İSMÂİL BİN İBRÂHİM EL-CEBERTÎ

Evliyânın büyüklerinden. İsmi, İsmâil bin İbrâhim bin Abdüssamed el-Cebertî’dir. Lakabı Şeyh-ül-İslâm ve Hâdiy-ül-enâm’dır. 722 (m. 1322) senesinde doğdu, 805 (m. 1402) senesinde Zebîd şehrinde vefât etti. Bâb-ı Sihâm kabristanına defnedildi. Ma’nevî hâller ve kerâmetler sahibi idi. Zebîd halkı onu çok büyük bilir ve saygı gösterirlerdi.

İsmâil bin İbrâhim, icâzet-i mutlaka ile Ebû Muhammed Kâsım bin Asâkir’den ve Ebû Bekr bin Muhib’den hadîs-i şerîf rivâyet etti. Tasavvuf yolunu, Sirâcüddîn Ebû Bekr bin Muhammed Sûfî’den öğrendi. Kendisi ise; Ahmed bin İbrâhim bin Yûnus, Ömer bin Ahmed el-Cevherî; Muhammed bin Ahmed el-Mizze, Muhammed bin Ahmed bin Sûfî, Muhammed bin Muhammed bin Dâvûd, Muhammed bin Muhammed İvaz ve daha birçok âlime icâzet (diploma) verdi.

İsmâil el-Cebertî, çok hayır sahibi, çok ibâdet eden, ağırbaşlı ve güzel ahlâklı, temiz ve güzel giyinen bir zât idi. Yâsîn-i şerîf sûresini devamlı okurdu. Talebelerine ve tanıdıklarına, devamlı Yâsîn sûresini okumalarını tavsiye ederdi. “Yâsîn sûresi, insanın her türlü sıkıntıdan korunmasına, ihtiyâçlarının giderilmesine sebep olur” derdi, önceleri çocuklara öğretmenlik yapardı. Daha sonraları kendini tamamen ibâdete verdi. Büyük âlimlerin sohbetlerinde bulundu. Ma’nevî makamlara kavuştu. Muhyiddîn-i Arabî’yi ve eserlerini çok severdi. Talebelerine de bu eserleri okumayı tavsiye ederdi.

Selâhaddîn el-Hirevî, Zebîd şehrini askerleriyle kuşatmıştı, İsmâil el-Cebertî, sultâna giderek, Selâhaddîn’in yenileceğini ve kendilerinin savaşı kazanacaklarını müjdeledi. Söylediği aynen oldu.

Eş-Şercî onun hakkında; “İsmâil el-Cebertî, evliyânın büyüklerindendir. İlmi ile amel eden bir zât idi. “El-İnsân-ül-kâmil” kitabının sahibi olan hocam Abdülkerîm el-Cîyelî buyurdu ki: “Yemenli sâlih bir zât ile, Allahü teâlânın sevgili kullarından birinin yanına gittik. Orada; “Zamanın büyüğü kimdir?” diye sordum. O zât cevaben; “Zamanın büyüğü, İsmâil el-Cebertî’dir” dedi.”

Birisi, İsmâil el-Cebertî’nin arkasında cemâat olup, namaz kıldı. Namazda, cebindeki paranın çoluk-çocuğu için yetip yetmiyeceğini düşündü ve bu sebeple de okuması gereken ba’zı duâları unuttu. Namaz bitince, İsmâil el-Cebertî ona dönüp; “Yavrum, namazda cebindeki paranın hesabı ile meşgûl iken ba’zı duâları okumayı unuttun. Bundan sonra namazına çok dikkat et” buyurdu.

Ya’kûb el-Mehâî, işi îcâbı çok sefere giderdi. Deniz yolculuğundaki tehlikelerin çok olması sebebiyle, yolculuklarından şikâyette bulundu. İsmâil el-Cebertî ona; “Tehlike ile karşılaştığında; ey ehl-i Yâsîn diyerek Allahü teâlânın sevgili kullarından yardım iste” buyurdu. Denizde yolculuk ederken, tehlikelerle karşılaştığında buyurduğu gibi yaptı. Her defasında tehlikeden korunmuş oldu.

İsmâil el-Cebertî, bir defasında yerinden doğrulup, eliyle bir tarafı işâret ederek, yüksek sesle haykırdı. Bir zaman böyle kaldı. Birkaç gün sonra Ya’kûb el-Mehâî yolculuktan döndü. Gemi ile gelirken fırtına çıktığını, denizin kabarıp, batma tehlikesi geçirdiklerini, o esnada; “Ey ehl-i Yâsîn! Ey Allahü teâlânın sevgili kulu İsmâil bin İbrâhim imdâd eyle!” diye bağırdığını, o zaman denizin sükûnet bulduğunu ve kurtulduklarını haber verdi. Kurtuldukları zamanın, tam İsmâil bin İbrâhim’in yerinden kalktığı zaman olduğu anlaşıldı.

Abdürrahîm el-Emyûti şöyle anlatır: “Ben, önceleri İsmâil el-Cebertî’nin büyüklüğünü anlamadığımdan, onun hakkında şânına uygun olmayan ba’zı şeyler hatırımdan geçti. Bir gece uyku ile uyanıklık arasında iken, İsmâil el-Cebertî’nin beraberinde ba’zı kimselerle yanıma geldiğini gördüm. O esnada bütün vücûdumda, takat getiremiyeceğim acılar peyda oldu. Az kalsın ölecektim. Daha sonra onlar yanımdan çıkıp gittiler. O gece ve gündüzü, o acılar içinde kıvrandım, ikindi vakti birisini gönderip, İsmâil el-Cebertî’den yardım istedim. Yanıma geldi. O zaman sanki bende hiçbir şey yokmuş gibi ayağa kalktım. Derhâl kendisinden özür diledim, Allahü teâlâya da tövbe edip, bir daha sevgili kulları hakkında kötü zanda bulunmamak üzere sözverdim.”

