki satılmazsa, rehn edeler. Badehu satıp borcumuzu ödiyeler...” dedi vezirlerini şâhid tutup, herbirine imzalattı. Üç gün hasta yattıktan sonra vefât edip, Hakkın rahmetine kavuştu. Vefâtı onüç gün gizlendi. Şehzâde Mehmed, Manisa’dan gelip, Edirne’de tahta geçti. Resûl-i ekremin (s.a.v.) va’dine ulaşmak ve dedesi Sultan Osman Gâzî’nin;
“Ertuğrul, Osman oğlusun,
Oğuz, Karahan neslisin,
Hakkın bir kemter kulusun,
İstanbul’u aç gülzâr eyle...”
emrini yerine getirmek için, Osmanlı sancağını eline alıp, “İ’lâ-yı kelimetullah”ı (Allahü teâlânın dînini) yaymak vazîfesini, daha ondokuz yaşında iken üstlendi. Cihâd bayrağını yeniden dalgalandırdı. Babasının vasıyyetini yerine getirip, Bursa’da Cum’a günü defneyledi.
Sultan İkinci Murâd Hân; ince rûhlu, hassas, lütufkâr, âdil, merhametli olup, sözüne sâdık, cesur ve tedbir sahibiydi. Kumanda kabiliyeti yüksek bir devlet adamıydı. Oniki yaşında, daha şehzâde iken başlayan muharebe hayâtı, vefâtına kadar devam etti. İlmî sohbetleri sever, âlimleri himâye eder ve onların ihtiyâçlarını karşılardı. Haftanın iki gününü ilim meclisinde sohbetle geçirirdi. Kendisinin de ilmi ve ibâdeti çok, vera’ ve takvâsı pek fazlaydı. Tek kaygı ve düşüncesi; son nefesini îmân ile vermek, mahşer günü Allahü teâlânın huzûruna alnı açık, günahtan pak olarak çıkabilmekti. Nitekim oğlunu ve kızlarını evlendirdikten sonra, vezîri Çandarlı İbrâhim Paşa’ya dönmüş; “Koca Çandarlı! Bu dünyâda arzulanan nedir ki: Oğul evermek, kız çıkarmak; Bunları, Allahü teâlânın izniyle yerine getirdik. Geriye îmân ile gitmek kaldı” demişti.
Bursa, Edirne ve başka şehirlerde, yoksullar için imâret ve ulemâ için medrese yaptırdı. Edirne’de Muradiye Câmii, yanında imâret ve bir Mevlevihâne, inşâ ettirdi. Edirne Dârülhadîs’ini ve buna gelir olarak Tahtakale hamamını, Alacahamam, Üçşerefeli Câmii’ni yapıp bunları birçok vâkıfla destekledi. Bursa’da Muradiye semtinde; câmi, medrese ve imâret yaptırdı. Edirne’de Ergene civarında bir köprü yaptırıp, Uzunköprü kasabasını kurdu. Selanik ve İpsala’da da câmiler inşâ ettirdi. Her yıl Kudüs, Halîl-ür-Rahmân, Mekke-i mükerreme ve Medîne-i münevvere yoksulları için 35.000 altın gönderirdi. Ankara bölgesinde Balıkhisarı adlı büyük bir Subaşılığın köylerini; Mekke yoksullarına vakfetmişti. Bulunduğu şehirde, her yıl 10.000 altını kendi mübârek eliyle Seyyidlere paylaştırırdı. Cum’a sadakasını da, ölünceye kadar hiç kesmedi. Teb’asının hakkına da çok riâyet eder, kul hakkından pek sakınırdı. Babası Çelebi Sultan Mehmed Hân’dan kalma, Mekke-i mükerreme ve Medîne-i münevvere fakirlerine, Resûl-i ekrem efendimizin (s.a.v.) komşularına hediye gönderme âdetini devam ettirdi. Bir sene Molla Yegân başkanlığında bir surre alayı gönderecek oldu.
Kendi şahsî parası, gönderilecek hediyeye yeterli gelmedi. Çandarlı Halîl Paşa’dan borç para aldı. Onu gönderip, Resûlullah efendimizin komşularına dağıttırdı. Meclisinde bulunan İranlı vezîr Fazl-ı Acemî, ba’zı hükümdârların halktan zorla vergi alıp hazînelerini güçlendirdiklerini, kendisinin de bu yolu denemesini söyledi. O yüce pâdişâh, hiddetlenip; “Bre! Sen bize dînimize aykırı iş mi yaptırmak istersin!” deyip, huzûrundan kovdu.
