İBN-İ VEFÂ (Ali bin Muhammed)

Evliyânın meşhûrlarından. İsmi, Ali bin Muhammed bin Muhammed bin Vefâ el-Kuraşî, el-Ensârî’dir. Künyesi Ebü’l-Hasen’dir. İbn-i Vefâ ismiyle meşhûr olmuştur. Tefsîr, fıkıh, tasavvuf ve edebiyat ilimlerinde âlim olup, evliyâ bir zât idi. 759 (m. 1358) senesinde Kâhire’de doğdu. 807 (m. 1404)’de Ravda’da vefât etti.

İbn-i Vefâ daha küçük yaşta iken babası vefât etti. Babası vefât etmeden önce, oğlu İbn-i Vefâ’yı ve diğer oğlu Ahmed’i, dostlarından sâlih bir zât olan Şemseddîn Muhammed Zeylâ’î’ye bıraktı. Bu zât, İbn-i Vefâ’yı ve kardeşini büyütüp, terbiye etti. Fıkıh ilmi öğrenmelerini sağladı, iki kardeş, gayet iyi bir tarzda tahsil görüp, güzel ahlâklı olarak yetiştiler.

İbn-i Vefâ onyedi yaşına geldiğinde, evliyânın meşhûrlarından olan babası Muhammed Vefâ’nın yerine irşâd makamına oturdu. Kısa zamanda babası gibi meşhûr olup sevildi. Talebeleri ve sevenleri günden güne arttı. Sohbetleri herkes tarafından anlaşılacak şekilde tatlı ve te’sîrli idi. Çok zarif ve güzel giyinir, yaşayışı ve ahlâkı ile insanlara örnek olurdu. Mâlikî mezhebinden ve Şâzilî tarikatından idi. İmâm-ı Şa’rânî onun hakkında şöyle demiştir: “Evliyânın sözlerinden (eserlerinden) çok okudum. Ondan daha âlimi ve sözlerinden daha delîllisini, sağlamını görmedim.

İbn-i Vefâ, geceleyin evinden çıkıp, Ravsa denilen yere giderdi. Şehirden çıkarken sur kapılarına yaklaşınca kapılar onun kerâmetiyle açılırdı. Sonra kapanırdı. Şehrin vâlisi, bir gece şehri dolaşırken kapıların açık olduğunu görerek nöbetçiye; “Neden açık!” diye sordu. Nöbetçi; “İbn-i Vefâ hazretleri çıkmak için gelince, kapılara işâret ediyor, kapılar da açılıyor” dedi. Vâli durumu görüp anlayınca, onun büyüklüğünü anlayıp sevenlerinden oldu.

İbn-i Vefâ (k.s.) hacca gitmişti. Bu sırada susuzluk başgösterdi. Hacılar susuzluktan neredeyse telef olacaklardı. Bunun üzerine İbn-i Vefâ’ya gelip durumu anlattılar. O da; “Yâ Rabbî! Susuzlara kereminle, lütfunla su ihsân eyle” diye başlayan bir şiir okuyup, duâ etti. Duâsı üzerine bolca yağmur yağdı. Su ihtiyâcı karşılandı.

İbn-i Vefâ’nın ikâmet ettiği ev, sultanların makamı gibi idi. Vezîr İbn-i Zeytün onun bu hâlini ayıplar, kendi kendine; “Dünyâ ehline hiçbirşey bırakmadı” derdi, İbn-i Vefâ bu sözü işitince; “Dünyânın belâ ve musibetini, âhıretin de azâbını, dünyâya düşkün olanlara bıraktık” demişti.

Eserleri: 1- El-Bahis alel-hâlis fî ahvâl-il-havvâs, 2- Tefsîr-ül-Kur’ân, 3-El-Kevser-ül-mütterig minel-ebhâr-ilerbag, 4- Şiirlerinin toplandığı Dîvân’ı, 5- Mefâtih-ül-hazâin-ül-âliyye, 6-Müveşşihât, 7- Kitâb-ül-vasayâ, 8- El-Masâmi-ür-Rabbâniyye.

