MES’ÛD BEY (Şîr Hân Makbûlullah Dehlevî)

Hindistan evliyâsından. İsmi Şîr Hân, lakabı Makbûlullah, mahlası Mes’ûd Bey’dir. Dehlevî nisbet edildi. Hindistan’ın en büyük hükümdârlarından Fîrûz Şâh’ın akrabasından ve ümerâsındandı. İlim, mal-mülk, makam ve mevki sahibi idi. Şeyh Rükneddîn bin Şeyh Şihâbüddîn’i gördü. Allah aşkı galip gelip, malı-mülkü, makamı, mevkiyi terketti. Şeyh Rükneddîn’in garip bir talebesi, Allah yolunun bendesi oldu. Dünyâ ile irtibâtını kesti. Malı-mülkü, dünyâ düşkünlerine, onları sevenlere bıraktı. Kendisi, yalnız ilim ve ibâdetle meşgûl oldu. Onun sekr hâli, Allah aşkından dolayı sarhoşluğu başkasına benzemezdi. Allah aşkından akan gözyaşlarının her damlası, kor gibi düştüğü yeri yakardı. Çeştî yolunda, hakîkat sırlarını bunun gibi ortaya döken olmadı. Tasavvuf ve tevhîd bilgilerine dâir çok eserler yazdı. “Temhîdât” ve “Mir’ât-ül-ârifîn” adlı eserleri bunlardandır. “Yûsuf-ü-Züleyhâ”, “Dîvân-ı şi’r”, “Manzûmât-i Fârisiyye” adlı eserlerinde şiirleri toplandı. Dîvânında birçok kasideler vardır. Şiirlerinde “Mes’ûd” mahlasını kullandı. 836 (m. 1432) senesinde vefât edip, Dehlî’de Hâce Kutbüddîn Bahtiyar Kâkî’nin türbesi yolunda, Şeyh Rükneddîn’in kabri yanına defnedildi. “Mir’ât-ül-ârifîn” adlı eserinde, rûh hakkında şöyle buyurmaktadır: “Allahü teâlâ, rûhun sırrını ve nasıl olduğunu, bütün varlıklardan gizlemiştir. Akıl idrâki ve göz hissi ile onu kimse bilemedi ve göremedi. Allahü teâlânın, İsrâ sûresi seksenbeşinci âyet-i kerîmesinde meâlen; “Sana rûhtan soruyorlar. Rûh, Rabbimin yarattığı varlıklardan biridir diye cevap ver” buyurması, rûhun var olduğunun ifadesidir. Allahü teâlâ aynı âyet-i kerîmenin devamında meâlen; “Size ilimden pek azı verildi” buyurarak, rûhu görmek istemekten menetmektedir.

Rûh, eserleri ile belli olmaktadır ama, akıl onu idrâk etmekten âcizdir. Onun mâhiyetinden, özünden konuşmak zordur. Çünkü o, sözün had ve ölçüsünün dışındadır. Hakîkate ermiş âlimler derler ki; rûhu tanımak, rûhla olur. Akıl mumu ma’rifet nûru ile yanıp ışık saçmayınca, rûh bilinemez. Şâirin dediği gibi:

Ben cisimle değil, rûhla insanım.” Herkes, kendi keşfi ölçüsünde rûhdan bahsetmiştir. Benim kalbime doğan, rûhun latîf birşey olmasıdır. Zâtı gizli, eserleri zâhirdir. Tasarrufu, cismle, bedenle alâkalı yedi sıfatla anlaşılır. Bedenden ayrılması ile, bedene olan tasarrufları kesilir. Rûhun en büyük fazilet ve olgunluğu; Hak teâlâ zâtı ile gizli, eserleri ile zâhir olduğu gibi, rûhun da zâtı olarak örtülü olmasıdır. Rûh, hayat eseri ile meşhûrdur. Vücüddaki tasarrufları yedi sıfatla anlaşılmaktadır. Vücüddan ayrılmasıyla, bu tasarrufları da gider. O hâlde, cesedde ki tasarruflarından, varlığı anlaşılmaktadır.

¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾

1) Ahbâr-ül-ahyâr sh. 176

2) Esmâ-ül-müellifîn cild-1, sh. 420

3) Keşf-üz-zünûn sh. 1648

4) Mu’cem-ül-müellifîn cild-4, sh. 312

5) İzâh-ül-meknûn cild-1, sh. 321, cild-2, sh. 460