İBN-İ BÂRİZÎ (Muhammed bin Muhammed)

Hadîs, nahiv ve edebiyat âlimlerinin büyüklerinden. İsmi, Muhammed bin Muhammed bin Muhammed bin Osman bin Muhammed bin Abdürrahîm bin İbrâhim bin Hibetullah bin Müsellim Ensârî el-Kâhirî’dir. Bağdad’daki Bâb-ı Ebrîz’e nisbeten Bârizî denilmiş ve bu isimle meşhûr olmuştur. 786 (m. 1385) senesinde, Zilhicce ayının onbirinde Hama’da doğdu. 856 (m. 1452) senesi Safer ayının onaltısında Kâhire’de vefât etti. Cenâze namazına gelenler çok kalabalıktı. Zamanın sultânı, devletin ileri gelenleri, kadılar ve âlimler cenâze namazında hazır oldular. İmâm-ı Şafiî’nin yakınındaki, babasının türbesine defnedildi. Böyle bir âlimin vefâtına herkes çok üzüldü. Vefât ettiğinde, yerini tutacak âlim yok gibi idi.

Hama’da babasının yanında büyüdü. Kur’ân-ı kerîmi ezberledi. Babasıyle beraber Kâhire’ye gitti. Memleketine dönünce, fıkıh ilmine âit olan Umde ve Temyiz kitaplarını ezberledi. Ebû Amr, Şemseddîn bin Zevîga ve Şemseddîn bin Kuvnisî’den ders okudu. Nahiv ilmini Şerefüddîn Muhammed Antâkî’den okudu. Babası Haleb kadısı olunca, oğlunu da beraberinde götürdü. Babası Haleb’de, onu büyük âlim Hâfız Bürhâneddîn’in derslerine gönderdi. Burada da Telhis kitabını ezberledi. 815 (m. 1412) yılında, yine babasıyle beraber Kâhire’ye gittiler. Orada Veliyyüddîn Irâkî’den fıkıh ve hadîs, İzzeddîn bin Cemâ’a’dan da fıkıh ve usûl-i fıkıh dersleri aldı. Beydâvî’nin Minhâc’ını ve Temyiz kitabını okudu. Akâid, beyân ve me’ânî ilimlerinde İzzeddîn bin Cemâ’a’dan çok istifâde etti. Tavâli’ul-Envâr, Şerh-ül-mekâsıd ve Mutavvel kitaplarını okudu.

İbn-i Edîb’in talebelerinden, Bisâtî ve Alâüddîn Buhârî’den aklî ilimleri öğrendi. Alâüddîn Buhârî’nin derslerine uzun müddet devam etti ve ondan çok istifâde etti. Onun yanında, “El-Hâviy-üs-sagîr” kitabını, me’ânî, beyân ve tefsîr okudu. Sır kâtibi oluncaya kadar ondan ayrılmadı. Zeynüddîn bin Sâig, Yahyâ Acîbî, İzzeddîn Kudûsî’den ba’zı kitapları okudu. Takıyyüddîn Makrizî’den Buhârî ve diğer hadîs cüz’lerini okudu. Şam’a gelmeden, Cemâleddîn bin Şerâihî’den hadîs-i şerîf dinledi. Şihâbüddîn Ahmed bin Mûsâ Metbâlî, Nûreddîn Şalkâmî, İbn-i Cezerî, Vâsıtî, Yûnus Vâhî ve bunlar ayarındaki âlimlerden icâzet aldı. Edebiyat ilimleriyle de meşgûl oldu. Hattâ bu husûsta bir hayli mahir idi. Şiirde ve nesirde yed-i tûlâ sahibi idi. Bu sebepden, babası onun Kâhire’de sır kâtibliği vekîlliğine getirilmesini te’min etti. Babasının vefâtından sonra, bu vazîfeden ayrıldı. On ay kadar Harbiye nâzırlığı görevinde bulundu. 831 (m. 1427) senesinde Şam’da sır kâtibi olunca, ilim ile meşgûl olmak için daha çok zamanı oldu. Şihâbüddîn bin Hamza’nın yerine kadılık vazîfesine getirildi. Hocası Alâüddîn Buhârî ve talebeleri, kadılık yapmaktan çok çekinirlerdi. O da onlara; “Ben, Şam’da kadı olduğum şu zamanda, insanlar canlarından ve mallarından emîndirler. Kimseden zarar görmezler, zulme uğramazlar” derdi. Burada da fazla kalmadı. Kâhire’de iki sene sır kâtibliği yaptı. Tekrar Şam’a döndü. Şam’da Sirâcüddîn Humûsî’nin yerine kadılık yaptı. Emevî Câmii’nde de hatîblik yapardı. Sultan Zâhir tahta geçince, onu Kâhire’de sır kâtibi yaptı. Birkaç kerre ayrıldıysa da sonra tekrar bu vazîfeye getirildi. Ölünceye kadar bu vazîfede kaldı. Bu vazîfede iken, Dimyat kadılığını da vekâleten idâre etti.