İbn-i Vefâ hazretlerine, Şâziliyye tarikatının mensûplarının güzel elbise giymelerinin ve lezzetli yiyecekler yemelerinin sebebi sorulup, Selef-i sâlihîn böyle giyinip, böyle yemezdi dediklerinde; “Onların güzel elbise giyinmelerinin sebebi, Allahü teâlânın kendilerine ihsân ettiği ni’metlere râzı olup göstermek için ve insanlara zengin görünmek için idi. O zamanda insanların bir kısmının eski giyinmeleri, halkın elinde olanlara bakıp, fakir ve muhtaç durumda olduklarını göstermek için idi. Fakat Selef-i sâlihîn eski elbise giyip, lezzetli yiyeceklere düşkünlük göstermediler. Onların zamanında gaflet içinde olan insanlar, dünyalık kazanmak için hırsla çalışıyorlardı ve görünüşlerini süslemeye gayret ediyorlardı. Ellerindeki dünyalıkla servetle iftihar ediyorlardı. Selef-i sâlihîn zamanlarındakiler, gaflet ehline muhalefet ettiler. Eski elbise giydiler yavan yediler. Böylece gaflet ehline uymaktan sakındılar. Ama Şâziliyye tarikatı mensûpları, zamanlarındaki fakirlerin hâllerine baktılar; zenginlerin kendilerine acıyıp yardım etmeleri ve böylece dünyalığa kavuşmak için eski elbise giyiyorlardı, İşte Şâziliyye tarikatı mensûpları da, o dünyâya düşkünlük gösteren fakirlere muhalefet göstererek, yeni ve güzel elbiseler giydiler. Halka zengin gözüktüler.”

İbn-i Vefâ’nın (k.s.) kıymetli eserleri ve şiirleri vardır. Vasıyyetleri birkaç cild kitap halindedir. Kendisine ilâhî feyz geldiği zaman üç gün içinde birkaç cild tutan vasıyyetlerini yazmıştır. Bu vasıyyetlerinden ba’zı bölümler şöyledir:

“Dünyâ dertlerine mübtelâ olan din kardeşini tedbirsizlikle suçlayıp, kınama. Çünkü o, ya mazlûmdur; Allahü teâlâ sonunda onu kurtaracaktır. Ya da günah işlemiştir; başına gelen musibetler günâhına keffârettir. Yahut da Allahü teâlâ, onu yüksek derecelere ve makamlara ulaştırmak için onu dünyâ dertlerine mübtelâ kılmıştır.”

“Devamlı elde kalmayacak olan birşeyin varlığı ile övünmek ve kendi başına da gelebilecek bir şeyden dolayı başkasını ayıplamak ahmaklıktır. Çünkü pek iyi bilirsin ki, başkasının başına gelen senin, senin başına gelen şey de başkasına reva görülebilir. Bunu iyi düşün!”

“Dünyânın zevkleri ve lezzetleri boştur. Bunlara kavuşmak için dînini dünyâya değişenler, dîninden ta’viz verenler, rüşvet vererek çerçöp satın almaya çalışmış sayılırlar. Hazreti Ömer (r.a.) birgün yanındaki eshâbı ile giderken, onları bir çöplüğün yanında uzun müddet durdurdu. Kokusundan rahatsız olup; “Bizi neden burada durdurdunuz? dediler. Bunun üzerine Hazreti Ömer çöplüğü göstererek buyurdu ki: “İnsanların kavga ederek elde etmek istedikleri dünyâ (ya’nî haram ve mekrûhlar) işte budur.”

“Kâmil şükrün hakîkati; Allaha yaptığı şükrün, yine Allahtan geldiğini kulun idrâk etmesidir.”

“İnsanlara yol gösteren hidâyet rehberleri, Allahü teâlânın hıfz ve emânında, koruması altındadırlar. Onların ağlaması ve sızlaması kendileri için değildir. Kendilerine tâbi olanlar içindir. Ya hareketleriyle onlara nasıl amel edeceklerine dâir örnek olurlar veya onlara şefaat taleb ederler.”

