ÇELEBİ SULTAN MEHMED

Osmanlı Devleti’nin beşinci sultânı, kırâat ve Hanefî mezhebi fıkıh âlimi, tasavvuf ehli. Dedesi Murâd-ı Hüdâvendigâr’ın vefât ettiği sene, 791 (m. 1389) senesinde veya daha önce Bursa’da doğdu. Babası Osmanlı Devleti’nin dördüncü pâdişâhı Yıldırım Bâyezîd Hân’dır. Annesi ise, Germiyanoğlu Süleymân Şah’ın kızı Devletşah Hâtun’dur. Bundan sonraki Osmanlı pâdişâhlarının hepsi bu soydandır. Osmanlı Devleti’ni ikinci defa yeniden kurmuş, ilk defa Resûl-i ekremin (s.a.v.) Medîne-i münevveredeki komşularına her sene düzenli hediye göndermek şerefine nail olmuştur. Otuzüç senelik bir ömürden sonra, 824 (m. 1421) senesinde Edirne’de vefât edip, Bursa’da defnedilmiştir.

Çelebi Sultan Mehmed Hân, Kosova meydan muharebesi ve dedesi Sultan Murâd-ı Hüdâvendigâr’ın vefâtının hemen sonrasında dünyâya geldi. Bütün şehzâdeler gibi, Mehmed Çelebi’ye de çok ihtimâm gösterildi.

Devrin en gözde âlimlerinden hocalar ta’yin edildi. Şemseddîn İbni Cezerî’nin oğlu Ahmed bin Muhammed Cezerî, Arabca ve kırâat ilimlerini öğretti. Sofu Bâyezîd nâmıyla tanınan İmâmüddîn Ali Çelebi de, diğer aklî ve naklî ilimleri öğretti. Bursa kadısı Bedreddîn Koca Mahmûd Çelebi ve Molla Fenârî’den Hanefî mezhebi fıkıh bilgilerini öğrenen Mehmed Çelebi, eniştesi Emîr Sultan’dan feyz aldı. 795 (m. 1393) senesinde Amasya’nın fethi için giden orduya kumanda edip, daha sonra da Amasya beylerbeyi oldu. Orada her yönden yetişmesi için, elden gelen bütün gayretler gösterildi. Hocası Sofu Bâyezîd, Mehmed Çelebi’nin yanından hiç ayrılmadı. Ona her husûsta yardımcı oldu. Din ve fen bilgilerini arttırmasına, idârecilikte ilerlemesine yardım etti.

