Hadîs ve fıkıh âlimlerinden. İsmi, Muhammed bin Atâullah bin Muhammed olup, lakabı Şemsüddîn, künyesi Ebû Abdullah’tır. Herat’ta doğduğu için nisbeti Hirevî’dir. 767 (m. 1365)’de doğdu, 829 (m. 1426) senesinde vefât etti.
Hirevî, aslen Rey şehrinden olup, meşhûr âlim Fahreddîn Râzî’nin soyundandır. Memleketinde Hanefî mezhebine göre yetişti. Daha sonra Şafiî mezhebine geçti. Seyyîd Şerîf Cürcânî, Sa’düddîn Teftâzânî ve başka âlimlerin derslerine katılarak ilim tahsil etti. Timur Hân ile karşılaştı. Semerkand ve Herat’da bulundu. Anadolu’ya Osmanlı Devletine geldi. Burada da bir müddet kalıp, 814 (m. 1411) senesinde Kudüs’e gitti. O sene hacca giderek, aynı sene Kudüs’e geri döndü. Şam’a gidip, orada ikâmet etti. Orada şöhreti etrâfa yayıldı. Talebeleri de onun Sahîh-i Buhârî ile Sahîh-i Müslim’i ezberlediğini, birçok ilimde, Şafiî ve Hanefî mezheblerinde büyük âlim olduğunu etrâfa yaydılar. Bundan maksadları, Kudüs-Şam Vâlisi Nevruz ile Hirevî’nin buluşmalarını te’min etmekti. Nevruz, Hirevî ile görüşünce, onun âlim bir kimse olduğunu gördü. Şihâbüddîn bin el-Hâim’den sonra onu Salâhiyye’de müderris olarak vazîfelendirdi. Nevrûz’un öldürülmesinden sonra, Müeyyed Kudüs’e Vâli olarak geldi. O da Hirevî’nin ilim sahibi büyük bir âlim olduğunu anladı ve ona çok hürmet gösterdi. Onu, Salâhiyye’deki müderrislik vazîfesinde bıraktı.
Mısır’a gitmek için izin istedi. Sultan izin verince, 812 (m. 1409) yılında Kâhire’ye geldi. Sultan ona ikramlarda bulundu. Çok iltifât etti. Hattâ sağ yanına oturttu, hediyeler verdi. Özel olarak hazırlanmış olan bir eve yerleştirdi. Evine altınlar, değerli kumaşlar gönderdi. Hergün için 200 (ikiyüz) dirhem maaş bağladı. Devlet ileri gelenlerinden birçok kimseler de Sultân’ın yaptığı gibi davrandılar. Onlar da çok ikramlarda bulunup, hediyeler verdiler. Sahîh-i Müslim kitabını, hem senetleriyle, hem metniyle, Sahîh-i Buhârî’yi de sâdece metnen ezberledi. Hattâ senetleriyle beraber onikibin hadîs-i şerîf ezberlemişti. Melik Müeyyed ona bir ilim meclisi ta’yin etti. Sahîh-i Müslim ve Sahîh-i Buhârî hadîs kitaplarını, bu hadîsleri rivâyet eden şahısların durumlarını çok iyi bilirdi. Kendisi ile Müslim arasındaki hadîs âlimlerini de iyi tanırdı. “Benimle Sahîh-i Müslim kitabının sahibi arasında yedi tane râvî var. Bunların hepsi de Nişâbûr şehrindendirler” derdi.
Kâhire’de bir müddet ikâmet ettikten sonra, Kudüs’e gitti. Orada Salâhiyye müderrisliği vazîfesinin yanında, Kudüs ve Halîlurrahmân’a bakmakla görevlendirildi. 821 (m. 1418) yılında sultanla buluştu. Sultan, önceden olduğu gibi ona çok ikramlarda bulundu. Hediyeler verdi. Devlet ileri gelenleri de aynı şekilde davrandılar. Az bir müddet sonra Celâlüddîn Bülkînî’nin yerine bakmakla görevlendirildiyse de, sonradan bu görevinden ayrıldı. Müeyyed’in ölümünden sonra Kâhire’ye gitti. 827 (m. 1424) yılında Cemâlüddîn Yûsuf Kerkî’nin yerine sır kâtibi ta’yin edildi. Bu vazîfede de fazla kalmayıp, Şafiî kadılığına getirildi.