“Keşf (kerâmet), herşeyi bilen Rabbinden; perdeler ise nefsinden gelir. O hâlde keşfe kavuşmak için nefsinden yardım isteme, çünkü nefs, gittikçe zulmete batırır. Allahtan sıdk ile istediğin zaman vermez diye korkma. Çünkü Allahü teâlâ, sıdk ile ihlâsla isteyene bol bol verir.”

“Muhabbet sıfatı; cimri, yumuşak olmayan, aceleci ve âsî kullara verilmez.”

“Allahü teâlâ kuluna inâyette bulunmak istediği zaman, şakilerin şekavet sebebini, saadet sebebine çevirir. Kul günah işler, pişman olur, utanır ve yalvarır. Rabbinden uzak kalmanın, rızâsına kavuşamamanın acısını tadar. Allahü teâlânın rızâsına kavuşmanın kıymetini anlar, daha çok şükreder. Daha çok iyilik yapmaya çalışır ve rahmet deryasına dalar. Bunun aksi ise, felâkete gider. Allahü teâlâ dilediğiyle hükmeder.”

“Kötü din adamı (dîni dünyâ isteklerine âlet eden, herkesin îmânını bozan), İblîs’den (Şeytandan) daha zararlıdır. Çünkü, İblîs vesvese verdiği için, mü’min bir kimse onun düşman olduğunu bilir. İblîs’in isyan etmiş, sapıtmış bir düşman olduğunu asla unutmaz. İblîs’e uyduğu takdîrde âsî bir kul olacağını anlar, günâhına derhâl tövbe eder. Rabbinden af diler. Kötü din adamları (ulemâ-i sû’) ise, hak ile bâtılı karıştırarak, hevâ ve heveslerine, nefslerinin arzusuna göre hüküm verirler. Böylece doğru yoldan ayrılırlar. Kendilerine uyanların da yaptıkları boşa gider, iyilik yaptıklarını zannettikleri hâlde dalâlete düşerler. Kötü din adamlarından Allaha sığın ve onlarla bir arada bulunmaktan sakın! Sâdık, iyi ve sağlam din âlimleriyle birlikte bulun.”

Tanınmak ve âfet olan şöhreti istemiyorsan, dünyâdan yüz çevir.” “Nefs, kalbin hükmünü kabûl ettiği andan i’tibâren isyandan kurtulur, huzûra kavuşur. Nefs, kalbin hükmünü kabûl etmedikçe, kendi şirk ve küfrü nisbetinde, münâkaşa ve mücâdelesi devam eder...”

“Allahü teâlâ bir kuluna ilim ve ma’rifet ihsân ettiği zaman, insanlar o kul hakkında ikiye ayrılırlar:

1-Melek seciyeli, yumuşak tabiatlı ve itaatkâr olanlar,

2-Hased edici, şeytanî seciyeli olanlar.

Ey doğruyu arayan kişi! Allahü teâlânın ilim vererek seçtiği evliyâ kullarına muhtaç olduğunu bil. Onlara hürmetkar ol ki selâmete kavuşasın. Sakın onlara buğz edip haset eyleme ki, böylece nefse ve şeytana teslim olmaktan kurtulasın ve rahmetten mahrûm kalmayasın.”

“Akıllıların sana sefih demeyeceği, câhillerin de seninle alay etmeyeceği şekilde giyin.”

“Bütün hâllerinde, sana yardımcı olacak ve kemâle götürecek arkadaşı seç.”

“Âlim ve kerîmin gadabından, lâimin (kınayıcının) ve zâlimin zararından korunacak kadar edebli ol.”

“Devamlı tâat üzere olmanı sağlayan i’tikâd (Ehl-i sünnet i’tikâdı) üzere ol.”

“Haktan başka birşeyi seçmeyecek ve sapmayacak kadar hakkı bilmek sana kâfidir.”