Amasya’ya varışında; halk, ümerâ ve ulemâ tarafından büyük bir memnuniyetle karşılanan Mehmed Çelebi, Amasya’da ellidört senedir hüküm süren Kutlu Şah sülâlesinin hükümetine son verdi. Amasya’nın en nüfuzlu sülâlelerinden olan Gümüşlüzâde, Sungurzâde, Turumtayzâde ve Hılfetzâde sülâleleri mensûplarının yardımlarını gördü. Kutlu Şah sülâlesi taraftan ba’zı nüfuzlu kimseleri başka taraflara göçürüp, mecbûrî ikâmete tâbi tuttu. Mehmet Çelebi’nin en büyük yardımcıları, hocası Sofu Bâyezîd, Lalası Ali ve Yakut Paşa, Yahşî Beyzâde Bâyezîd Paşa, Taşanzâde Ahmed, Hacı Beyzâde Kâsım, Osman Paşazâde Hasen beylerdi. Mehmed Çelebi, Amasya’da tam bir düzen kurup halkla ünsiyet peyda ettiği, ulemâ ve ümerânın sevgi ve saygısını kazandığı bir sırada, Timur Hân’ın Erzurum taraflarına yaklaştığı haberi geldi. Amasya halkı, aradıklarını Osmanlı’da bulmuşlar, onların kendilerini huzûra kavuşturabileceğine, din ve dünyâ saadetini onları desteklemekle bulacaklarına inanmışlardı. Mehmed Çelebi, halktan aldığı yardım ve destekle ordusunu güçlendirip, babasının da’veti üzerine Ankara tarafına hareket etti. Amasya’da yerine Yakut Paşa’yı vekîl bıraktı. 804 (m. 1402) senesinde, Ankara yakınlarındaki Çubuk ovasında, Timur Hân’la Yıldırım Bâyezîd arasında yapılan savaşta büyük yararlıklar gösteren Mehmed Çelebi, Sırp Prensinin kaçması, Tatarların ve ba’zı beylerin Timur Hân’a iltihak etmesi neticesinde; Osmanlı ordusunun bozulması ve babası Yıldırım Bâyezîd Hân’ın esîr edilmesi üzerine, Amasya tarafına yöneldi. Yolda önüne başka engeller çıkması üzerine, Bolu’ya gitti. Bolu’da bir müddet ortalığın yatışmasını bekledi. Fedailer gönderip, babasını Timur’un elinden kurtarmaya çalıştı. Ama muvaffak olamadı. Amasya ile tamamen irtibâtı kesilmiş, Amasya, Kutluşahzâde Yakut Paşa’nın elinde kalmıştı. Ancak Timur Hân, âdeti üzere Anadolu’daki her bölgeyi o yerin eski beyine tevdi ettiği gibi, Amasya’yı da Kara Devlet Şah’a vermişti. Kara Devlet Şah, Osmanlılardan önce Ankara’ya hâkim olan Melik Nâsıreddîn Bahtiyar Bey’in oğlu idi. Ancak, halk ondan hiç hoşlanmıyor, başında yine Osmanoğlu’nu görmek istiyordu. Kara Devlet Şah’ın eşkiyavâri yönetimini kimse istemiyordu. Amasya ileri gelenleri, beyler ve âlimler beraber olup, çevre kazalarla birlikte Kara Devlet Şah’ı topraklarına sokmadılar. Kara Devlet Şah da, Timur Hân’a mektûp yazıp durumu arzetti. Timur Hân da, oğlu Muhammed’i, hocası Nu’mâneddîn Abdülcebbâr ile birlikte Amasya’ya gönderdi. Kâfi miktarda bir orduyla Amasya’ya gelen Timur’un oğlu Muhammed, Amasya ulemâsını toplayıp, hocasının suâllerine cevap verebilirlerse, şehrin cezadan kurtulacağını söyledi. Yakut Paşa, Amasya’dan ayrılıp Bolu’ya giderek, Mehmed Çelebi’ye durumu arzetti. Sorulan suâllere, Amasya âlimlerinin ileri gelenlerinden Pîr İlyâs, tam bir vukûfiyetle cevap verdi.

