Tilmsân’da yetişen tefsîr ve hadîs âlimlerinin büyüklerinden. İsmi, Abdürrahmân bin Muhammed bin Ahmed Şerîfdir. Künyesi Ebû Abdullah, nisbeti Tilmsânî olup, Ebû Yahyâ adıyle meşhûr olmuştur. 757 (m. 1356) senesinde Ramazan ayının ondokuzunda doğdu. 826 (m. 1423) senesinde Receb ayında vefât etti.
Ebû Yahyâ’nın doğacağını, babası rü’yâsında görmüştü. Bir kimse ona rü’yâsında; “Bir oğlun doğacak, okuyup âlim olacak. Sen onun âlim olduğunu göreceksin” dedi. Hakîkaten de öyle oldu. Doğum gecesi, babası çok sadaka dağıttı. Fakîh Ebû Zeyd Abdürrahmân bin Haldûn ve fakîh Kâdı Ebû Yahyâ bin Sekkâf da babasıyle beraber sabahladılar. Çocuk doğunca, bu iki âlimden her biri, çocuğa kendi isminin konulmasını istedi. Bunun üzerine her iki âlimin arzusunun yerine gelmesi için birinin adını, öbürünün de künyesini çocuğa isim olarak koydular. İsmi, Abdürrahmân, künyesi de Ebû Yahyâ oldu.
Babası, çocukları içerisinde onu çok sever ve çok iyi yetişmesini isterdi. Annesi Şerîfe hanım da bu oğlunu çok sever, ondan ayrılmaya dayanamazdı. Eğer herhangi bir sebeple ayrılırsa, sabredemez, hemen oğlunun yanına dönmek isterdi. Annesi, Ebû Yahyâ’ya hâmile iken, şöyle bir rü’yâ gördü: “Çok güzel bir kuş, elbisesinin yakasından içeri girer. Aşağı doğru inerek, alt tarafından (ya’nî eteğinin altından) çıkar gider. Ebû Yahyâ’nın annesi ise, çok fazla susar, su içmek ister. Kendisine su dolu bir kap verilir. O da bu sudan içer. O sırada o kuş gelir, su kabının üzerine konar ve o kadar içer ki, neredeyse kap tamamen boşalacak hâle gelir.” Uyandığında rü’yâsı bir âlime anlatılınca, o da; “Senin bir oğlun dünyâya gelecek. Bu çocuk, büyüdüğünde âlim olacak” diye ta’bir eder. Gerçekten de böyle olur.
Ebû Yahyâ, ilk tahsilini babasından yaptı. İbn-i Hâcib’in “Aslî” kitabını ve İmâm-ı Mâlik hazretlerinin Muvatta adlı hadîs kitabını okudu. Derslerinde çok gayretli olup, hemen hepsini ezberlerdi. Daha babası hayatta iken ders vermeye başladı. Babasının vefâtından sonra büyük kardeşi Abdullah’tan ilim tahsil etti ve çok kitap okudu. Ayrıca büyük âlim Ebû Osman Ukbânî’den İbn-i Hâcib’in “Aslî” adlı kitabını, “Cümel-ül-Hûncî”yi okudu. Bu zâtın tefsîr derslerine devam etti. Üstâd Abdullah Hayatı Gırnâtî’den ez-Züccac ve el-Mukarrib kitaplarını okudu. Ebü’l-Kâsım bin Rıdvan’dan “Sahîh-i Müslim” ve Kâdı Iyâd’ın “Şifâ” kitabını okudu ve icâzet aldı. Daha pekçok âlimden ilim tahsil etti. İlminin yüksekliği ve güzel hâlleri her tarafa yayıldı. Âlimler bile onun ilme olan düşkünlüğüne hayret ederlerdi. Fakîh Ebû Yahyâ Matgarî; “Ben doğuda ve batıda çok âlimlerin sohbetlerinde ve derslerinde bulundum. Ebû Abdullah ve iki oğlu gibilerini ne duydum, ne de gördüm.” demektedir.
Büyük kardeşi Abdullah, şiddetli şekilde hastalanınca, Ebû Yahyâ’ya kendi yerine geçmesini ve talebelere ders okutmasını emretti. Fakat edebinden, bu işe ehil olmadığını söyleyerek kabûl etmedi. Ancak ağabeyinin ısrârı üzerine, 784 (m. 1382) senesinde bu isteğini yerine getirdi. İlimde çok yüksek derecelere yükseldi. Çok talebe yetiştirdi. Tasavvuf ilminde de çok yüksek hâllere ve ma’nevî makamlara kavuştu. Her türlü ilimde âlim idi. Bid’atlerden uzak olup, dosdoğru yol olan Ehl-i sünnet ve cemâat yolunda idi. Feth sûresinin ilk âyetlerinin tefsîrini okuyanlar, ilminin yüksekliğini anlarlar. Ağabeyi Ebû Muhammed Abdullah, bu tefsîr eline geçince onu inceledi. Kardeşinin ilminin yüksekliğini görerek, şöyle yazdı: “Allahü teâlâ seni muvaffak eylesin. Tefsîrini çok güzel yazmışsın. Tefsîrini yazarken büyük âlimlerin tefsîrlerine müracaat etmişsin. Yazdıkların daha güzel anlaşılır ve ikna edici olmuş. Hepsini hakîkat temelleri üzerine yazmışsın.”
Ebû Yahyâ’dan pekçok âlim ilim öğrendi. Bunlardan ba’zıları şunlardır: Şeyh Ebû Zeyd Câderî, Allâme İbni Zâgû, Şeyh Ebû Abdullah Kaysî. Allâme İbn-i Zâgû onu çok över ve kitaplarında ondan nakiller yapardı. Ebû Yahyâ, ilmin inceliklerini ve hakîkatlerini bilmede çok yüce bir mertebede idi. Âlimlerin önde geleni, zâhir ve bâtın ilimlerinde allâme, tefsîr âlimlerinin büyüklerinden idi.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) El-Bustân fî zikr-il-evliyâi vel-ulemâ-i bi-Tilmsân sh. 127
2) Ta’rîf-ül-halet cild-2, sh. 208