Büyük İslâm tarihçisi, kırâat ve Mâlikî mezhebi fıkıh âlimi, devlet adamı, sosyolog. İsmi, Abdürrahmân bin Muhammed Hadramî’dir. 732 (m. 1332)’de Tûnus’da doğdu. Ebû Zeyd künyesini aldı. Veliyyüddîn lakabı verildi. Aslen Yemen’de Hadramut’tan olduğu için Hadramî, ailesi Tunus’a hicret etmeden önce Endülüs’te İşbiliyye şehrinde oturdukları için İşbilî nisbet edildi, iyi bir tahsîl görüp çeşitli ilimleri öğrenen, değişik yerlerde hizmetlerde bulunan ve mühim eserler yazan İbn-i Haldûn, 808 (m. 1406)’de Mısır’da vefât etti.
İbn-i Haldûn, çocukluk çağından olgunluk yaşına gelinceye kadar, babası Muhammed Vâbilî’nin nezâretinde yetişti. Ondan terbiye görüp, ilim öğrendi. İlk önce Kur’ân-ı kerîmi ezberledi. O zamanın en meşhûr kırâat âlimi olan Şeyh Ebû Abdullah Muhammed bin Bezzâl-i Ensârî’den kırâat-ı seb’ayı öğrendi. Kırâat ilmine dâir Şâtıbiyye ve Râiyye kasidelerini ezberledi. Kur’ân-ı kerîmi yirmibir defa, yedi kırâat üzerine hatmetti. Arab dili ve edebiyatını; kırâat hocasından, babasından ve Muhammed el-Arabî el-Hasâyidî ile Muhammed Şevvaş el-Mezâzî ve Ebû Abbâs Ahmed bin Kassar’dan öğrendi. Edebiyat ilmini, ilm-i kelâm ve edebiyat mütehassısı olan Ebû Abdullah Muhammed bin Bahr’den okudu. Fıkıh ve hadîs ilmini; Şemseddîn Ebî Abdullah Muhammed bin Câbir, Ebû Abdullah Muhammed bin Abdullah Ceyyânî ve Ebû Kâsım Muhammed Kusayr’dan öğrendi. Bunlardan başka, zamanın diğer meşhûr âlimlerinin de ilim meclislerine devam edip, bilgi, edeb ve faziletlerinden istifâde etti. Herbirinden icâzetnameler (diplomalar) aldı. Aklî ve naklî ilimlerde âlim oldu.
İbn-i Haldûn, ilimde şöhret ve fazilet sahibi olması sebebiyle, zamanındaki hükümdârlar tarafından takdîr edilip sevilerek, önemli vazîfelere ta’yin edildi. Yirmi yaşında iken Tunus hükümdârı Ebû İshâk’a kâtip oldu.
Fas hükümdârı Sultan Ebû İnan, onun sohbetlerine hayran kalıp, 750 (m. 1349)’de Fas’a da’vet ederek, nişancılığa, her türlü yazışma, kânun ve nizâmların tanzim ve tasdikine me’mur etti. Fas Sultânı’nın yakın adamlarından oldu. Fakat onun bu derece yükselmesini çekemeyenler sultâna çeşitli şikâyetlerde bulundular. Neticede suçsuz olduğu hâlde, 759 (m. 1360) senesinde hapse atılmasına sebep oldular. Fas Sultânı’nın vefâtına kadar hapiste kaldı. Sonra, ölen Sultânın vezîri onu hapisten çıkarıp eski görevine ta’yin etti. Fas’ın idâresi, Sultan Ebû Sâlim’in eline geçtikten sonra, hükümdâr ona; önce sekreterlik (nişancılık), sonra da zaptiye ve da’vâlara bakmak vazîfesini verdi. Sultan Ebû Sâlim’in ölümünden sonra, Vezîr Ömer bin Abdullah saltanata geçti. Bu vezirle aralarında soğukluk hâsıl olunca, İbn-i Haldûn, Fas’tan ayrıldı. Endülüs’e gitmek üzere yola çıktı. Endülüs Sultânı Ebû Abdullah bin Ahmer onu büyük bir alâkayla karşıladı. Bir müddet onun ilminden istifâde etti. Daha sonra Bicâye Sultânı Ebû Abdullah, onu yanına çağırdı, İbn-i Haldûn’u merasimle karşıladı. Sarayında bulundurup, memleketinin idâresini İbn-i Haldûn’a teslim etti. Bu sırada, dağlarda yaşayan Berberî eşkiyaları devlete karşı isyan hâlinde idiler. İbn-i Haldûn bizzat Eşkiyaların üzerine yürüdü. Ba’zan yumuşaklık ve şefkatle, ba’zan da şiddetle muâmelede bulunarak, âsî eşkiyaları hükümete boyun eğdirdi. Bicâye hükümetinin durumunu düzeltmek üzere iken Sultan Ebû Abdullah öldürüldü. Bunun üzerine, Tilmsan hükümdârı Ebû Hamun’un da’veti ile, 769 (m. 1371) senesinde Bicâye’de Biskra şehrine gitti. Burada da ba’zı görevlerde bulunduktan sonra, Benî-Tucin ilinde, “Selâmeoğulları Kalesi” adıyle tanınan şehre gitti. Devlet me’muriyetliklerini bırakarak, bir köşeye çekilip ilim ve ibâdetle meşgûl oldu. Bu kalede dört sene kaldı. Bu müddet içinde ilim alemince takdîr edilen mühim eseri “Mukaddime’yi yazdı. Buradan 780 (m. 1378)’de Tunus’a giderken, yazdığı eseri Tunus Sultânı Ebû Abbâs’a takdim etti. Tunus Sultânı, “Mukaddime”de ortaya koyduğu usûller çerçevesinde, bir de târih kitabı yazmasını rica etti. Bundan sonra da umûmî târihini yazdı. Hacca gitmek maksadıyla Tunus’tan çıkıp Mısır’a gitti. Kâhire’de talebelerin ricasıyla, Câmi-i Ezher’de ders okutmaya başladı. Kısa zamanda şöhreti yayılıp, Ezher Medresesi’ne müderris (profesör) olarak ta’yin edildi. 