Amasya halkı, sefer masraflarını hemen ödeyip, Timur Hân’ın ordusunu geri gönderdi. Ancak Timur Hân, Şücâeddîn Pîr İlyâs gibi bir âlimden kendi ülkesinde istifâde etmek istiyordu. Bir ferman gönderip, Pîr İlyâs ve yeğeni Şemseddîn Ahmed Çelebi’yi Şîrâz’a getirmelerini söyledi. Oğlu da, ordusuyla beraber onları alıp götürdü. Pîr İlyâs’ın yeğeni Gümüşlüzâde Celâleddîn Abdürrahmân Çelebi, Amasya müftîsi oldu. Şâdgeldi Bey de Amasya emîri oldu. Hâl böyle iken de, Kara Devlet Şah tehlikesi ortadan kalkmış değildi. Amasya ileri gelenleri ve âlimlerden Müftî Abdürrahmân Çelebi, Tokatlı Kara Sinân, Muslihzâde Abdülhay, Mehmed Şah ve Hılfetzâde Hasen Çelebi’den müteşekkil bir hey’et toplandı. Amasya emîri Şâdgeldi Bey ve Amcazâdesi Mustafa Beyzâde Îsâ Bey de bu hey’ete başkanlık ettiler. Yapılan toplantılar neticesinde, yanında Amasya ileri gelenlerinden birçoğunu da toplamış olan Şehzâde Mehmed Çelebi’nin, Bolu’dan Amasya’ya da’vet edilmesi kararlaştırıldı. Amasya ileri gelenleri, daha önce başlarına geçenlerden çok çektikleri, dînî ve millî duyguları çok yüksek olduğu için, herşeye rağmen Osmanoğlu Mehmed Çelebi’yle bir anlaşma yapmayı da kararlaştırdılar. Bâyezîd Paşa’nın eniştesi olan, Enişte Asayiş Bey başkanlığında bir hey’et Bolu’ya gönderildi. Amasya halkının, “Dînimize muhalif iş işlemeyip, bize zulmetmeyeceksin, Allahü teâlânın emir ve yasaklarına itaatli olacaksın” teklifini cân-u gönülden kabûl eden Şehzâde Mehmed Çelebi, Amasya’ya doğru yola çıktı. İsfendiyâr Bey, yeğeni Yahyâ Bey’i gönderip, Mehmed Çelebi’nin Amasya’ya hareketine mâni olmak istedi. Ancak Yahyâ Bey, Mehmed Çelebi’nin öncü kuvvetleri karşısında tutunamadı. Mehmed Çelebi Osmancık’a yaklaşınca, taraftarları bir tertîb ile Kara Devlet Şah’ı öldürdüler. Amasya halkı, Mehmed Çelebi’yi Amasya Boğazı’nda karşıladı. Orada tertîb edilen bir ziyâfette, Amasya kadısı Gümüşlüzâde Abdürrahmân Çelebi, daha önce Amasya ileri gelenlerinin aldığı kararı tekrar hatırlattı. Mehmed Çelebi’den, Allahü teâlânın rızâsı, millet ve devletinin bekâsı, halkının huzûru için çalışacağına, Allahü teâlânın emir ve yasaklarına riâyet edip, fakir-fukara ve sâir teb’asını gözeteceğine dâir söz aldı. Mehmed Çelebi de bu teklifleri memnuniyetle kabûl etti. Çünkü onun da düşüncesi bunlardan başka birşey değildi. Amasya’ya yerleşip, sultanlığını ilân etti. Mehmed Çelebi, bu sırada onyedi yaşında idi. Sultanlığını ilân etmesi üzerine Çelebi Sultan Mehmed adıyla anılmaya başladı. Kardeşlerinin herbiri bir yerde sultanlığını ilân etmişti. Şehzâde Süleymân Çelebi Edirne’de, Îsâ Çelebi Balıkesir ve Bursa’da, Mûsâ Çelebi Kütahya’da saltanatını ilân etti. Her tarafta eski beylikler yeniden ortaya çıktı. Anadolu bölük-pörçük oldu. Timur Hân, İzmir’e kadar Anadolu’yu fethetti. 806 (m. 1403) yılında Amasya ve havâlisini hâkimiyeti altına alan Çelebi Sultan Mehmed Hân, Timur Hân’a bir elçi ile mektûp gönderip, bağlılığını arzetti. Timur Hân da, Çelebi Sultan Mehmed’i yanına da’vet etti. Timur Hân’dan çekinen Çelebi Mehmed geleceğini bildirip, Timur Hân’ın elçisiyle beraber yola çıktı. Yolda kendi beylerine baskınlar düzenletip bu durumda hareketinin imkânsız olduğunu söyleyerek geri döndü. Timur’a bir mektûp yazıp özür diledi. Timur Hân da, ona sahip olduğu yerlerin hükümdârlığını verip, hükümdârlık alâmetlerinden olan taç, kemer ve hil’at gönderdi. Çelebi Sultan Mehmed de, Timur Hân ve kendi adına para bastırdı.

Çelebi Sultan Mehmed, Amasya’da çok kısa bir zamanda teşkilâtını kurdu. Beşyüz kişilik bir orduyla girdiği Amasya’da, yapılan çalışmalar sonunda, güçlü bir ordu yetiştirdi. Her kesimden halk, asker olmak için yarış ediyor, Osmanoğlu’nun emrinde cihâda katılmak için çırpınıyordu. Ulemâ, ahâliyi devamlı teşvik ediyor, Çelebi Sultan Mehmed’e yardımcı olmaya da’vet ediyordu. Halkın dînî ve millî şuuru fevkalâde idi. Herkes, her işini Allahü teâlânın rızâsı için yapıyor, birlik ve beraberliğin bozulmaması için elinden gelen her fedâkârlığı yapıyordu. Kimse kimsenin hakkına ve hukukuna riayetsizlik etmiyor, herkes Allahü teâlânın emir ve yasaklarını gözetiyordu.

Çelebi Sultan Mehmed, hocası Sofu Bâyezîd vâsıtasıyle devamlı olarak âlimlerle irtibâtta bulunuyor, zaman zaman ulemâ meclislerine gidiyor, ders ve sohbetleri ta’kib ediyordu.

Ahâli, sultanlarını çok seviyor, onun peşinde Allah rızâsı için canlarını feda etmekten çekinmiyorlardı. Bilhassa Seyyîd Yahyâ Şirvânî’nin (r.a.) halîfesi Şücâeddîn Pîr İlyâs’ın ve talebelerinin de teşviki ile halk, Osmanlı devletinin ilk günlerinde olduğu gibi adetâ birbirine sımsıkı bağlanıp, bir asker-millet vücûda geldi. Böyle bir ordunun verdiği güvenle, Çelebi Sultan Mehmed, Osmanlı Devleti’ni yeniden bir bayrak altında toplamaya azmetti. Kardeşlerine haber gönderip, birleşmeye veya toprakları kendi aralarında pay edip, birbirleriyle çatışmamaya da’vet etti. Ancak Şehzâdelerin herbiri kendisinin sultan olduğunu söylüyor, kendi bayrağı altında toplanılmasını arzu ediyordu.