“Bâtıldan sakınmanı sağlayacak kadar bâtılı tanıman sana yeter.”

“Başkasının sözlerini ve hâllerini iyiye te’vil etmek mümkün ise, kötü te’vil yapmayacak ve hücum edenlerin hücumunu delîlsiz kabûl etmeyecek kadar hüsn-i zan sahibi ol.”

“Allahü teâlânın merhameti vardır diyerek isyana kalkışma, kahrından da korkarak ümitsizliğe düşme.”

“Allahü teâlâyı unutmuş ve zulmet içinde kalmış kimseler ile arkadaşlık yapmak büyük bir felâkettir.”

“Nefs, mü’minin bineğidir. O hâlde, nefsin uyması emredilen ilâhî emirlere uy. Nefsi kötü ahlâktan men eyle. Serkeşliği âdet edinmemesi için dikkatli ol. Çünkü böyle binekle esas memleketine (âhırete) döndüğün zaman çok yorulursun. Cennet ile Cehennem arasında gidip geldiğinde, taşkınlık yaptığından dolayı pişman olursun, iyi bil ki, kurulmuş köprüden geçmek için hazırlanan kimsenin bineği nefsdir. Eğer nefs serkeşlik, taşkınlık yaparsa, binicisini istenmeyen hâllere düşürür. Eğer nefs yumuşak ise (ıslâh olmuş ise), biniciyi maksadına ulaştırır. Böyle kimse, Cehennemden uzaklaşıp, Cennete giden kurtulmuşlardan olur.”

“Bir zâlime kalben meyleden kimseyi fitne ateşi sarar. Böyle kimse, ancak Allahü teâlânın yardımı ile kurtulur.”

“Zâlime kalben hizmet etmek, hizmet etmenin dehşetlisi en kötüsüdür.”

“Zâlime kalben meyledip de selâmetle kurtulan bir kimseye, sanki Hazreti İbrâhim’in ateşten kurtulma mu’cizesine benzer bir kerâmet verilmiştir.”

“Hakîkî matlub birini çekerse, kabûl ederse, ona hiçbir şey mâni olamaz.”

“Nefs günah deryasına dalmışsa, üzüntüler nasıl kalkar, nasıl yok olur? Tövbe ederek Rabbini râzı edecek, Rabbine dönmek için çırpınan ve zahmetlere katlanan kul nerede?”

Seninle elbisen arasına, vücûduna; karınca, sinek, pire, bit girmesini istemezsin, hattâ böyle birşey olursa, elbiseni sırtından çıkarıp attığın da vâki olur. Nasıl olur da hakîkatin ile (asıl maksad ile) arana başka birşeyin girmesine râzı olursun?”

“Sakın Allahü teâlânın lütfuna mazhar olmuş ve senden üstün kılınmış bir kimseye hased etme. Çünkü hasedin sebebiyle Allahü teâlânın gadabına uğrayabilirsin. Çehren değişip, kötü akıbetlere düşebilirsin. Nitekim Âdem aleyhisselâma hased edip, böbürlenerek secde etmeyen İblîs, mel’ûn oldu.

İblîs’in bu hâlinde senin için bir ihtar vardır. Şöyle ki: Hakka da’vet eden gerçek bir rehber gördüğün zaman, sakın ona hased etme ve ona itaat etmekten kaçınma, ona uy! Böyle yapmadığın takdîrde, menfi hareketin sebebiyle, sendeki râzı olunulan güzel sıfatların tamamen silinip, gadabı celbeden kötü sıfatlara düşmene sebeb olur. Fakat Ehl-i sünnet i’tikâdında olan (yetişmiş ve yetiştirebilen) bir hidâyet rehberine tâbi olman, senin şeytanî sûretini melek sûretine çevirir. O zaman gerçek kulluk zirvesine doğru yükselmeğe başlarsın.”

“Ey Âdemoğlu! Sen iyi sıfatlara sahip olduğun müddetçe, aslından ayrılmamış olursun, iyi sıfatların yerini kötü sıfatlara terk edersen, sendeki insanî vasıf şeytanî sûrete döner...”

