Anadolu evliyâsının büyüklerinden. Erzincan’da bilinmeyen bir tarihte doğup, lüzumlu ilimleri tahsîl ettikten sonra, Erdebîl taraflarına gidip, Safiyyüddîn Erdebîlî’nin torunlarından Alâeddîn Ali’ye talebe oldu. Orada uzun zaman kalıp, maddî ve ma’nevî ilimlerde kendisini yetiştirdi. Hâl ve hareketlerini, söz ve işlerini, Resûl-i ekremin (s.a.v.) güzel ahlâkına göre düzeltmek için büyük gayret gösterdi. Hocası vasıtasıyla, Safiyyüddîn Erdebîlî yolundan aldığı feyzlerle kemâle geldi. İnsanlara doğru yolu göstermek, Allahü teâlânın güzel dînini öğretmek, Resûl-i ekremin (s.a.v.) örnek ahlâkını yaymak vazîfesiyle, hocası tarafından Anadolu’ya gönderildi. Amasya’nın batısında bir dağ başına yerleşti. Kimseye birşey söylemeyip, kimseyle irtibât kurmadı. Fakat Allah yolunun âşıkları, onu arayıp bulmakta gecikmediler. Akın akın ona geldiler. Kısa zamanda birçok talebe yetiştirip insanların dünyâ ve âhırette huzûra kavuşmaları için büyük gayret gösterdi. Vazifeli olduğu bölgeyi nûrları ile aydınlattı. Nice ölü kalbleri diriltip, kurumuş gönülleri suladı. İnsanların gönüllerine Allah aşkını nakşedip, birbirlerine karşı şefkat ve muhabbetle davranmalarına, memleketin huzûr ve sükûna kavuşmasına vesile oldu. Hicrî dokuzuncu asrın sonlarında vefât etti.
Erzincanlı Abdürrahmân Efendi’nin birçok kerâmetleri görüldü. Bütün İslâm evliyâsı gibi, onun da en büyük kerâmeti, Allahü teâlânın emir ve yasaklarına riâyet edip, bildiklerini insanlara öğretmek için, emr-i ma’rûf ve nehy-i münker yapmasıydı. Kerâmetlerinden ba’zıları şöyledir:
Bir sabah ibâdet ile meşgûl olduğu odasından çıkıp, talebelerine; “Misâfir gelecek, yiyecek birşeyler hazırlayın” buyurdu. Hâlbuki, dergâhta yemek yapacak hiçbir şey yoktu. Talebeleri durumu arzettiler. Bunun üzerine o mübârek zât, dergâhtan dışarı çıkıp, çevresine baktı. Karşı tepeden bir ceylan sürüsünün dergâha doğru koşmakta olduğu görüldü. Yanındakilere dönüp; “Bu ceylanlar, misâfirlerimize ziyâfet olmak için birbirleriyle yarışarak geliyorlar” dedi. Ceylanlar önüne gelince; “Bizim misâfirimiz için canını feda edecek olan öne çıksın” dedi. En öndeki ceylan, fırlayıp ileri çıktı. Talebeler, o ceylanı tutup kestiler. Yemek hazırlandığı sırada misâfirler geldiler, ikram edilen yemeği yediler. Allahü teâlâya ibâdet için güç ve kuvvet kazandılar.
Yine bir sabah Abdürrahmân-i Erzincânî hazretleri, odasından dışarı çıktı. Çok üzüntülü idi. Talebeleri, üzüntüsünün sebebini sordular. “Erdebîl’deki Safiyyüddîn Erdebîlî’nin talebeleri, bu zamana kadar temiz i’tikâdlı, Resûl-i ekremin (s.a.v.) yolunda, bid’atlerden sakınıp, Allahü teâlânın emir ve yasaklarına riâyet eden, kötülüklere meydan vermeyen kimselerdi. Ama şimdi, doğru yoldan ayrıldılar. İnançlarına bid’at pislikleri karıştırdılar. Şeytan, onları büyüklerin yolundan saptırdı” buyurdu. Çok geçmeden, Erdebîl tarafından bir haber geldi. Safiyyüddîn Erdebîlî’nin torunlarından Cüneyd oğlu Haydar’ın, Ehl-i sünnet i’tikâdından, Selef-i sâlihînin yolundan ayrılarak sapıttığı haberi verildi. Haydar, Eshâb-ı Kirâm efendilerimizin (r.anhüm) ba’zılarına dil uzatmış, padişahlık da’vâsına kalkışmıştı.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Şakâyık-ı Nu’mâniyye tercümesi (Mecdî Efendi) sh. 78
2) Tâc-üt-tevârih