Çeşitli dînî ve fennî ilimlerde mütehassıs, büyük bir âlim idi. Çok zekî, akıllı, iyi idâre kabiliyetine sahip idi. Ağırbaşlı, cömert ve herkesle iyi geçinirdi. Ahlâkı ve huyu güzel olup, çok mütevâzî idi. Fazilet sahiblerini, âlimleri sever, onlara çok ikramda bulunurdu, özellikle garîb kimselere çok yardım ederdi.

Kıymetli kitapları elde etme husûsunda çok gayret gösterirdi. Bunları elde etmek için, her fedâkârlığa katlanırdı. Kitaplarından faydalanmak isteyenlere, emânet olarak verirdi. Talebelerine çok ihsânlarda bulunur, onları çok severdi. Aylık veya yıllık olarak maaş verirdi.

Güleryüzlü, tatlı sözlü olup, hayır işlemede acele ederdi. Kimseye sıkıntı vermezdi. Hattâ bir kimse malını alıp kullansa, yese, ona bile kızmazdı. Kusurunu görmemezlikten gelir, daha sonra ona ihsânlarda bulunurdu. Zâlim ve inadcı bir kimse, haksız yere gâlib gelmeye, tahakküm etmeye kalkışsa, o zaman halîm (yumuşak huylu) kimselerin kızdığı gibi kızardı. Özellikle edebiyat, nahiv, me’âni, beyân, arûz ilimlerinde çok mahir idi. Çok ince ma’nalı şiir söyler, güzel ve edebî yazı yazardı.

Birkaç defa hacca gitti. 850 (m. 1446) senesinde hacca gittiğinde, talebelerini, fakirleri, âlimleri de beraberinde götürdü. Kâfilede tam dörtyüz kişi vardı. Bunların hepsinin ihtiyâçlarına te’min etti. Çok zayıf olduğu hâlde, haccın sünnetlerinin, vâciblerinin, farzlarının tamâmını yerine getirdi. Âdet olduğu üzere, Mekke ve Medine ahâlisine de çok ikramlarda bulundu. İnsanlar, ondan çok hayır ve iyilikler gördüler.

Şemseddîn Sehâvî anlatır: “Mekke” de bir miktar hadîs-i şerîf rivâyet etti. Kâhire’de de hadîs-i şerîf rivâyet etti. Âlimler ondan çok hadîs-i şerîf dinlediler. Ben de çok şeyler okudum ve onun şiirlerinden yazdım. Hocamız İbn-i Hacer de onun sözlerini dinledi.”

“İ’tirâdât alâ şerhi bedî’iyye İbn-i Hucce” adlı bir eseri olduğu bildirilmektedir.

¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾

1) Ed-Dav-ül-lâmi’ cild-9, sh. 236