Şafiî fıkıh ve tefsîr âlimlerinden. İsmi, İbrâhim bin Ömer bin Hasen-ir-Rübât bin Ali bin Ebî Bekr el-Bikâ’î’dir. Künyesi Ebü’l-Hasen olup, Burhâneddîn lakabı ile tanınırdı, İbn-i Uveycân diye de anılırdı. Takriben 809 (m. 1406) senesinde, Suriye’nin Bikâ’ kasabasının Harberûh köyünde dünyâya geldi. Orada yetişip büyüdü. Sonra Dımeşk’a gelip yerleşti. Bir müddet oradan ayrılıp, Kudüs’e ve Kâhire’ye gitti. Orada Tâceddîn bin Bahâdır’dan nahiv ve fıkıh ilimlerini okudu. İbn-i Cezerî’den, “Kırâat-i aşere”yi Bekâra sûresine kadar kırâat eyledi. Takıyyüddîn el-Hısnî, Tâcüddîn el-Garâbilî, Ammâd bin Şeref, Şerefüddîn-i Sübkî, Alâ-ül-Kalkaşendî, Kâyânî, Hâfız İbn-i Hacer, Ebü’l-Fadl el-Magribî gibi birçok âlimden ilim tahsil etti. Çeşitli ilimlerde çok yükseldi ve akranlarından üstün oldu. 885 (m. 1480) senesi Receb ayının dokuzunda ciğerlerinden hastalanarak, akşam vakti Şam’da vefât etti. Sabah olunca Câmi-i Ümeyye’ye getirilip, namazı orada kılındı. Sonra, Şam’ın dışında bulunan Hemuriyet kabristanına defnedildi.
Bikâ’î hazretleri, çok âlimden ilim tahsil etti. İzzeddîn bin Furât’ın yanında “Hadîs-i İbn-i Mes’ûd”un ikinci cildini okudu. Sonra Dimyat ve İskenderiyye’ye gitti. Bir süre başka memleketlerde de kaldı. Daha sonra hacca gidip, Mekke-i mükerremede kaldı. Bir müddet sonra oradan ayrılıp, Tâif ve Medîne-i münevvereyi de ziyâret etti. Oradan da deniz yolu ile sefere çıktı ve Zâhir Çakmak’ın bulunduğu kaleye gidip, hadîs ilmi tahsil etmek istedi. Fakat ba’zı sebeplerden Emîr Çakmak onu kaleye almadı.
Bikâ’î, asrındaki âlimler içinde, Allahü teâlânın Kitabı ve Resûlullahın (s.a.v.) sünneti ile en çok amel edeniydi. Takıyyüddîn-i Sübkî diyor ki: “Ben, onun yanında kırk yıl kaldım Onun, Kitâbullahtan ve sünnet-i Resûlullahtan kıl kadar ayrıldığını hiç görmedim. Devamlı onlarla amel ederdi.”
Eserleri çoktur. Başlıcaları şunlardır:
1- Nazm-üd-dürer fî tenâsüb-il-ây ves-Süver fî tefsîr-il-Kur’ân “Münâsebât-i Bikâ’î ve “Tefsîr-ül-Bikâ’î” diye de meşhûr olan bu tefsîrini, 861 (m. 1456)’de yazmaya başlamıştı. Yarısına kadar yazdıktan sonra, birçok âlim tarafından takdîr edilmesine rağmen, ba’zılarının da ileri-geri konuşmalarına ve hattâ ba’zı hâdiselerin ortaya çıkmasına sebep olmuştu. Nihâyet 885 (m. 1480) târihinde tamamlayabilmiştir. Bu, kendi tarzında emsalsiz bir tefsîr olup, Kur’ân-ı kerîmin sûreleri ile âyet-i kerîmeleri arasındaki münâsebetleri, irtibâtları göstermiş ve böylece Kur’ân-ı kerîmin sırlarından ba’zılarının anlaşılmasına hizmet etmiştir. Bu eserin, büyük bir ilmî kudretin ve yüksek bir feyzin mahsûlü olduğunda hiç şüphe yoktur, iki cild olup, bir nüshası Nûr-i Osmaniye Kütüphânesi 242 numarada mevcûttur.
2- Müsâ’ıd-ün-nazar lil-eşrâfi alâ makâsıd-is-süver: Her sûrenin. İsmiyle müsemmâsı arasındaki uygunluğu gösteren bir eserdir. Bir nüshası Bağdatlı Vehbi Efendi Kütüphânesinde 96 numarada mevcûttur.
3- El-Feth-ül-Kudsî fî âyet-il-Kürsî: Âyet-el-Kürsî’nin tefsîridir. 879 (m. 1474) senesinde Kâhire’de tamamlanmıştır.