Çelebi Sultan Mehmed, çetin çalışmalarla, ordu ve silâh işini halletmiş, halka verilen güven, dînî ve millî şuurla birlik te’min edilerek, para mes’elesi de halledilmişti. Ahâlinin çok sevip saydığı Defterdar Celâl Çelebi, mâlî durumu düzeltmek için yeni yeni tedbirler aldı. Şâdgeldi Paşa’nın darbhânesinde, Magribî İlyâs oğlu Bedreddîn Mahmûd Çelebi tarafından gümüş akçeler kesildi. Altın ve gümüş yerine geçerli olmak üzere, “Çâvîk” veya “Çav” denilen kâğıt paralar da, Çâvîkçi nâmıyla meşhûr Buhârâlı Hoca Şemseddîn Mehmed Çelebi tarafından basıldı. Para mes’elesini de böylece halleden Çelebi Sultan Mehmed, Bursa’da bulunan ağabeyi Îsâ Çelebi’ye müracaat ederek, Anadolu’nun taksimini teklif etti. Kardeş kavgasından vazgeçelim, herkes kendi başına bölgesini idâre etsin dedi. Ancak bu teklifi reddedildi. Bunun üzerine Ulubad mevkiinde yapılan savaşı kazanan Çelebi Mehmed, Bursa’ya girerek, orada hükümdârlığını ilân etti 807 (m. 1404). Îsâ Çelebi ise, Yalova yolu üzerinden Bizans İmparatoru’nun yanına kaçtı. Şehzâde Emîr Süleymân’ın isteği üzerine Îsâ Çelebi Edirne’ye gönderildi. Emîr Süleymân, Îsâ Çelebi’yi mühim bir kuvvetle Anadolu’ya gönderdi. Bursa’yı almak isteyen Îsâ, halkın muhalefeti ile karşılaştığından şehri yaktı. Çelebi Mehmed ile yaptığı ikinci muharebede de mağlup olunca, yanına kaçtığı İsfendiyar Bey’le anlaşarak, beraberce Ankara’yı almak üzere harekete geçtiler ise de, Çelebi Mehmed’e mağlup olup, Kastamonu tarafına çekildiler.

Bir müddet sonra Îsâ Çelebi, Aydınoğlu Cüneyd Bey’in yanına gitti ve onun aracılığı ile Saruhan ve menteşe Beyleri ile anlaşarak, talihini bir kere daha denemek istedi. Yine mağlup oldu. Bu defa Karamanoğlu’na iltihak etti. Neticede, Îsâ Çelebi bir müddet sonra yakalanarak ortadan kaldırıldı.

Îsâ Çelebi’nin öldürülmesinden sonra, Çelebi Mehmed Anadolu’da yalnız kaldı. Bundan sonra, kardeşinin kuvvetlenmesinden endişe ederek Anadolu’ya gelen Emîr Süleymân ile mücâdele etti.

Emîr Süleymân, Çelebi Mehmed’in elinden birçok yerleri aldığı gibi, Aydınoğlu Cüneyd Bey ile Menteşeoğlu İlyâs Bey’e hâkimiyetini kabûl ettirdi. Çelebi Mehmed, onu yeniden Rumeli’ye döndürmek için kardeşi Mûsâ Çelebi’yi Rumeli tarafına geçirtti. Mûsâ Çelebî’nin faaliyetlerini öğrenen Süleymân Çelebi, Rumeli’ye geçti ve ilk anda Mûsâ’yı mağlup etti ise de, sonradan onun baskınına uğrayarak hayâtını kaybetti. Çelebi Mehmed Bursa’yı hâkimiyeti altına alırken, Mûsâ Çelebi de bu sırada Edirne’de hükümdârlığını ilân etti. Mûsâ Çelebi, Anadolu’da kardeşinin kuvvetli olduğunu bildiği için, orayla alâkadar olmayıp, Bizans ile meşgûl oldu ve bir kısım yerleri onlardan aldı. Bu arada ileride büyük bir isyan çıkaracak olan Şeyh Bedreddîn’i kadıasker yaptı. Şeyh, bu sûretle nüfuzunu artıracak mevkiye sahip oldu. Bir ara İstanbul’u muhasara eden Mûsâ Çelebi tehlikesine karşı, İmparator, Çelebi Mehmed’i Rumeli’ye da’vet etti.