“Gerçi-kim haddim değildir buseni kılmak
dilek,
Ârif olan çün bilir ânı ne lâzım söylemek.”
gibi ustaca şiirler yazabilecek kadar kuvvetli bir şâir olan Sultan İkinci Murâd Hân, ilme ve âlimlere çok hürmet edip, Evliyâya izzet ve ikramda kusur etmediği için, memleketi âlim ve evliyâ yurdu oldu. Herkesin duâsını aldı. Pek kıymetli eserlerin yazılmasına, tercüme edilip, Türkçeye kazandırılmasına ve kıymetli ilim müesseselerinin inşâsına vesile oldu. Sultan İkinci Murâd Hân’ın devrinde, Kütahya, Vâcidiye Medresesi müderrislerinden Abdülvâcid Mehmed, 837 (m. 1434)’de Burhân-üş-Şeria’nın “Vikâye” adlı fıkıh kitabını, “Nikâye fil-ilm-il-Hidâye” adıyla açıklayıp, Sultan Murâd Hân’a takdim etti. “Bahname”, Mûsâ bin Mes’ûd tarafından Farsçadan Türkçeye tercüme edilip, Murâd Hân’a takdim edildi. Tabîb Mü’min bin Mukbil, Sultan Murâd Hân adına, 841 (m. 1437)’de “Zaire-i Muradiye” adlı mufassal bir tıb kitabı yazdı. Yine devrinde, Mü’min bin Mukbil, toplum hekimliğinden ve göz hastalıklarından bahseden “Miftâh-ün-nûr ve hazain-üs-sürûr”u yazdı. Mücevherlerin çeşitlerinden ve husûsiyetlerinden bahseden “Cevâhirnâme”yi Türkçe’ye tercüme ettirdi. Karahisarlı Kâsım bin Mahmûd, Necmeddîn Dâye’nin “Mirsâd-ül-ibâd” adlı eserini tercüme etti. İbn-i Melek “Bahr-ül-hikem” adlı eseri, Balıkesirli Devletoğlu Yûsuf’un “Hidâye” ve “Vikâye” tercümeleri, Hatîboğlu’nun “Ferahnâme”si ile Serezli Nazmi’nin “Süleymân-nâme”si, “El-Bidâye ven-nihâye” adındaki İbn-i Kesir tercümesi, Yazıcıoğlu Ali Çelebi’nin “Selçuknâme”si, Yahyâ bin Mehmed’in “Minhâc-ül-inşâ”sı, İbn-i Arabşah Ahmed tarafından Farsçadan tercüme edilen “Câmi’ul-hikâyat ve lami’ur-rivâyat”, Ömer bin Mezid tarafından derlenen “Mecmû’at-ün-nezâir”, Kâdı Burhâneddîn Ahmed’in “İksîr-is-se’âdet’inin tercümesi Kurret-ül-ayn-it-tâlibin”, tıbba dâir “Müfredât-ı İbn-i Baytar” tercümesi, “Tıbb-i Nebevi” tercümesi olan “Şifâ fit-tıb el-müsned alel-Mustafâ” ve Mehmed bin Mahmûd Şirvânî tarafından yazılan “Tuhfe-i Murâdî fî esnâf-il-Cevâhir”, tıbba dâir “Kâmil-üs-sınaa” tercümesi, Ebü’l-Hayr Ahmed’in yazdığı “Saydale-i Ebî Reyhan”, Muhammed bin Ebû Bekr’in “Şir’at-ül-İslâm” tercümesi, İbn-i Meddas’ın astronomiye dâir “Kavs-i kuzad”ı, Manyas kadısı Mehmed’in melek ve cinlerden bahseden “Acâib-ül-uccâb”ı, Sa’di Şîrâzî’nin “Bustân” tercümesi, Seyyid bin Mehmed Seyyid Hasen’in “Câmi’ul-lüga” kitabı, Gelibolulu Yazıcızâde Mehmed’in “Muhammediye”si, Şeyhî’nin “Hüsrev-ü-Şirin”, İznikli Mûsâ’nın tercüme ettiği “Kâbusnâme” ve daha birçok kıymetli eser bu devirde te’lîf ve tercüme edilen kitaplar arasındadır. Bunca kitabın tercüme ve te’lîf edildiği Sultan Murâd Hân zamanında; ulemâdan Molla Şerâfeddîn Kırımî, Molla Hayreddîn Kırımî, Molla Ahmed Gürânî, Molla Alâeddîn Tûsî, Hızırşah Efendi, Evliyâdan; Akşemseddîn, Hacı Bayram-ı Velî, Abdurrahîm-i Merzifonî Rûmî, Akbıyık, Pîr İlyâs, Kutbüddînoğlu gibi mübârek kimseler meşhûr olup, kerâmet ve hizmetleri zâhir oldu.
