MAGNİSAVÎ-ZÂDE

Fâtih Sultan Mehmed Hân devrinin büyük âlimlerinden. İsmi, Mevlânâ Muhyiddîn Muhammed’dir. Magnisavî-zâde diye meşhûr oldu. 888 (m. 1483) senesinde vefât etti. Zamanının âlimlerinden okudu ve Molla Hüsrev’in ders verdiği Ayasofya Medresesi’ne talebe oldu. Medresenin en üst bölümündeki odasında, geceler boyu kandilini yakar, ders çalışırdı ve çalışması sabah namazına kadar sürerdi.

Fâtih Sultan Mehmed Hân’ın medreseye ilgisi büyük olup, fırsat buldukça medreseleri dolaşır, okutulan dersleri dinler, talebe ile meşgûl olurdu. Geceleri kalkar, saray penceresinden zaman zaman medreseleri gözden geçirir, hücrelerde bulunan talebeden hangisinin lâmbası geç vakitlere kadar yanar diye merak ederdi. Molla Hüsrev’in müderris bulunduğu kısımdaki talebelerden birinin, sabaha kadar uyumadığını ve bu hâlin aylarca devam ettiğini gördü. Merak edip, birgün Molla Hüsrev ile görüşürken şöyle sordu: “Talebeniz arasında en zekî, en çalışkan ve istikbâl va’deden hangisidir?” Molla Hüsrev de; “Muhyiddîn Magnisavîzâde’dir Sultânım” deyince, Fâtih tekrar sordu: “Ondan sonra kimdir?” Molla Hüsrev; “Yine Magnisavîzâde’dir” dedi. Sultan Fâtih; “Medresenizde iki tane mi Magnisavîzâde bulunur?” diye sorunca, Molla Hüsrev; “Hayır Sultânım, bir tanedir. Lâkin bin talebeye bedeldir. Çok zekî ve çok çalışkandır. Okuduğu bütün dersleri ezberlemiştir. Şu ânda müderrislik yapacak durumdadır. Zekâ ve Hâfıza gücü fevkalâde, sür’at-i intikâl ve mantık kuvveti yerindedir.

Mütâlâa ettiği kitaplar hakkında üstün bilgi sahibidir” dedi. Sultan Fâtih; “Medresenin en üst bölümünde, şu karşıdaki hücrede hangi talebeniz kalır?” diye sordu. Molla Hüsrev, hücrelere dikkatle bakta ve Sultân’ın işâret ettiği hücrenin Magnisavîzâde’ye âit olduğunu anlayınca; “Magnisavîzâde’ye âittir” dedi. Sultan tekrar sordu: “Peki bu talebe sabaha kadar hiç uyumaz mı?” Molla Hüsrev; “Az zaman uyur, çoğu vaktini ders mütâlâası ile geçirir. Bu sebeple okuduğu eserleri ezberlemiş ve hafızasına nakşetmiştir” dedi. Magnisavîzâde’nin bu hâlinden, Fâtih Sultan Mehmed Hân çok memnun oldu. Onu takdîr ve tebrik etti.

Vezîr Mahmûd Paşa, İstanbul’a Medrese-i Ulyâ adında bir medrese yaptırdı. Fâtih Sultan Mehmed ile görüşerek, bir müderris ta’yinini istedi. Sultan öteden beri unutamadığı ve çalışmasını çok beğendiği Magnisavîzâde’yi tavsiye etti. Mahmûd Paşa, Molla Hüsrev ile görüşüp, Muhyiddîn Magnisavîzâde’nin bu medreseye ta’yin edilmesinin uygun olup olmadığını sordu. O da; “Hiç tereddüt etmeden medreseyi ona teslim edebilirsiniz” dedi. Magnisavîzâde’nin ilk dersinde, başta Molla Hüsrev ve Hatîbzâde olmak üzere birçok âlim hazır bulundular. Dersten sonra Molla Hüsrev şöyle dedi: “Hayâtımda tatlı ve doyurucu iki ders dinledim. Biri, Sultan Medresesi’nde Muhammed Şah Fenârî’nin, diğeri de şimdi dinlediğim Magnisavîzâde’nin dersidir.”

Fâtih Sultan Mehmed Hân, Magnisavîzâde’yi Sahn-ı semân medreselerinden birine ta’yin etti. Çok geçmeden de İstanbul Kadıaskerliğine getirdi. Sultan, Rumeli tarafına olan seferinde, Magnisavîzâde’yi de beraberinde götürdü. Beraberinde daha pekçok ilim adamı da vardı. Yolda ilmî müzâkere ve müşâhedelerde bulundular. Sultan Fâtih, bu sohbetleri büyük bir dikkatle ta’kib etti. Bir ara Magnisavîzâde’ye Arabca altı mısralık bir beyt okuyup, ma’nâsını ve arûzun hangi ölçüsünde olduğunu sordu. Magnisavîzâde, bunun cevâbını daha sonra yazıp arzederim diyerek, cevap vermekte zorluk çekti. Fâtih, Arab edebiyatını bilememenin noksanlık olduğuna dikkat çekerek, beraberindeki Nişancı Hoca Sirâcüddîn’i çağırıp, beytin ma’nâsını ve bahrini sordu. Sirâcüddîn Hoca, Arab dili ve edebiyâtında üstün bir derecede olduğundan, beytin tahlilini yapıp, güzel bir ma’nâ verdi. Vezin ve bahrini söyledi. Fâtih, bu etrâflı îzâh şekline hayran kalıp, memnuniyetini bildirdi. İstanbul’a dönüşde, Magnisavîzâde’yi kadıaskerlikten azledip, Sahn-ı semân medreselerinden birine ta’yin etti.

Sultânın maksadı, Magnisavîzâde’nin bu konu üzerinde de çalışma yapmasını sağlamaktı. Zekâ ve ilmiyle isim yapan Magnisavîzâde, İkinci Bâyezîd Hân tarafından tekrar kadıasker yapıldı. Vefâtına kadar bu vazîfede kaldı. Bir Ramazan iftar sofrasının başında, tam ezan okunduğu bir sırada, henüz iftarını açmadan kendisine bir fenâlık geldi. Oradaki bir sedir üzerine uzandı. Oruçlu bir hâlde âhırete göç etti. Mevlânâ Kâsım anlatar: “Bir Ramazan akşamı, evinde iftar yemeğinde idik. Biraz rahatsız olduğunu ve bizim yemeği yememizi söyleyip, istirahate çekildi. Biz yemeği yedik. Hizmetçilerinden biri gelip, rahatsızlığının arttığını söyledi. Gidip baktığımızda, vefâtının yaklaştığını anladık. Derhâl Yâsîn-i şerîf sûresini okuduk ve sûrenin bitmesiyle birlikte rûhunu teslim etti.”

Magnisavîzâde’nin aklî ilimlere dâir küçük bir risalesi vardır.

¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾

1) Şakâyık-ı Nu’mâniyye tercümesi (Mecdî Efendi) sh. 208

2) Vefeyât-ül-a’yân kenarı sh. 213

3) Sicilli Osmanî cild-4, sh. 339