Kudüs’te Salâhiyye’de ders okutmaya devam etti. O sene hacca gidip, tekrar Kudüs’e döndü. Kudüs’te kendini zühd ve ibâdete verdi. Tasavvuf yolunda olanların yaşayışı gibi sâde bir hayat yaşamaya başladı. Sultâna mektûp yazıp, oraya gelmek istediğini bildirdi. Böylece sultâna nasihat vermek istiyordu. Sultan ise, onun Kâhire’ye gelmesini uygun bulmadı. “Nasihatlerini mektûpla bildir. Eğer onlar gerçekten ders alınacak doğru bilgiler ise, ondan sonra izin veririm” dedi. Sultan Muhammed bin Atâullah, Hirevî’den mektûp beklerken, onun ölüm haberi geldi.
Kâdı İbn-i Şühbe der ki: “Hirevî, me’anî ilminde mehâretli idi. Bir çok metin kitaplarını ezberledi. Târihî hâdiseleri iyi bilirdi. Hoş sohbet, heybetli ve güzel görünüşlü idi. Şihâbüddîn bin Hacî’nin onu medhettiğini duydum. Onun Acem târihiyle ilgili anlattığı şeylere hayret ederdi.”
Cemâleddîn Taymânî de şöyle der: “Zor ve anlaşılması güç kitaptan îzâh ederdi. Sahîh-i Müslim’i şerh etti. Kudüs’te bir medrese yaptırdı. Fakat medrese tamamlanmadan vefât etti.”
Bedreddîn Aynî’nin bildirdiğine göre, fazilet sahibi ve çeşitli ilimlerde bilgi sahibi idi. Sa’düddîn Teftâzânî ve Seyyîd Şerîf Cürcânî gibi zamanının büyük âlimlerinden ilim tahsil etti. Semerkand’da, Herat’ta ve daha başka şehirlerde çok hürmet ve ikram gördü. Timur Hân onu büyük bilir, hürmet ederdi. Onu sarayına çağırır, yapacağı işleri onunla istişâre ederdi. Mühim işlerinde onu çağırarak, fikrini sorardı. Hattâ ona, Timur Hân’ın veziri diyenler bile oldu. Nasır zamanında Kudüs’e yerleşerek orada yaşadı.
Ba’zı âlimler ise, onun hakkında şöyle demiştir: “Büyük bir âlim olup, uzun boylu, beyaz sakallı, güzel görünüşlü idi. Yazdığı eserleri ilminin çokluğuna, bilgisinin derinliğine delâlet etmektedir. Hakîkatleri çekinmeden söylerdi. Taassubu sevmezdi. Ba’zı kimseler onun hakkında çok dedikodu yaptıklarından hayâtı sıkıntılı geçti.”
Eserlerinden ba’zıları şunlardır: 1-Takrîb-ül-ahkâm, 2- Et-Temhîs fî şerh-ıt-Telhîs lil-Câmi-il-kebîr: Hanefî fıkhına dâir bir eserdir. 3- Şerhu Mesâbîh-is-sünne lil-Begavî, 4- Şerhu Müslim. Bu eserine Fadl-ül-mün’im adını vermiştir. 5- Şerhu Meşârık-ıl-envâr.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Mu’cem-ül-müellifîn cild-10, sh. 293
2) Ed-Dav-ül-lâmi’ cild-8, sh. 151, 155
3) Şezerât-üz-zeheb cild-7, sh. 189, 190
4) Esmâ-ül-müellifîn cild-2, sh. 185, 186
5) El-A’lâm cild-6, sh. 269