Osmanlı ilim ve kültür hayâtının yayılıp, yükselmesine çok büyük hizmeti geçen Sultan Murâd Hân, başta Bursa ve Edirne’de olmak üzere pekçok eser yaptırdı. Hayır ve hasenatının çokluğundan dolayı “Ebü’l-hayrât” diye yâd edildi.
Sultan Murâd Hân’ın Hacı Bayram-ı Velî hazretleri ile karşılaşması ve İstanbul’un fethinin müjdelenmesi:
Hacı Bayram’ın etrâfında pekçok kimsenin toplandığını gören ba’zı hased ediciler, Pâdişâh İkinci Murâd Hân’a; “Sultânım! Ankara’da Hacı Bayram isminde biri, bir yol tutturarak halkı başına toplamış. Aleyhinizde ba’zı sözler ederek, saltanatınıza kasd edermiş. Bir isyan çıkarmasından korkarız!” diyerek iftiralarda bulundular. Bunun üzerine Sultan, durumun tetkik edilmesi için iki kimse vazîfelendirip; “O kimseyi hemen gidip getirin. Emrimize baş kaldırıp isyan ederse zincire vurarak getirin!” emrini verdi. Vazifeli çavuşlar, ellerinde Pâdişâh’ın fermanı olduğu hâlde, Edirne’den kalkıp sür’atle Ankara’ya doğru yol aldılar. Ankara’ya yaklaştıklarında, önlerine yaşlı, nûryüzlü bir kimse çıktı. Yanında bir genç vardı. Selâmlaştıktan sonra, ihtiyâr zât; “Evlâtlarım! Nereden gelip, nereye gidiyorsunuz?” diye sordu. Onlar da; “Ankara’da Hacı Bayram isminde biri, etrâfına adamlar toplayıp Pâdişâhımıza baş kaldırmış. Onu yakalayıp, Derse’âdet’e götüreceğiz” dediler. Çavuşların bu sözünü bekliyen ihtiyâr zât; “O aradığınız Hacı Bayram bu fakirdir” diyerek, kendisini gösterdi. Çavuşlar, bir fermana baktılar, bir de Hacı Bayram-ı Velî’ye. Aradıkları isyancı bu olamazdı. Bu nûryüzlü, hoş sözlü zât, isyan edecek bir kimseye benzemiyordu. Hacı Bayram-ı Velî’ye tekrar tekrar dikkatle baktıktan sonra, birbirlerine; “Gidelim. Sultânımıza gidelim. Bu zâtın ma’sûm olduğunu, söylenilenlerin yanlış olduğunu bildirelim” dediler. Fakat Hacı Bayram: “Evlâtlar! Sizin geleceğinizi biliyorduk. Onun için yola çıkıp sizi bekledik. Pâdişâhımızın fermanı başımız üzerinedir. Haydi durmayınız, elimi zincirle bağlayınız ve bir ân önce buradan gidelim” buyurdu. Bu sözlere iyice hayret eden çavuşlar; “Sizi yanlış anlamışlar efendim. Size karşı edebsizlik etmeye haya ederiz. Hele zincire vurmak hiç yakışmaz. Madem ki emrediyorsunuz, arabaya buyurunuz, gidelim” dediler. Hacı Bayram ile yanındaki genç talebesi Akşemseddîn, çavuşlarla birlikte Edirne’ye doğru yola koyuldular. Hacı Bayram-ı