MEVLÂNÂ BEHÂÜDDÎN KIŞLÂKÎ

Buhârâ’da yetişen hadîs âlimlerinden ve evliyânın büyüklerinden. İsmi, Mevlânâ Behâüddîn Kışlâkî’dir. Buhârâ yakınlarında bulunan Kışlak köyünde doğdu. Buraya nisbetle Kışlâkî denilmiştir. Daha çok Behâüddîn Kışlâkî diye meşhûr olmuştur.

Doğum ve vefât târihleri kat’î olarak tesbit edilemeyen Kışlâkî’nin, dokuzuncu asrın başlarında vefât ettiği bilinmektedir.

Çevresinde bulunan büyük âlimlerin sohbetlerinde bulunarak yetişen Kışlâkî, ilimde yükselerek, zamanında bulunan âlimlerin önde gelenlerinden oldu. Bundan sonra, talebe okutmak, ders vermek sûretiyle hizmete başlayan Kışlâkî (r.a.), Şâh-ı Nakşîbend Muhammed Behâüddîn-i Buhârî hazretlerinin hocalarındandır.

Behâüddîn-i Buhârî hazretleri, tasavvuf yolunun daha başında iken, Nesef beldesinde tesadüfen Mevlânâ Behâüddîn Kışlâkî’yi gördü. Bundan sonra onun sohbet ve hizmetine can atar oldu.

Kışlâkî hazretleri, Şâh-ı Nakşîbend Behâüddîn-i Buhârî’yi daha ilk gördüğünde; “Sen öyle yükseklerde uçacak bir kuşsun ki, bu yolda senin arkadaşın ve uçuş yoldaşın Ârif Dikgerânî olsa gerektir” dedi. Bu söz üzerine Şâh-ı Nakşîbend, Mevlânâ Ârif’i bir an evvel görmek iştiyâkıyla yanmaya başladı. Onun bu hâlini anlayan Kışlâkî, bu sırada köyünde, tarlasında çift sürmekte olan Ârif Dikgerânî’yi yanlarına getirmeyi düşündü ve Behâüddîn-i Buhârî’ye; “Gönlün Mevlânâ Ârifi çok çekiyorsa, çağırayım gelsin” buyurdu. Sonra evinin damına çıkarak; “Ârif, Ârif, Ârif!” diye üç defa seslendi. Bu sırada Mevlânâ Ârif tarladan gelip, öğle namazını kılmış, namazdan sonra yakınları ile sohbet ediyordu. Allahü teâlânın izni ile, Kışlâkî’nin kendisine seslendiğini duyup, yanındakilere; “Beni, Mevlânâ Behâüddîn Kışlâkî çağırıyor. Hemen gitmeliyim. Sizler evlerinize dönebilirsiniz” dedi. Acele ile yola çıktı. Aralarında ikibuçuk günlük mesafe vardı. Bu mesafeyi çok kısa zamanda aldı. Kışlâkî ile Behâüddîn-i Buhârî hazretlerinin bulundukları yere geldi. Behâüddîn-i Buhârî ile Ârif Dikgerânî’nin ilk karşılaşmaları, Kışlâkî hazretlerinin vâsıtası ile bu şekilde oldu.

Kışlâkî hazretleri, dergâhına gelenlere, büyükler yolunda hizmete ihlâsla başlamanın ehemmiyetini anlatırdı. Bir defasında, yeni gelen bir talebesine bu durumu îzâh etmek için; “Mutfakta bir derviş var. Git onu gör” buyurdu. Bu yeni talebe mutfağa gittiğinde, sırtına odun yüklenip mutfağa taşıyan birisini gördü. Bu yeni talebe, böylece hafif ve ağır demeden, ne hizmet varsa hemen el atmak îcâb ettiğini, büyüklere hizmetin insana çok şeyler kazandıracağını anladı.

¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾

1) Reşehât ayn-ül-hayât (Arabî) sh. 49

2) Reşehât ayn-ül-hayât (Osmanlıca) sh. 78