Çelebi Mehmed, Üsküdar’a gelerek İmiparator ile görüştü. 814 (m. 1411)’de İnceğiz mevkiinde kardeşi ile yaptığı muharebeyi kaybettiğinden İstanbul’a çekildi ve gemilerle Anadolu tarafına geçerek, yaralı bir hâlde Bursa’ya geldi. Bir yıl sonra, Mûsâ Çelebi ile yaptığı mücâdelede de muvaffak olamadı.

Mûsâ Çelebi’nin ümerâsına karşı sert davranması, onları Çelebi Mehmed ile anlaşmaya mecbûr etti. Yeni plâna göre, Çelebi Mehmed üçüncü defa Rumeli’ye geçti. Kendisine katılan Sırp despotu ve ba’zı ümerâ ile birlikte Tuna’ya çekilmekte olan Mûsâ Çelebi üzerine yürüyen Çelebi Mehmed, Çamurlu-Derbend mevkiinde meydana gelen muharebede, Mûsâ Çelebi’yi mağlup etti. Mûsâ Çelebi, yaralı olarak kaçarken yakalandı. Vefâtı üzerine Bursa’ya nakledilip, babasının türbesine defnedildi Daha sonra Orhan Çelebi’yi de yakalatan Çelebi Mehmed, Edirne’de, bütün devletin hükümdârı olduğunu ilân etti.

Çelebi Mehmed Rumeli’de bulunduğu sırada, Karamanoğlu Mehmed Bey, Bursa’yı bir ay kadar muhasara etmiş, Mûsâ Çelebi’nin cenâzesinin geldiğini duyunca, şehri ateşe vererek memleketine dönmüştü. Aydınoğlu Cüneyd Bey de, bu sıralarda Ohri’den kaçarak Aydın’a gelmiş ve Ayaslug’u (Selçuk’u) muhasara edip, sancak beyini öldürtmüştü. Bu sebeple Çelebi Mehmed Anadolu’ya dönünce, önce Cüneyd Bey üzerine yürüyüp, Çandarlı eliyle; Menemen, Kayacık ve Nif kalelerini aldı. Ayrıca İzmir’de feth olundu. Çelebi Mehmed, Aydınoğlu Cüneyd Bey’in annesinin ricası üzerine Cüneyd’i affederek, Niğbolu Sancakbeyliğini verdi. İzmir kuşatması esnasında Menteşe Beyi de Osmanlılara tâbi olduğu gibi, Midilli, Sakız ve Foça’daki Ceneviz kolonilerinin elçileri gelip, bağlılıklarını arzettiler. Daha sonra Teke Beyi de tâbi oldu.

Bu şekilde işlerini yoluna koyan Çelebi Mehmed, aynı yıl Bursa’ya gelerek, Germiyan ve Candar beyliklerinden takviye alıp, Karaman seferine, çıktı. Akşehir, Beyşehir ve Seydişehir kasabalarını aldıktan sonra, aynı zamanda halasıoğlu olan Karamanoğlu Mehmed Bey’i de mağlup etti. Bundan sonra Konya’yı kuşattı ise de, mevsim elverişsizliğinden dolayı Karamanoğlu ile sulh akd ederek geri döndü. Ancak Mehmed Bey, rahat durmayıp, Beyşehir ve Seydişehir’e saldırdı. Çelebi Mehmed, ikinci defa Karamanoğlu üzerine gitti ve Konya ovasında yapılan muharebede, Mehmed Bey’i bir kere daha mağlup etti. Bu sırada pâdişâh rahatsızlandığından, yine sulh akdedildi. Mehmed Bey, gerektiğinde Osmanlı ordusuna yardım göndermeyi de kabûl etti ki, bunu Eflâk seferinde yerine getirecektir.

