HACI ABDULLAH

Evliyânın meşhûrlarından. Hacı Halîfe ismiyle de tanınmıştır. Doğum târihi bilinmemekte olup, 896 (m. 1490) senesinde vefât etti. Aslen Kastamonulu olup, orada yetişmiştir, önce zâhir ilimleri denilen ilimlerde yetişti. Sonra Fakih Şeyh Tâcüddîn İbrâhim bin Bahşî’nin sohbetine gidip, tasavvuf yoluna girdi. Tasavvufda yetişip, yüksek mertebelere kavuştu. Hocası, bu husûsta ona icâzet verdi. Hocasının vefâtından sonra da onun yerine geçip, irşâd vazîfesi yaptı.

Hacı Abdullah hazretleri, ilmi ve ma’rifeti kendinde toplamıştı. Mütevâzi, alçak gönüllü, güzel huylu, yüzünden saîdliği belli olan bir zât idi. Rü’yâ ta’birinde pek mahir idi. Hayır ve bereket aynası idi. İzzet ve kerâmet ehli idi. Âlim ve fâdılların sığınağı, fakirlerin ve sâlihlerin terbiyecisi idi. İri yapılı idi. Mütebessim ağzı, celalli ve cemâlli bir yüzü vardı.

Alâüddîn Fenârî kadıaskerlikten azl olununca, Hacı Abdullah hazretlerinin yanına gidip, tasavvuf yoluna girmek istedi. Bunun üzerine Hacı Abdullah ona hitaben buyurdu ki: “Bütün bağ ve engelleri kesip, bu yolda ilerleyen nihâyete kavuşur. Fakat i’tidâl üzere ilerlemek lâzımdır. Talebenin, kendisine rehber olan hocasının kerâmet ve vilâyetine bakması lâzım değildir. Onun hak yola götürücü ve Hakka kavuşturucu sağlam i’tikâd üzere yürütücü olduğuna inanmalıdır. Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem bir şeye bakmak istediği zaman, o tarafa sâdece mübârek boynunu çevirerek değil, bütün bedeni ile dönüp bakardı. Resûlullahın (s.a.v.) bu hareketinde bir işâret vardır. Bunda talibin, matlûbuna erişmesi için bütün varlığı ile O’na yönelmesi gerektiğine işâret vardır. “Yine tasavvufda ilerlemek için, rehber olan âlimin emrine uymanın, riyâzetten daha önemli ve fâideli olduğunu bildirmiştir.

Bursa kadısı, faziletli Kâdızâde, birgün hocasının huzûrunda, Cebriye ve Sünnî mezheblerinden sordu. Hocası şöyle buyurdu: “Cebr, hakîkî ve taklîdî olmak üzere iki kısımdır. Hakîkîsi; bütün işlerini Allahü teâlâya ısmarlayıp, emir ve yasaklara uyduktan ve sebeplere yapıştıktan sonra, ihtiyârı bırakmaktır. Taklidisi ise; işlerini nefsin arzularına ısmarlayıp, nefsin şehvetlerine uyup, emir ve yasaklarda irâdesinin olmadığını; “Benim gücüm ve irâdem yoktur. Allahü teâlâ ezelde ne yazmışsa, o olur” demesidir. Bu küfürdür.” Sonra buyurdu: “Birgün Resûlullah (s.a.v.) elinde iki kitapla Eshâbına geldi. Sağ elindeki kitap için; “Bu kitap, Allahtandır. İçinde Cennetlik olanların isimleri vardır” buyurdu. Diğer elindeki kitap için; “Bu kitap, Allahtandır ve içinde Cehennemliklerin ismi vardır” buyurdu. Eshâb-ı Kirâm; “Madem ki öyledir, amel etmesek olur mu?” dediler. Resûl-i ekrem; “Amel ediniz, çalışınız, herkes ne için yaratıldıysa, o iş ona kolay gelir.” buyurdu. Ya’nî Resûlullah demek istedi ki, Cennet ehlinin alâmeti vardır. Bu alâmetin bulunduğu kimse, Cennetliktir. Cehennem ehlinin de alâmeti vardır. Bu alâmetin bulunduğu kimse, Cehennemliktir. Sonra şöyle buyurdu: Cennet ehlinin alâmetini kazanman lâzımdır. Nitekim Resûlullahın Eshâbı böyle yaptı. Çok amel etmeğe çalışıp, ameli, kitaba güvenip terk etmediler. Hakîkate kavuşmuş olanların hâline erişirsen, ki buna erişmek; Peygamber efendimizin (s.a.v.) şerîatine uymakla olur. O zaman; “Benim kudretim ve ihtiyârım yoktur, hepsi Allahü teâlâdandır” dersin. Ama sen de biliyorsun ki, geçmiş din büyükleri, dînin emirlerine uymak için çok çalıştılar, zor mücâhede ve çetin riyâzetlere katlandılar. Onların hâlleri böyle olunca, biz amel husûsunda nasıl çalışmayalım deriz? “Hacı Abdullah bu sözleri söyleyip bitirince, Molla Kâdızâde dedi ki: “Çok doğru söylediniz. Ben, Molla Sinân Paşa ve Molla Hasen Samsûnî bu husûsta çoktan beri konuşuyoruz. Molla Samsûnî der ki: Resûlullahın (s.a.v.) emrine uymaktan başka kurtuluş yolu yoktur. Bize lâzım olan şey, O’na tâbi olmaktır.

¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾

1) Şakâyık-ı Nu’mâniyye cild-1, sh. 271

2) Şakâyık-ı Nu’mâniyye (Mecdî Efendi) sh. 254