HASEN BİN ABDÜRRAHMÂN ES-SEKKÂF

Tasavvuf büyüklerinden. İsmi, Hasen bin Abdürrahmân es-Sekkâf olup, Yemen diyârında bulunan Terim beldesinde yaşamıştır. Doğum târihi tesbit edilememiştir. 813 (m. 1410) senesinde Terim beldesinde vefât etti. Zamanındaki evliyânın büyüklerinden olan Hasen Sekkâfın baba ve dedeleri de kendisi gibi âlim ve evliyâ zâtlar idi.

Hasen Sekkâf zamanında bulunan büyük âlimlerin derslerinde bulundu. Babası da büyük âlimlerden olduğu için, kısa zamanda yetişip meşhûr oldu. İsmi, her tarafta söylenmeye başlandı. Herkes tarafından sevilirdi. Çok kerâmetleri görülmüştür.

Büyüklük ve evliyâlık hâlleri ve kerâmetleri, daha çocuk yaşta iken kendisinde görülmeye başlanan Hasen Sekkâfın, bir menkıbesi şöyle anlatılır: “Hasen Sekkâf çocuk iken, arkadaşları ile birlikte ormana gitmişlerdi. Ormanda farkında olmadan yollarını kaybedip, köylerinden uzaklaştılar. Bütün uğraşmalarına rağmen yollarını bulamadılar. Yanlarında bulunan azıkları da bitmişti. Açlık ve susuzluktan adım atamıyacak hâle gelip, bir yere çöktüler. Ba’zıları ayağa kalkamıyorlardı. Yürüyebilecek durumda olanlar da, diğerlerini bırakıp gidemiyorlardı. Bu sırada Hasen bin Abdürrahmân, bir ara arkadaşlarının bulunduğu yerden kayboldu. Biraz sonra elinde bir tepsi hurma ile geri geldi. Çocuklar, onun hurmaları nereden getirdiğini anlıyamadılar. Hurmaları yiyen çocuklar, yürüyebilecek duruma geldiklerinde; “Şimdi de yolu çıkartamayız. Ne yapacağız?” diye endişelenmeye başladılar. Bunun üzerine Hasen Sekkâf; “Benim arkamdan gelin, inşâallah köyümüze kolaylıkla ulaşırız” dedi. Çocuklar kabûl edip onun arkasına düştüler, bir zaman sonra köylerine ulaştılar. Çocuklar, o kadar uzak mesafeyi, bu kadar kısa zamanda nasıl yürüyebildiklerini anlayamadılar.”

Hasen bin Abdürrahmân’ın, bir kimseye sekiz altın borcu vardı. Birgün, alacaklı olan kimse alacağını istedi. O ânda da Hasen Sekkâf’ın sâdece beş altını vardı. O da kızkardeşi Zeyneb’de emânet olarak duruyordu. Ondan beş altını aldı. Bir kese içinde getirip, alacaklıya verdi. Alacaklı, verilen altınları saydı. Kesenin içinde sekiz altın vardı. Tamam olduğunu söyleyip gitti.

Rivâyet edilir ki, birgün Hasen Sekkâfın evine kardeşinin oğlu Muhammed gelmişti. Bir müddet sohbetten sonra, Hasen Sekkâf kalkıp hanımının bulunduğu odaya geçerek, hanımına; “Haydi, zevcin için yemek hazırla dedi. Hanımı hayretle; “Benim zevcim ne demek? Benim zevcim sensin. Niçin başka bir zevcim varmış gibi söylüyorsun?” deyince, Hasen Sekkâf hazretleri buyurdu ki: “Benim vefâtımdan sonra sen, bu (kardeşim oğlu Muhammed ismindeki) zât ile evlenirsin.” Hanımı birşey demeyip sustu. Bu hâdiseden sonra, aradan uzun müddet geçti. Hasen Sekkâf hazretleri vefât etti. Hanımı da o zât ile evlendi. Senelerce önce söylediği söz, böylece gerçekleşmiş oldu.

Hasen Sekkâfın talebelerinden Abdürrahmân el Hatîb şöyle anlatır: “Ben Hasen Sekkâfın sohbetlerinde ilk bulunduğum zamanlar, konuşmalarda geçen ba’zı mevzûları anlıyamazdım. Hattâ bir ara dersleri bırakmayı bile düşündüm. Nasıl olsa birşey anlıyamıyorum, en iyisi ömrümü harcamıyayım dedim. Bu düşünceler içinde iken, bir akşam sohbette bana; “Bir sıkıntınız mı vardır? Kalbinizde olanları lütfen bana söyleyin, çekinmeyin” dedi. Ben de düşündüklerimi ona arz ettim. Bunun üzerine bana; “Kalbinize böyle düşünceler geldiğinde bize haber verin. Kendi başınıza karar vermeyin. Kendi kendine karar veren helak olur” buyurdu. Ben de tövbe ettim. Hâlimi düzeltmeye, kalbimi toparlamaya çalıştım. Bundan sonra sohbetleri bana zor ve ağır gelmedi. Konuştuğu mes’eleleri çabuk kavramaya başladım.”