786 (m. 1384)’da da kadılığa ta’yin edildi, İki yıl kadar bu vazîfede kaldı. Âdil kararları ile herkesin sevgisini kazandı. Büyük bir İslâm hukukçusu olarak tanındı. Kendisini çekemiyenlerin şikâyetleri üzerine, sultânın huzûrunda onlarla muhakemeye çıktı. Hasımlarının iddiâlarını kesin delîllerle çürüttü. Bu hâdiseden sonra kadılığı bıraktı. Bir müddet daha ders okuttu. 781 (m. 1379)’de hacca gitmek istediğini bildirerek Mısır’dan ayrıldı. Bu ayrılışında, sultândan büyük ikram ve yardım gördü. Hac farizasını yapıp Mısır’a döndü. Timur Hân Şam’ı alınca, onunla da görüşüp, hürmet ve ikramına kavuştu. Ömrünün son yıllarını Mısır’da geçiren İbn-i Haldûn’a, Sultan Nasîreddîn Ferec devrinde de hürmet ve saygı gösterildi. Fazilet ve meziyyetleri takdîr olundu. Devlet adamları ve memleketin ileri gelenleri, ona saygı ve hürmette kusur etmediler. Sultan Sâlih’in türbesinde, fıkıh ve hadîs dersleri okuttu ve defalarca Mâlikî kadılığında bulundu. Kâdılığı esnasında Kâhire’de vefât etti. Nasr kapısı dışında Sofiyye kabristanına defn edildi. Kabri belli ve meşhûrdur.
Birçok memleketi gezip görmesi, çeşitli vazîfeler yapması, gördüğü ve yaşadığı siyâsî hâdiseler, İbn-i Haldûn’un ilmî hayâtı ve çalışmaları üzerinde mühim te’sîrler yapmıştır. Bu husûs, eserlerinde açıkça görülmektedir.
İbn-i Haldûn, sosyoloji ilminin kurucusu olarak tanınmıştır. O, sosyoloji ilmine; “İlm-i Tabiat-i Umran” adını vermiştir, insanların cemiyetler hâlinde birbirleriyle yardımlaşarak memleketleri îmâr etmelerini ve yaşayışları için gereken geçinme vâsıtalarını, sebepleri ve âletleri hazırlamalarını, “Umran” kelimesiyle ifâde etmiştir. Kendinden önce sosyoloji ilmine temas edenlerden farklı olarak, bu ilmin; siyâset, ahlâk, hitâbet ve başka ilim ve fen cümlesinden olmayıp, kendi başına bir ilim olduğunu ortaya koymuştur.
İbn-i Haldûn’un sosyoloji ilmi ile ilgili görüş ve düşünceleri, meşhûr “Mukaddime” kitabındadır. Bu kitap, yazdığı târih kitabının önsözü mâhiyetinde olup, iki büyük cild halindedir. İbn-i Haldûn, târih ilminde belli metodlar bulunmasını ve târih yazarlarının bu metodlara uymasını açıklamak için yazdığı “Mukaddime”sinde, milletlerin; aynı canlılar gibi doğup büyüdüğünü, çocukluk, gençlik ve olgunluk devrelerinden sonra ihtiyârlıyarak öldüklerini, târih sahnesinden silindiklerini belirtir. Ayrıca basitten başlayarak, birbirini ta’kib edecek şekilde zirâat, ticâret ve nihâyet sanayi’ toplumları hâline geldiklerini kabûl eder ve geniş izahını yapar. Onun bu tasnifi, kendisinden asırlarca sonra gelen Avrupalı sosyologların tasniflerinden oldukça farklı ve daha mükemmeldir ve İslâm devletlerinin târihi seyrine daha uygundur. İbn-i Haldûn, milletlerin yükselmelerinin ve varlıklarının devamının, bir ân önce şehirleşmelerine bağlı olduğunu öne sürer. Çoban ve zirâatçi olarak kalan toplulukların, ticâret ve sanayi’ ile uğraşanların kölesi gibi olacaklarını, ilimde, san’atta ve medeniyette yükselemiyeceklerini kuvvetli delîllerle ortaya koyar. Bu bakımdan; varlıklarını sürdürmek isteyen milletlerin, bir ân evvel ticârete ve sanayileşmeye yönelmelerini tavsiye eder.
