Fâtih Sultan Muhammed zamanında yaşamış âlimlerden. Aslen İran’ın Tebrîz şehrindendir. Doğum târihi bilinmemektedir. 880 (m. 1475) senesinde vefât etti. Kabri Edirne’de Şihâbeddîn Câmii avlusundadır.
Hüsâmeddîn Hüseyn’in hayâtı hakkında fazla ma’lûmât yoktur. Tahsili ve yetişmesi husûsunda kaynaklarda fazla bilgi verilmemektedir. Âlim ve bildikleriyle amel eden sâlih bir zât idi. İslâmiyetin emir ve yasaklarına son derece riâyet eder, haramlardan ve şüpheli şeylerden uzak dururdu.
Temiz ve güzel ahlâklı idi. İnsanların arasına fazla karışmaz, dâima ilimle ve kitaplarla meşgûl olurdu. Zamanını ilim ve ibâdetle geçirirdi. Bir kitabı alır, başdan sonuna kadar okur ve kitaplara haşiyeler yazardı.
Önceleri ba’zı medreselerde müderrislik yaptı. Daha sonra Fâtih Sultan Muhammed Hân tarafından Fâtih Câmii civarında yaptırılan Sahn-ı semân medreselerinden Akdeniz cihetindeki (Marmara tarafındaki) Çifte Başkurşunlu Medrese’ye müderris olarak ta’yin edildi. Fâtih Sultan Muhammed onu çok sever ve sayardı. Fâtih, ara sıra Eyyûb Sultan hazretlerini ziyârete giderdi. Eyyûb semtine giden yol, Hüsâmeddîn Hüseyn’in evi önünden geçerdi. Fâtih buradan geçerken, yola çıkar, Fâtih’e selâm verir ve şerbet ikram ederdi. Fâtih de onun temiz kalbliliğine inandığından şerbeti içerdi. Bu hareketinden memnun olur, ona hediyeler verirdi.
Bir defasında Fâtih, cihâda gidiyordu. Âlimler de Sultân’ı uğurluyorlardı. Âlimler arasında, Nisa sûresinin; “Ey îmân edenler! Allaha, Peygamberine îmân ediniz...” meâlindeki 136. âyet-i kerîmesinin tefsîri hakkında sohbet oluyordu. Bir tarafta ise, mehter takımı olanca haşmetiyle marş çalıyordu. Gülbanklar gümbür gümbür etrâfı inletiyor, askerleri coşturuyordu. Müslümanlar, Allaha ve Peygambere inandıkları hâlde, neden bu âyet-i kerîmede “Allaha ve Peygamberine îmân ediniz” diye emrediliyordu. Acaba bunun hikmeti neydi? Sultan, Hüsâmeddîn’e dönerek; “Sen bu husûsta ne dersin?” diye sordu. O da; “Sultânım, bunun hikmetini demindenberi davullar, “Düm düm devam edin, devam edin” diye açıklıyorlar. Ya’nî, Allaha ve Peygambere îmânınızda devamlı olunuz demektir” diye cevap verdi. Bu cevap, Sultân’ın çok hoşuna gitti ve ona iltifâtlarda bulundu.
Hüsâmeddîn Hüseyn, birgün Sultân’ın elini öpüyordu. (Anne-babanın, âlimlerin ve adâletli sultanların elleri öpülür.) Sultan, her zamanki âdetinin aksine, elinin ayasını uzattı ve bununla ne kasdettiğini sordu. O da; “Ayasofya Medresesi müderrisliğini” diye cevap verdi. Ya’nî, çok dindar olan Hüsâmeddîn Sultân’ın elini öpünce, aya ve sûfi birleşmiş oldu. Sultân’ın bu nüktesini keskin zekâsıyla hemen anladı. Fâtih de onu Ayasofya Medresesi müderrisliğine ta’yin etti.
Hüsâmeddîn Hüseyn, dünyâ işlerine hiç ehemmiyet vermez, devamlı kitaplarla ve ilimle meşgûl olurdu. Medreseye bile hangi yollardan gidip geldiğine pek dikkat etmezdi. Hattâ bir seferinde yanlışlıkla Molla Arabî’nin medresesine girmişti. O anda Molla Arabî oturduğu yerde talebelere ders anlatıyordu. Hüsâmeddîn’in yanlışlıkla içeri girdiğini görünce, ona hürmeten ayağa kalkmıştı. Kitaplara çok düşkün olduğundan, maaşından para biriktirir, kitap alırdı. Bu sebeple kütüphânesinde pekçok kitabı vardı.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Şakâyık-ı Nu’mâniyye tercümesi (Mecdî Efendi) sh. 210
2) Sicilli Osmânî cild-2, sh. 111