Velî, yol boyunca çavuşlarla sohbetler etti. Onlara nasihatlerde bulundu. Günler sonra Çanakkale boğazından geçip, Edirne’ye geldiler. Sarayda Sultan İkinci Murâd Hân, söylentilere göre devletin selâmetine kasteden ve tahtına göz diken bir eşkiya beklerken, karşısında nûryüzlü, kâmil bir Velî gördü. Hayretini hiç saklamıyarak, onu baş köşeye oturttu. Sohbete başladılar. Sultan Murâd, şehzâdeliğinden beri ilme pek meraklı idi ve büyük bir âlim olarak yetişmişti. Hacı Bayram-ı Velî konuştukça, ilminin yüksekliğini, böyle kıymetli bir âlim ve evliyânın devlete baş kaldırmayacağını daha iyi anladı. Tâ Ankara’dan buraya kadar zahmet çektirip getirttiğine üzüldü, tanışmakla şereflendiği için de sevindi. Tasavvufta ba’zı müşküllerini Hâcı Bayram-ı Velî’ye sordu. Aldığı cevaplardan ziyadesiyle memnun oldu. Onun ilmine hayran kaldı. Onu apar topar yerinden getirttiği için, nasıl gönlünü alacağını bilemiyordu. Pekçok ihsânda bulunup, hediyeler verdi. Fakat Hâcı Bayram-ı Velî; “Sultânım! Bizim dünyâ malında gözümüz yoktur. Siz onları alıp, ihtiyâcı olanlara veriniz” diyerek nâzikçe reddetti. Pâdişâh ısrar edince de; “Mutlaka ihsânda bulunmak istiyorsanız, talebelerimin devlete vereceği vergilerden muaf tutulmasını arzu ederiz” buyurdular. Pâdişâh da memnuniyetle kabûl etti. Hacı Bayram-ı Velî’yi günlerce sarayda misâfir etti. İzzet ve ikramda bulundu. Başbaşa sohbet ettiği günlerden birinde; Allahü teâlânın izniyle, evliyânın himmetleri bereketleri ile İstanbul’u almak istiyorum. Rahmetli dedem Yıldırım Bâyezîd Hân bu işe girişti. Fakat şimdiye kadar kesin bir netice elde edilemedi. Devlet-i Âl-i Osman’ın topraklarının ortasında bir Bizans Devleti’nin olmasına hiç gönlüm râzı değil. Sevgili Peygamberimizin de (s.a.v.) medhettiği bu İstanbul bize lâzım. Bunu almak için de himmetinizi, yardımınızı bekliyorum” dedi. Murâd Hân bu sözleri söylerken, Hacı Bayram-ı Velî derin bir tefekküre dalmış olduğu hâlde dinliyordu. Söz bitince, tane tane! “Sultânım! Bu şehrin fethini görmek ne size, ne de bize nasîb olacak, İstanbul’u almak, şu beşikte yatan yavrunuz Muhammed’e (Fâtih Sultan Mehmed Hân’a) ve onun hocası, bizim Köse Akşemseddîn’e nasîb olsa gerektir” müjdesini verdi. Sultan Murâd Hân bu müjdeye çok sevindi. Oğlu şehzâde Muhammed’e ve Akşemseddîn’e artık başka bir nazar ile bakmağa başladı.