Çelebi Mehmed, Anadolu’da Türk birliğini sağlama çalışmalarını sürdürürken, hıristiyanlarla da dost geçinme politikası güdüyordu. Osmanlılara tâbi olan Eflâk Prensi, taht mücâdelelerinden istifâde ile üç yıldır vergiyi kesmişti. Kendisine voyvodalıkta rakip çıktığından zor durumda idi. Rakibi Dan, Osmanlılara müracaat ederek, yardım istemiş, Mirçe ise Macar kralı Sigismund’a müracaat ederek, Osmanlıların kendisine yardım etmesini sağlamasını istemişti. Ancak Çelebi Mehmed, Sigismund’un teklifini reddedip, Candar ve Karaman beyliklerinden yardım alarak, Tuna’yı geçip Romanya topraklarına girdi. Macar-Eflâk ordusunu mağlup eden Çelebi Mehmed, Mirçe’yi yeniden Osmanlılara tâbi kıldı.

Osmanlılar, Erdel’e de birkaç defa akın düzenlediler. Neticede, Macar ülkesi baştanbaşa çiğnendi. Bu sûretle Osmanlılar, Balkanlar’da ve Adriyatik’te nüfuzlarını kuvvetlendirdiler.

Bundan sonra Çelebi Mehmed, Anadolu’da kuvvetlenmiş bulunan İsfendiyar Bey’le mücâdele ederek, Sinop’u muhasara etti. Çaresiz kalan İsfendiyar Bey, Osmanlı Devletinin yüksek hâkimiyetini tanıdı. Ayrıca oğlu Kâsım’ın istediği; Kastamonu, Tosya, Çankırı ve Kalecik’i pâdişâha verdi. Bunu müteakib Çelebi Mehmed, daha önce Osmanlılar’da bulunan Samsun’un alınmasını arzu etti. Müslüman ve kâfir olmak üzere ikiye ayrılmış olan Samsun’un kâfir kısmını Biçeroğlu Hamza Bey kuşattı. Kale halkı, şehri ateşe verip kaçtılar. Şehir zahmetsiz ele geçti. Müslüman Samsun’u bizzat muhasara eden Çelebi Mehmed’e karşı koyamıyan İsfendiyaroğlu Hızır Bey, şehri teslim edip babasının yanına döndü.

Çelebi Mehmed devrinin en önemli iç hâdisesi, Şeyh Mahmûd Bedreddîn’in isyanıdır. Mûsâ Çelebi zamanında Edirne’de kadıaskerliğe ta’yin edilmiş ve Çelebi Mehmed’in cülusunu müteakib, 1.000 (bin) akçe aylık ile İznik’te ikâmete mecbûr edilmişti. Şeyh Bedreddîn, Edirne’de, sonra İznik’te te’lîfatla meşgûl olup, kendisini ziyârete gelenlere telkinâtta bulunuyordu. Edirne’ye gelmeden önce, Anadolu’da ün kazanmıştı, İznik’te boş durmayan Şeyh, adamlarından Börklüce Mustafa’yı Aydın taraflarına gönderip, şii vatandaşlar arasında propaganda yaptırıyordu. Ayrıca Torlak Kemâl adındaki adamı da, daha önceden Manisa taraflarında faaliyet gösteriyordu. Şeyh Bedreddîn, Börklüce Mustafa’nın hareketinin genişlemesi üzerine, hacca gitmek bahânesiyle, önce Sinop’a oradan Kefe’ye ve nihâyet dana önce tanıştığı Eflâk prensinin yanına gitti. Deliorman taraflarına giderek, şiîlerin meskûn olduğu bölgeleri gezdi. Oralarda bâtınî sapık fikirlerini yaydı. Şeyh Bedreddîn İslâm’a uymayan zararlı fikirler ortaya atıyor, haram olan husûsların helâl olduğunu ileri sürüyor, isyan hislerini körüklüyordu. Neticede ilk isyan, Karaburun’da başladı ve daha sonra Manisa’da kendini gösterdi ve az zamanda genişledi. Börklüce Mustafa’nın çıkardığı isyan, Amasya vâlisi Şehzâde Murâd ile Bâyezîd Paşa tarafından kanlı bir şekilde bastırıldı. Börklüce yakalanarak katlolundu.

Manisa tarafındaki Torlak Kemâl de aynı akıbete uğradı. Şeyh Bedreddîn, Bâyezîd Paşa tarafından yakalanarak, Serez’de bulunan pâdişâhın huzûruna getirildi. Şeyhin durumu ulemâ tarafından tedkîk olunduktan sonra, Ehl-i sünnete uymayan i’tikâd üzere olmak ve cemiyet nizâmını bozmakla suçlu bulunarak, Sa’düddîn Teftâzânî hazretlerinin talebelerinden Heratlı Molla Haydar’ın fetvâsıyla Serez pazarında asıldı ve malları vârislerine bırakıldı. Böylece İslâm ittihadını tehdit eden önemli bir tehlike ortadan kaldırılmış oldu.

