EBNÂSÎ (İbrâhim bin Mûsâ)

Mısır’da yetişen Şafiî mezhebi fıkıh âlimlerinden. İsmi, İbrâhim bin Mûsâ bin Eyyûb el-Ebnâsî, el-Maksî el-Kâhirî’dir. Künyesi, Ebû İshâk ve Ebû Muhammed olup, lakabı Burhâneddîn’dir. Daha çok Ebnâsî diye tanınmıştır. İbn-i Hacer-i Askalânî’nin hocalarındandır.

725 (m. 1325) senesinde Mısır’da sahil şeridinde bulunan Ebnâs isimli küçük bir köyde doğdu. 802 (m. 1400) senesi Muharrem ayında, hacdan dönerken yolda vefât etti. Uyûn-il-Kasb denilen yerde defn olundu.

Genç yaşında Kâhire’ye gelen Ebnâsî, burada ilim tahsiline başladı, önce Kur’ân-ı kerîmi ezberledi. Başka ba’zı mühim eserleri de ezberleyince, ilim öğrenmeye çok hevesli olduğu ve bu husûsta çok gayretli olduğu anlaşıldı. Mısır’daki Şafiî mezhebi fıkıh âlimlerinin büyüklerinden olan Veliyyüddîn el-Menfelûtî ve Esnevî’den fıkıh okudu. Bunlardan başka; Vâdiyâşî, Meydûmî, Muhammed bin İsmâil Eyyûbî, Ebû Nu’aym Si’ridî, Ahmed bin Kâsım Harran ve daha birçok âlimden ilim öğrendi. İlim öğrendiği âlimlerin çoğundan icâzet aldı. Tefsîr, hadîs, fıkıh ve Arabî ilimlerde derin âlim oldu.

İlim tahsilini tamamladıktan sonra ders vermeye başlayan Ebnâsî (r.a.), Sultan Hasen Medresesi, Âsâr-in-Nebeviyye Medresesi ve daha başka medreselerde ders verdi. Câmi’ıl-Maksî’de hatîblik yaptı. Aynı zamanda ders de okuttu. Bir müddet Sa’îd-üs-Sü’adâ Medresesi’nin meşihat makamında bulundu. Oranın idâreciliğini yaptı. Sonra buradan ayrılıp, Kâhire dışında bulunan bir hânegâha yerleşti. Orada talebe okutmakla meşgûl oldu.

Talebelerine çok iyilik ve ikramlarda bulunurdu. Onları bir araya toplar, fıkıh okuturdu. Yemeği beraberce yerlerdi.

Talebelerinin çoğu, ilimde çok ilerleyip, meşhûr âlimlerden oldular. İbn-i Hacer-i Askalânî, Veliyyüddîn-i Irâkî, Cemâleddîn bin Zâhire ve İbn-ül-Cezerî bunlardandır. Kendisinden ilim öğrenen zâtlar sayılamıyacak kadar çok idi. Şemsüddîn el-Beşbisî, Zeynüddîn eş-Şenvânî, Burhâneddîn el-Kelimşâvî, Ebnâsî hazretlerinin en son talebelerindendir.

İbrâhim bin Mûsâ el-Ebnâsî hazretleri, güzel ahlâk sahibi idi. Herkesle iyi geçinirdi. Gösterişten, giyim-kuşama düşkün olmaktan uzak, gayet sâde bir hayat yaşayan, çok mütevâzî bir zât idi. Çok ibâdet ederdi. Külfetli iş yapmaktan uzak idi. Masraf ve süslenmede mübalağa yaparak öğünenler gibi hareket etmek onda yoktu. Yaşayışı gayet rahat ve huzûr içinde idi. Fakirleri sever ve onlarla beraber bulunmaktan hoşlanırdı. Menkıbe ve kerâmetleri çoktur. Birçok güzel hasletlerin kendisinde bulunduğu nâdir şahsiyetlerden biri idi.

Bir ara Mısır diyarının kadılığına ta’yin olunan Ebnâsî (r.a.), mes’ûliyetinin ağırlığından korkarak kabûl etmek istemedi ve bir yere gizlendi. Gizlendiği sırada Kur’ân-ı kerîmi açtı. Açınca, ilk olarak; “Ey Rabbim! Zindan bana, bunların beni yapmaya çağırdıkları işten daha hayırlıdır.” (Yûsuf-33) meâlindeki âyet-i kerîmeyi okudu. Bundan, kadılığı istememesinin isâbetli olduğunu anladı. Kur’ân-ı kerîmi kapayıp, doğruca Münyet-ül-Mi’râc diye bilinen yere gitti. Orada günlerce saklandı. Kimseye görünmedi. Onu bulamayınca, kadılığa İbn-i Ebi’l-Bekâ isminde bir zâtı ta’yin ettiler. Ebnâsî, bundan sonra ortaya çıktı ve beldesine döndü.