Hacı Bayram-ı Velî hazretleri Edirne’de bulunduğu müddet içinde câmilerde va’z verip, halka nasîhatlerde bulundu. Edirneliler de onu çok sevdiler. Onun hangi câmide nasihat edeceğini öğrenip, oraya akın akın gittiler. Böyle mübârek bir zâtın Edirne’yi terketmemesini arzu ettiler. Pâdişâh da, onun Edirne’de kalmasını istiyordu. Fakat Hacı Bayram-ı Velî, Ankara’ya talebelerinin başına dönüp, onları yetiştirmeye devam etmek istediğini bildirdi. O zaman Sultan Murâd, ondan nasihat istedi. Hacı Bayram, nasihat olarak buyurdu ki: “Teb’an içinde herkesin yerini tanı, ileri gelenlere ikramda bulun. İlim sahiplerine hürmet et. Yaşlılara saygı, gençlere sevgi göster. Halka yaklaş, fâsıklardan uzaklaş, iyilerle düşüp kalk. Hiç kimseyi küçümseme ve hafife alma. İnsanlığında kusur etme, sırrını hiç kimseye açma. İyice yakınlık peyda etmedikçe, kimsenin arkadaşlığına güvenme. Cimri ve alçak insanlarla ahbablık kurma. Kötü olduğunu bildiğin hiçbir şeye ülfet etme. Seninle başkaları arasında bir toplantı akdedilir veya insanlarla aranızda ba’zı mes’eleler görüşülürse, yahut onlar mes’elelerde senin bildiğinin hilafını iddia ederlerse, onlara hemen muhalefet etme. Sana birşey sorulursa, ona herkesin bildiği şekilde cevap ver. Sonra bu mes’elede şu veya bu şekilde görüş ve delîllerin de bulunduğunu söyle. Senin bu türlü açıklamalarını dinleyen halk, hem senin değerini, hem de başka türlü düşünenlerin değerini tanımış olur. Sana bu görüş kimindir? diye sorarlarsa, fakîhlerin bir kısmınındır, de. Onlar, verdiğin cevâbı benimserler ve onu sürekli olarak yaparlarsa, senin kadrini daha iyi bilir ve mevkiine daha çok hürmet ederler. Seni ziyârete gelenlere ilimden birşey öğret ki, bundan faydalansınlar ve herkes öğrettiğin şeyi belleyip tatbik etsin. Onlara umûmî şeyleri öğret, ince mes’eleleri açma. Onlara güven ver, ahbablık kur. Zîrâ dostluk, ilme devamı sağlar. Ba’zan da onlara yemek ikram et. İhtiyâçlarını te’min et. Onların değer ve i’tibârlarını iyi tanı ve kusurlarını görme. Halka yumuşak muâmele et, müsamaha göster. Hiçbir kimseye karşı bıkkınlık gösterme. Onlardan biri imişsin gibi davran.” Bu nasîhattan sonra küçük Fâtih’i kucağına aldı. Onun gözlerine bakarak, uzun uzun teveccühlerde bulundu. Sultan Murâd Hân, ayrılık vakti geldiği zaman Hacı Bayram-ı Velî’ye bir ferman verip, talebelerini vergi ve askerlikten muaf tuttuğunu bildirdi. Yanına ehil kimselerden hizmetçiler verip, Ankara’ya kadar refakatlerini tenbîh eyledi. Hacı Bayram, önce Gelibolu’ya geldi. Orada Yazıcızâde Ahmed Bîcân ve Muhammed Bîcân kardeşler ile görüştü. Bir müddet onları irşâd etmek, yetiştirmek için orada kaldı. Onların Bayrâmiyye yoluna girerek, tasavvufta ilerlemelerine sebep oldu. Muhammed Efendi, yazmış olduğu eseri “Muhammediyye”yi hocası Hacı Bayram-ı Velî’ye takdim ettiğinde; “Ey Muhammed! Bu kitabı yazacağına kalbinin nûrlanması için çalışıp, nefsini terbiye etmek için uğraşarak, onu yola getirse idin daha iyi olmaz mı idi?” buyurduğunda; Muhammed Bîcân, bir “Âhh!” çekti. O ânda kitabın açık olan sahifesi, “Âhh”ın ateşinden kararıp simsiyah oldu. Hacı Bayram-ı Velî, kısa zamanda bu iki kardeşe icâzet (diploma) vererek, Gelibolu taraflarındaki kimseleri yetiştirme vazîfesini verdi. Ankara’ya döndü.
Hacı Bayram-ı Velî, ömrü boyunca Sultan Murâd Hân’a ve devletine duâ etti. Osmanlı Devleti dâhilinde birçok beldelere halîfelerini gönderip, tâliblerine ilim öğretmekle vazîfelendirdi.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Âşıkpaşa-zâde Târihi
2) Mir’ât-ı kâinat 6, kısım sh. 40
3) Münseât-ı selâtîn-i Feridun Bey
4) Tevârih-i Âl-i Osman (İbn-i Kemâl Paşazâde)
5) Gazâvât-ı Sultan Murâd Hân
6) Tâc-üt-tevârih
7) Amasya Târihi (Hüseyn Hüsâmeddîn)
8) Şakâyık-ı Nu’mâniyye tercümesi (Mecdî Efendi) sh. 99
9) Rehber Ansiklopedisi cild-12, sh. 314