Şeyh Bedreddîn isyanı bu şekilde bastırıldıktan sonra, Çelebi Mehmed, yeni bir isyan tehlikesi ile karşı karşıya kaldı. Bu tehlike; Ankara Meydan Muharebesi’nde babası ile birlikte Timur’a esîr düşüp Semerkand’a götürülen, Düzmece Mustafa da denilen kardeşi Mustafa idi. Uzun müddet kendisinden haber alınamıyan Mustafa, bir müddet sonra geri dönüp, Karaman topraklarında kaldıktan sonra, Rumeli’ye geçti. Osmanlı tahtına oturmak niyetinde olan Mustafa, Eflâk voyvodasının ve Niğbolu Sancakbeyi Aydınoğlu Cüneyd Bey’in yardımıyla faaliyete geçip, Selanik ve Teselya’da saltanat iddiası ile adam toplamaya başladı. Fesadın büyümesine mâni olmak için, Çelebi Mehmed hemen harekete geçti ve ağabeyisi Mustafa Çelebi’nin kuvvetlerini Selanik civarında mağlup etti. Cüneyd ile birlikte Mustafa Çelebi, Selanik kalesine sığındı. Çelebi Mehmed, ertesi sabah mültecileri istedi ise de, Selânik’in Rûm vâlisi, İmparatorun müsâadesi olmadan teslim edemiyeceğini beyân ile özür dilemiş ve nihâyet İmparator da Çelebi Mehmed hayatta oldukça bunları salıvermiyeceğini yemîn ile taahhüt etmiş olduğundan, pâdişâh da Selanik muhasarasını kaldırdı. Pâdişâh, anlaşma mucibince Mustafa Çelebi için her sene İmparator’a önemli miktarda akçe ödeyecekti. Mustafa Çelebi vak’ası 823 (m. 1420) senesinde vukû’ bulmuştu.

Bu vak’ayı müteakib Çelebi Mehmed, İstanbul’u resmen ziyâret ederek, İmparator tarafından karşılandı ve Üsküdar’da İmparator’a veda edip, İzmit üzerinden Bursa’ya geldi. Bir müddet sonra da Gelibolu yolu ile Edirne’ye döndü.

Pâdişâh, Edirne’de iken çıkmış olduğu avda rahatsızlandı. Nüzûl illetinden kurtulamıyacağını anlayan Çelebi Mehmed, vezirleri; Bâyezîd, İbrâhim ve Hacı İvaz Paşaları da’vet ederek, gizlice görüşüp, büyük oğlu Amasya vâlisi Murâd’ın hemen da’vet edilmesini istedi. Kısa süren hastalıktan sonra pâdişâh, 824 Cemâzil-âhır’inde (Haziran 1421) vefât etti. Çelebi Mehmed’in vefâtı, son derece gizli tutuldu. Cesedi tahnit edilerek sarayda muhafaza edildi. Şehzâde Murâd’ın Bursa’ya gelişine kadar, 40-42 gün pâdişâhın vefâtı gizlendi. Cesedi Bursa’ya getirilerek, Yeşil Türbe’ye defnedildi.

Osmanlı Devleti’nin ikinci kurucusu kabûl edilen Çelebi Mehmed, ne kardeşi Mûsâ Çelebi gibi sert, ne de diğer kardeşi Emîr Süleymân gibi yumuşak ve kayıtsız idi. Ma’kul hareket eden, sabırlı, azîm ve irâde sahibi, sözüne ve va’dine sâdık, nâzik, vakûr ve ciddî bir hükümdâr idi. Yalnız dostuna değil, düşmanlarına da kendisini sevdirerek, i’timâd telkin etmiş ve saydırmıştı. Onun hakkında Osmanlı târihlerinden başka, yabancı kaynaklar da iyi şehâdette bulunmaktadırlar. Küçük ve büyük 24 muharebede bulunarak, 40’a yakın yara aldığı rivâyet edilmektedir. Emellerinin en başında, babası zamanındaki yerlerin geri alınması geliyordu ki, bu gaye için çalışmış ve büyük ölçüde muvaffakiyet elde etmiştir. Zamanının yerli ve yabancı kaynakları, onun dirayetinden, sebâtkârlığından, iyi ahlâkından ve daha birçok meziyetlerinden bahsetmektedirler.