Mutlak vera’ sahibi, müslümanların müftîsi olan Ebnâsî, zamanında Mısır diyârında bulunan âlimlerin üstadı olarak tanınırdı. Câmi’ul-Ezher’de müderris idi. Fazilet sahibi üstün bir zât olarak bilinir, büyük-küçük herkes, onu çok severdi. Âlimler ve diğer insanlar arasında çok meşhûr oldu. İnsanların onun hakkındaki i’tikâdı çok güzel idi.

Birçok defa hacca gidip geldi. Bir sene, hacdan sonra memleketine dönmeyip, Mekke-i mükerremede mücavir olarak kaldı. Orada hadîs-i şerîf, kırâat ve başka ilimler okuttu. Sonra memleketine dönerken, 802 (m. 1400) senesi Muharrem ayının sekizine rastlayan Pazartesi günü, yolda, Kefâfe denilen konaklama yerinde vefât etti. Yıkanıp, kefenlendikten ve cenâze namazı kılındıktan sonra, Uyûn-il-kasb denilen yere kadar taşındı ve orada defn olundu. Kabri orada bilinmekte ve tanınmaktadır. Hacılar, oradan geçerken kabrini ziyâret edip, rûhâniyetinden istifâde etmektedirler. Aynı yerde, hac emîri Bahâdır Cemâleddîn en-Nâsırî’nin kabri de bulunmakta olup, ikisi aynı türbededir.

Ebnâsî hazretlerinin talebelerinden, sâlih ve fâdıl bir zât olan Şihâbüddîn Ahmed bin Muhammed el-Eslemî, hocasının, Bülkînî diye tanınan zâta şu menkıbeyi anlattığını haber veriyor Ebnâsî, Allahü teâlânın izniyle, kabirde bulunan mevtâların sözlerini işitirdi. Birgün bir kabristana gitmişti. Orada yeni bir mezar gördü. Bu yeni mezarın sahibinin kim olduğunu sormak üzere, mezarın yanına varıp selâm verdi. Selâm verdiği şahıs, ya’nî kabirdeki kimse, iniltili bir şekilde; “Ey Efendim! Bu râfizînin kabri yanında niçin duruyorsunuz?” dedi. Ebnâsî hazretleri böylece, kabir sahibinin dünyâda iken, Eshâb-ı Kirâma düşman olanların yolunda olduğunu bu bozuk i’tikâdının, cezasını çekmekte olduğunu anladı.

Bu hâdiseyi nakleden Şihâbüddîn el-Eslemî diyor ki: “Ebnâsî (r.a.), bunu Bülkînî’ye anlatınca, bunun te’sîri ile Bülkînî’nin yüzü kıpkırmızı oldu. Gözyaşları akmaya başladı. Bir taraftan da; “Ben inandım. Bu hâdise doğrudur. Bu hâdise, senin ne kadar yüksek bir zât olduğuna çok açık bir delîldir” diyordu.”

Bir defasında, bir mes’ele hakkında Ebnâsî hazretlerinden bir fetvâ istenmişti. O da cevâbını orada bulunan birine yazdırıp, suâli soran kimseye verdi. Daha sonra, fetvânın yazılışında bir yanlışlık olduğu, bu sebeble fetvânın yanlış anlaşılacağı ortaya çıktı. Hemen fetvâyı götüren kimsenin arkasından onu tanıyan birisini gönderip, fetvâyı geri getirmesini emretti. Giden kimse ne kadar aradıysa da, fetvâyı götüreni bulmak mümkün olmadı. Ebnâsî hazretleri de bu hâle çok üzüldü.

Aradan çok az bir zaman geçmişti ki, fetvâyı götüren kimse gelerek, fetvânın yazılı olduğu kâğıdı denize düşürdüğünü, tekrar yazılmasını istirhâm etti. Ebnâsî bu hâle çok sevinip, Allahü teâlâya hamdetti. Sonra, fetvâyı bizzat kendisi yazarak o kimseye verdi. Bu hâdiseye şâhid olanlar, fetvâyı taşıyan kimsenin fetvâyı denize düşürmesinin, Ebnâsî hazretlerinin bir kerâmeti olduğunu anladılar.

¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾

1) Mu’cem-ül-müellifîn cild-1, sh. 117

2) Ed-Dav-ül-lâmi’ cild-1, sh. 172

3) Şezerât-üz-zeheb cild-7, sh. 13

4) Hüsn-ül-muhâdara cild-1, sh. 437

5) El-A’lâm cild-1, sh. 75

6) Esmâ-ül-müellifîn cild-1, sh. 19