Hasen el-Hebel şöyle anlatır: “Bir zaman hasta oldum. Bu hastalığım uzun zaman sürdü. Ben de Allahü teâlâya iyi olmam için duâ ettim ve bundan sonra hiçbir mahlûka bağlılığım olmıyacak diye sözverdim. İsmâil el-Cebertî benim ziyâretime geldi ve bana; “Sen, Allahü teâlânın mahlûkâtından hiç birine bir bağlılığım olmıyacak diye mi konuştun?” diye sordu. Ben de; “Evet efendim” dedim. O zaman; “Allahü teâlânın sevdiklerine bağlanmalı” buyurdu, kalktı ve çıktı. O esnada ben, sanki hiçbir şeyim yok gibi kalktım. Onunla birlikte kapıya kadar yürüdüm.”

Fakîh Ali bin Osman el-Mutayyib, İsmâil el-Cebertî’yi çok severdi. Bütün işlerini ona danışır, sıkıntılarını arzederdi. Bir defasında oğlu Fakîh Muhammed çok hastalandı. Yine gelip, oğlunun bu hâlini arzedip duâ istedi. O zaman İsmâil el-Cebertî; “Oğlunuz insâallah iyi olacak, fakat bir başkası hastalanacak” buyurdu. Kısa bir zaman sonra oğlu hastalıktan kurtuldu. Fakat Ali bin Osman el-Mutayyib hastalandı, İsmâil el-Cebertî’nin sözünün, vefâtına işâret olduğunu anlayıp, vasıyyetini yazdı. Kefenini hazırladı, kabrini kazdırdı. Çok geçmeden de vefât etti.

Birisi, Aden vâlisi Abdüllatîf el-Irâkî’yi rü’yâsında gördü. Irâkî ona; “Zamanın büyüğünü görmek istermisin?” dedi. O da; “Evet” deyince; “O budur” dedi ve birden İsmâil el-Cebertî göründü.

İmâm eş-Şercî anlatır: Fakîh Abdürrahmân bin Zekeriyyâ, evliyânın büyüğünü tanıyan bir zât idi. Buyurdu ki: “Şu zamanda Şam’da, Yemen’de, Irak’ta ve Haremeyn’de İsmâil el-Cebertî’nin bir benzeri yoktur.”

İsmâil el-Cebertî, birgün Fakîh Ebû Bekr bin Ebî Harb’le bir yerde karşılaştı. Fakîh’te bir takım hâller başlayıp, hisleri kayboldu. Bir zaman öyle kalıp, daha sonra eski hâline döndü. Dedi ki: “Ey İsmâil el-Cebertî! Senin büyüklüğünü ben bilemem, ancak Allahü teâlâ bilir. Vallahi çok kimsede olmayan üstünlükler sende vardır.”

Hasen es-Sucî anlatır. “Ben Sultan Sa’düddîn’in ve müslümanların işine çok önem verirdim. Habeş diyârında, kâfirlerin müslümanlara hücum edip zarar verdiğini öğrendim. Ben, İsmâil el-Cebertî’nin yanına gider mes’eleleri arzederdim. Bir gece onun yanına gittim. Kalbimden, müslümanların içinde bulundukları sıkıntılı durum geçti. O zaman İsmâil el-Cebertî, iki defa; “Gelmen sana faydalı oldu” dedi. Daha sonra evime gidip, sabah namazı vaktine kadar uyuyamadım. Yâsîn sûresini okudum. O esnada hafif bir uyku geldi. İsmâil el-Cebertî’nin, kâfirlerin karşısına çıktığı ve onların bütün silâhlarını aldığı gözümün önüne geldi. Hafif uyku hâlim geçti. Kalkıp abdest alıp, sabah namazını kıldım ve İsmâil el-Cebertî’nin yanına gittim. Selâm verdim. Bana ne gördüğümü sordu. Ben de anlattım. Birkaç gün sonra, Sultan Sa’düddîn’in kâfir ordusuna karşı zafer haberi geldi.”

İsmâil el-Cebertî’nin, vefâtından sonra da kerâmetleri görüldü. Kâdı Fahrüddîn en-Nûrî el-Mekkî şöyle anlatır: “Vefâtından sonra, İsmâil el-Cebertî’yi rü’yâmda gördüm. Ben Mescid-i Harâm’da uyuyordum. O esnada bana şöyle buyurdu: “Vallahi ben, sizin zannettiğiniz gibi ölü değilim. Ni’metler içindeyim Rabbimin katında Peygamberlerle, sıddîklarla, şehîdlerle birlikteyim.”

Allahü teâlânın sevdiği kullarından biri anlatır: “Birgün, İsmâil el-Cebertî’nin kabrine uğradım. Onu bir örtü üzerinde ve etrâfında bir cemâat olduğu hâlde Yâsîn-i şerîf sûresini okurken gördüm. Ona; “Efendim, şimdi siz kabirdesiniz. Hâlbuki siz, sizi sevenlere, dünyâda olduğu gibi, kabirde de Kur’ân-ı kerîm okuyorsunuz” dedim. O da: “Evet, dediğin gibidir” buyurdu.

¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾

1) Câmi’u kerâmât-il-evliyâ cild-1, sh. 358

2) Ed-Dav-ül-lâmi’ cild-2, sh. 282

3) Enbâ-ül-gumr cild-2, sh. 272