Çelebi Mehmed, kısa ömrünü savaş alanlarında geçirmiş olmasına rağmen, memleketin i’mârına da önem vermiştir. Bursa’da yaptırdığı; câmi, medrese, imâret ve Yeşil Türbesi önemli san’at eserleridir. Câmiinin karşısında yüksekçe, bir mevkide kendi türbesini yaptırdı. Türbenin karşısına düşen medresesi, bugün müze hâline getirilmiş olup, Bursa medreseleri arasında Sultaniye adı ile meşhûr idi. Bunlardan başka; Edirne’de Emîr Süleymân tarafından inşâsına başlanan ve Mûsâ Çelebi tarafından devam ettirilen Ulu Câmii’nin (Câmi-i Atîk’in) tamamlanması da ona nasîb olmuştur. Çelebi. Mehmed, câmiye vakf olmak üzere Edirne’deki bedesteni yaptırdı. Amasya’da Şehzâde türbesini yaptırdı. Oğlu Şehzâde Kâsım, burada medfûndur. Edirne’deki Eski Saray’ın da Çelebi Mehmed tarafından inşâsına başlandığı rivâyet edilmektedir.

Çelebi Mehmed’in en önemli hizmetlerinden birisi de, Mekke ve Medine halkına her sene Sürre alayı göndererek mâlî yardımda bulunma âdetini başlatmasıdır.

Sultan Mehmed’in en büyüğü Sultan İkinci Murâd olmak üzere; Mustafa, Kâsım, Ahmed, Yûsuf ve Mahmûd adında altı oğlu ile yedi kızı vardı. Kendisinden sonra tahta büyük oğlu Şehzâde Murâd çıkmıştır.

Ömrünü, Allahü teâlânın dînine hizmet etmek, insanlara Resûl-i ekremin örnek ahlâkını tanıtmak, Selef-i sâlihînin güzel yolunu yaymak için kuvvetli bir devlet kurmaya feda eden Çelebi Mehmed, halkının kendisinden beklediğini fazlasıyla yerine getirdi. Memlekette birlik ve dirliği te’sis etti. Ülkesini çeşitli sosyal te’sislerle süsleyip, halkının maddî ve ma’nevî refahı için çalıştı. Her Osmanlı sultânı gibi, medeniyetin; beldelerin ta’miri, insanların madden ve ma’nen huzûra kavuşması demek olduğunu çok iyi bilen Çelebi Mehmet, insanları rûhen terbiye eden ulemâ ve evliyâya, hürmette kusur etmeyip, onları memleketine celbedici tedbirler aldı. Âlimlere meclislerinde yer verip, ulemâ meclislerinde i’tibâr gördü. Zamanının büyüklerinin ilim ve feyzlerinden istifâde etti. Halkının maddî yönden refaha kavuşması, onların huzûr içinde işlerini yapabilmeleri için, âdil emirler, ilimde âlim, amelde üstün kadılar ta’yin etti. Memleketindeki refahtan diğer müslümanlara pay vermek, Resûl-i ekremin (s.a.v.) mübârek komşularının duâlarını almak için, her yıl onlara hediyeler gönderme âdetini çıkardı. Sürre alayı adı verilen bir hey’et, Osmanlı hac kâfilesinin önünde bu hediyeleri götürüyordu. Altın para vesâir hediyeler, develere yüklenirdi. Çok güzel bir şekilde süslenen bu develere, pâdişâhın hediyeleri yanında, paşaların ve diğer müslümanların hediyeleri de yüklenirdi. Bu âdet, ilk defa, Çelebi Sultan Mehmed zamanında başlayıp, Birinci Cihan Harbi’nde Hicaz’la irtibât kesilinceye kadar devam etti. Verilen hediyelerle Mekke ve Medine’deki, mübârek yerlerin ta’mir ve bakımı, fakirlerin yiyecek ve giyeceği te’min edildi.

¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾

1) Şakâyık-ı Nu’mâniyye tercümesi (Mecdî Efendi) sh. 78

2) Neşrî (Cihânnümâ) sh. 350

3) Tâc-üt-tevârih cild-1, sh. 235

4) Âşıkpaşa-zâde sh. 140

5) Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye sh. 989

6) Amasya Târihi (Hüseyn Hüsâmeddîn) cild-3, sh. 130

7) Beheşti sh. 35

8) Münseât-üs-selâtîn cild-1, sh. 143

9) Rehber Ansiklopedisi cild-3, sh. 309