İbn-i Haldûn, Kâtib Çelebî’den sonra Anadolu’da tanındı. “Mukaddime” tercüme edildi. Nâimâ, Pîrizâde Mehmed ve Ahmed Cevdet Paşa gibi Osmanlı tarihçilerinde İbn-i Haldûn’un te’sîrleri görüldü. Batı dünyâsı ise, İbn-i Haldûn’la ondokuzuncu asırlarda tanışabildi.
Eserleri: Yedi büyük cild hâlinde hazırlamış olduğu târihe âit “Kitâb-ül-iber” adlı eseri; onun hazırlamış olduğu bu târih kitabı, inceleme ve araştırma yönünden emsalsizdir. Bütün Avrupa tarihçilerinin birçok konularda müracaat ettikleri mühim bir eserdir. Bu eseri, Mısır’da yedi cild hâlinde basıldı. Bu târihin girişi olan “Mukaddime” adlı eseri meşhûrdur. Bu eserinde, cemiyetin çeşitli yönlerinden, antropolojiden, coğrafyadan, tıbdan ve diğer birçok konulardan bahsetmektedir. “Mukaddime”sinin ilk iki kısmı, Şeyhülislâm Pîrîzâde ve üçüncü kısmı da Cevdet Paşa tarafından ve daha sonraki yıllarda başka mütercimler tarafından tercüme edilerek yayınlandı. Târihinin bir kısmı da Sabîhî Paşa tarafından tercüme edildi. Bu eserleri ayrıca Avrupa dillerine de çevrildi. Bu kitaplarından başka, daha birçok eserleri vardır.
İbn-i Haldûn, meşhûr eseri “Mukaddime”sinde, devlet ve cemiyetlerin kemâl ve zevallerinin sebeplerini şöyle ifâde etmektedir:
“Güzel ahlâk ve güzel hasletler, devlet ve saltanat alâmetleridir. Kötü ahlâk ise, mülk ve devletin zevâline alâmettir.
Bir cemiyette güzel ahlâka i’tibârın çokluğu, o kimselerin meydana getirdiği devletin güçlülüğünü, refah ve saadetin çokluğunu gösterir. Kötü ahlâka i’tibâr ise, devlet ve idârenin ortadan kalkacağına, mülk ve saltanatın o cemiyetin elinden çıkarak, başkalarının hâkimiyetine gireceğine alâmettir.
İnsanların bir hayrı elde etmek veya bir kötülüğü gidermek için birbirlerine muhtaç olduklarını herkes bilir, insanlar, birarada yaşamak için yaratılmışlardır, İnsan, rûh ve bedenden meydana gelen bir varlıktır. Akıllıdır. Bu husûsiyetleri sebebiyle insanın, hayır ve iyiliklere rağbet edip, kötülüklerden sakınacağı aşikârdır. Ancak insanı, kötülüklere ve bozuk işlere meylettirip, onlara düşkün hâle getiren şehevî ve gadabî kuvvetler de vardır. Bunlar nefsin kuvvetleridir. İnsan aklını kullanıp, tedbir ile kendisini doğru yola sevketmezse; nefsine mağlup olarak, şehevî ve gadabî kuvvetlerine esîr olması muhakkaktır.”
İbn-i Haldûn, Mukaddime’sinin değişik yerlerinde Resûl-i ekremin (s.a.v.) mensûp olduğu Arab kavminden de bahsederek; “Arab kavmi, gerek yaratılış ve gerekse ahlâk bakımından mu’tedil bir mizaca sahip olup, beyazdırlar” demektedir.
İnsanların ilmi nereye kadar çıkabilir sorusuna da cevap veren İbn-i Haldûn; “Beşer ilminin çerçevesi, gaybî ilimlerin çerçevesi dışında olup, zâhirî ilimlerin kaideleri ve çalışma sistemleri ile gaybî bilgilerin tahsil edilmesi mümkün değildir” demektedir.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Ed-Dav-ül-lâmi’ cild-4, sh. 145
2) Şezerât-üz-zeheb cild-7, sh. 76
3) Neyl-ül-ibtihâc sh. 169
4) Ta’rîf-ül-halef cild-2, sh. 221
5) Mu’cem-ül-müellifîn cild-5, sh. 188
6) Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye sh. 1018
7) Esmâ-ül-müellifîn cild-1, sh. 259
8) Rehber Ansiklopedisi cild-8, sh. 28
9) Tercüme-i Mukaddime-i İbn-i Haldûn, İstanbul 1275