“Dünyâ serveti öyle acâib bir şeydir ki, elde etmek için çekilen zahmet ve devamlı yorgunluk, huzûru kaçırır. Elden gittiği zaman da büyük üzüntüye sebeb olur. Mü’min kul, ancak yüzünün akıyla Rabbine kavuştuğu zaman rahat bulur.”

“Dünyâ pâdişâhları, âhıret pâdişâhlarına muhtaçdırlar. Bu, daha dünyâda apaçık görülmektedir. Âhıret pâdişâhları, dünyâda zâhidlerdir, dünyâya düşkün olmayanlardır. Onlar, Allahü teâlânın ihsânına kavuşmuşlardır. Dünyâya düşkün olan dünyâ ehlinin yanlış yolda oldukları, ölümden sonra (âhırette) bütün fırsatlar elden kaçınca belli olacak. Fakat o zaman, artık fırsat kaçmış, iş işden geçmiş olacaktır. Nasihati kabûl eden rezaletten kurtulur.”

“Şehvetin esâretinden kurtulmuş olarak bir kulübede oturman, şehvetin esâreti altında bulunup, büyük bir sarayda oturmandan daha hayırlıdır. Çünkü nefsin esâreti altında bulunursan, mahcûb ve mahrûm kalırsın.”

“Ma’rifet (tanıma) nisbetinde muhabbet, muhabbet nisbetinde de yakınlık olur.”

“Allahü teâlâ bir kulunu severse, onun kalbini, râzı olduğu kullarının sevgisiyle doldurur.”

“İnsanoğlu, ne zaman kalbini Allahü teâlâdan başka birşeye bağlarsa, zelîl ve rezîl olur. Çünkü kölesine köle olmuştur (kendi emrine verilen şeylere köle olmuştur).”

“Kalbini Rabbine bağlayan kimse azîz olur. Çünkü kendini asıl gayesine döndürmüş olur.”

“Sana Allahü teâlâyı unutturan, gaflete düşüren herşey düşmandır. Düşmanı terkedip Allahü teâlâya sığınan kimse, bütün varlığı ile Rabbine dönmüştür.”

“Ey kişi! Kalbinde Allah sevgisinden başka birşey olmadığı zaman, bil ki çok zenginsin.”

“Eğer bir kimse sana kaba ve ağır muâmele ederse, sakın sen, onun içinde bulunduğu aşağı dereceye düşüp de aynı şekilde muâmele etme. Bilakis, şerefli kimseye yakışan sıfatlarla muâmele etmeğe gayret göster. Çünkü Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîmde meâlen şöyle buyurdu: “De ki, herkes bulunduğu hâl ve niyetine göre iş yapar, O hâlde, kimin yolca daha doğru olduğunu Rabbin daha iyi bilir.” (İsrâ-84)

“Seni asıl maksaddan (Allahü teâlânın rızâsına kavuşmaktan) alıkoyan bir şeyin muhabbeti ile meşgûl olduğun müddetçe, kötü ahlâktan kurtulduğunu iddia etsen de, bu, doğru bir iddia olmaz.”

“Sabit ol ki; yetişesin, gelişesin. Çünkü, kök salmadan önce devamlı yeri değiştirilen bir ağaç; yetişip, büyüyemez.”

“Allahü teâlâ kimin kalbini kendi sevgisi ile doldurursa, artık o kimsenin kalbi başka birşeyle meşgûl olmaz. Çünkü o, zâhiri ile halkla, bâtını ile de Allahü teâlâ iledir.”

¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾

1) Mu’cem-ül-müellifîn cild-7, sh. 231

2) Ed-Dav-ül-lâmi’ cild-6, sh. 21

3) Şezerât-üz-zeheb cild-7, sh. 70

4) Esmâ-ül-müellifîn cild-1, sh. 727

5) Tabakât-ül-kübrâ cild-2, sh. 22

6) Tabakât-ül-müfessirîn (Dâvûdî) cild-1, sh. 434