Yine Abdürrahmân el-Hatîb anlatır: “Bir sene hac mevsiminde, gönlüme hacca gitmek arzusu geldi ve bu arzu bende çok şiddetlendi. Bu sırada, tanımadığım bir şahıs yanıma geldi. Seccadesini yere serdi. “Bunun üzerine gel” dedi. Ben de seccadenin üzerine geldim. Bir ânda kendimi Mekke-i mükerremede buldum. Hac vazîfelerini yerine getirmeye başladım. Arafat’ta vakfeye durduğumda, kalabalık arasında hocam Hasen Sekkâf’ı gördüm. Benim gelişim, aniden ve hiç anlıyamadığım bir şekilde olduğundan, hocama haber verememiştim. Bunun için kendisini orada görünce mahcub oldum ve hiç bir şey söyleyemedim. Kendimi ondan gizledim. Beni görmesin diye başka tarafa gittim. Hac vazîfesini bitirdikten sonra, kendi kendime; “Ben şimdi buradan Terim beldesine nasıl gideceğim? Aradaki mesafe çok fazla” diyerek endişelenmeye başladığımda, yine, hacca gelmeme vesile olan zâtı gördüm. Seccadesini yere serip, bana; “Haydi gel” dedi. Seccadenin üzerine geldim. Allahü teâlânın izni ile, yine bir ânda memleketime geldim.

Hocamın yanına vardığımda, beni görür görmez tebessüm edip; “Ey hacı! Haccın mübârek olsun. Gel bize hacdan anlat!” buyurdu. Ben çok mahcub bir hâlde durdum ve hiç bir şey konuşamadım. Benim mahcubiyetimi anlayıp, kendisi konuşmaya, sohbete devam etti. Ben daha sonra gizlice araştırdım. Hocam o sene zâhiren hacca gitmemişti. Terîm’den ayrılmamıştı. Fakat ben de kendisini orada gördüğüme göre, anladım ki, hocam kerâmet olarak her iki yerde de bulunmuştu ve insanlar da bunu farkedememişlerdi.

Birgün hocamız ile yalnız olarak başbaşa kaldığımızda, hacca nasıl gidip geldiğimi kendisine anlattım. “Peki sen Arafat’ta niçin bizden saklandın?” dedi. Ben de sebebini arzettim. Bunun üzerine bana buyurdu ki: “Seni Terîm’den Mekke’ye ve oradan da geri Terîm’e getiren şahıs bizim halîfelerimizden idi. Seni çok sevdiğimiz için onu biz gönderdik. O seccadeyi de ona biz vermiştik.” Sonra bir seccade çıkardı. Baktım, bizim giderken ve gelirken üzerinde bulunduğumuz seccade idi. Bütün bunları, hocamın kerâmetleri olduğunu anladım.”

Hasen bin Abdürrahmân es-Sekkâf, birgün, evliyâdan Muhammed bin Hakem ismindeki bir zâtın kabrini ziyâret etmişti. Yanında da talebelerinden Abdullah bin Muhammed isminde birisi vardı. Bu talebe Hasen bin Abdurrahmân’dan, Muhammed bin Hakem’in rûhâniyetinin kabrinden kendilerine keşfolmasını, gösterilmesini istedi. O da kabûl etti. Bu sırada, Muhammed bin Hakem’in kabrinden güneş misâli bir nûr çıktı. Bu nûrun heybeti ile aklı başından giden talebe, bayılarak yere düştü. Evine götürüldü. Üç gün o hâlde kaldı. Üçüncü gün Hasen Sekkâf hazretleri o talebenin evine gitti. Şifâ için ba’zı âyet-i kerîmeler okuyup duâ etti. O talebe, bundan sonra kendine gelebildi.

Hasen bin Abdürrahmân es-Sekkâf hazretleri, sıcak bir yaz günü sabahı, talebelerinden Ali bin Sa’îd er-Rahîle ile Terîm’in dışında bulunan kabristanı ziyârete gitmişlerdi. Öğleye yakın zamana kadar orada kaldılar. Dönüşlerinde hava çok sıcak idi. Yerde bulunan kumlar kızmıştı. Kızgın kumların harareti insanın yüzüne vuruyor, baygınlık veriyordu. Ali bin Sa’îd, fazla sıcağın harareti ile bayılıp düşecek gibi oldu. Yürümeye takati kalmamıştı. Hocasına da birşey söyleyemiyordu. Onun bu hâlini anlayan Hasen Sekkâf; “Ayağını, benim ayağımı koyduğum yere koy. İzlerime basarak yürü” buyurdu. Bundan sonra o şekilde yürüyen talebe, hiç sıcaklık hissetmedi.

Hasen bin Abdürrahmân es-Sekkâf hazretlerinin bunlar gibi daha nice kerâmetleri vardır. Çok talebe yetiştirdi. Birçok kimsenin hidâyete kavuşmasına, doğru yolu bulmasına vesile oldu.

¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾

1) Câmi’u kerâmât-il-evliyâ cild-1, sh. 399