4- Ünvân-ül-Ünvân: “Ünvân-üz-zemân” kitabının hülâsası, özetidir.
5-El-Akvâm-ül-kavîme hükm-in-nakli minel-kütüb-il-kadîme.
6- Eşvâk-ül-eşvâk min masâri’ul-uşşâk: “Masâri’ul-uşşâk” kitabının muhtasarıdır.
7- Ahbâr-ül-cihâd fî feth-ıl-bilâd, 8-El-Bâha fî ilm-il-Hısâb vel-mesâha, 9-Sırr-ur-rûh: İbn-i Kayyım’ın “Kitâb-ür-rûh”undan ihtisar edilmiştir. Matbûdur. 10- Lü’b-ül-Arab bil-meysîr (fil-câhiliyye): Londra’da basılmış bir eserdir. 11- Ahsen-ül-kelâm-il-müntehâ min zemm-il-kelâmi lil-Hervâ, 12- Esed-ül-Bikâ’in-nâhise fî mu’tedi’l-Mekâdise, 13-El-Esfâr an eşride-til-esfâr 14-Eş’âr-ül-va’î bi-eş’âr-il-Bikâî, 15-Eşillâ’ül-bâr a’lâ İbn-ül-Habbâz, 16- El-İtlâ’ fî huccet-il-vedâ’, 17- İzhâr-ül-asr li esrâri ehl-il-asr fil-vefeyât: Hicrî 850 senesinden 870 senesine kadar vefât eden âlimleri anlatmaktadır. Bu eser, hocasının “Enbâ-ül-gumr” adındaki eserine zeyl, ilâvedir. 18- El-A’lâm bi-Seney-il-hicreti ilâ eş-Şam 19- İnâret-ül-küfr bimâ hüvel hakkı fî keyfiyet-iz-zikr, 20-El-Izâm bi-fethı esrâr-it-tezehhüdi vel-ezân, 21- Beyân-ül-icmâ’ alâ men’ıl-ictimâ’ fî bid’at-il-gınâ ves-simâ’, 22- Tahzîr-ül-ibâd min ehl-il-inâd bid’at-il-ittihâd fî redd-il-füsûs ve emsâlihâ, 23- Tedmîr-ül-ârız fî takbîh-il-İbn-il-Fârid, 24- Tehdîm-ül-erkân min leyse fil-imkân ebde’a min-mâ kâme, 25- Cevâhir-ül-bihâh fî nazm sîret-in-Nebiyy-il-muhtâr: Bunu, sonra kendisi şerh etmiştir. 26- Hayr- uz-zâd-il-müntekâ min kitâb-il-i’tikâd lil-Beyhekî, 27-Del âlet-ül-Bürh ân al â en leyse fil-imkân ebde’a min-mâ-kâne, 28- Delâil-ül-Bürhân-il-kavîm alâ tenâ-sübi âyât-il-Kur’ân-il-azîm fî muhtasar-id-dürer, 29- Delâil-ül-Bürhân li-münsafâ’l-ihvân alâ tarîk-ıl-Îmân, 30- Ref-ül-lisân an arâis-in-nizâm fil-arûz vel-kavâfi, 31- Es-Seyf-ül-mesnûn-il-limâ alel-müft-il-Meftûn bil-ibtidâ’, 32- Şerhu cem’ıl-cevâmi’ li es-Sübkî fil-fürû’, 33- Ed-Davâbit vel-işârât li-eczâi ilm-il-kırâat, 34- Azmü vesîlet-il-isâbe fî san’at-il-kitâbe, 35-Ünvân-üz-zemân fî tezâcim-iş-şüyûh vel-akrân, 36-El-Kavl-ül-ma’rûf, 37- El-Kavl-ül-müfîd fî usûl-it-tecvîd, 38- Kifâyet-ül-kârî, 39-Mâlâ yestagnî anh-ül-insân min medh-il-lisân, 40-En-Nüket vel-fevâid alâ şerh-il-akâid: Sa’deddîn et-Teftâzânî’nin eserinin şerhidir. 41- En-Nüket-il-vefiyye alel-Elfiye: Irâkî’nin hadîs ilmine dâir yazdığı “Elfiye” kitabının şerhidir.
Bunlardan başka daha birçok risaleleri de vardır.
Kitâb-ül-Müvânese adlı eserinden ba’zı bölümler:
Bekr bin Abdullah el-Müzenî buyurdu ki: “İbrâhim aleyhisselâmı ateşe atmak istedikleri zaman, bütün mahlûkat dediler ki: “Yâ Rabbî! Halîlin ateşe atılıyor. Bize izin ver de, onun için yakılan ateşi söndürelim.” Bunun üzerine Allahü teâlâ onlara: O benim halîlimdir. Benim yeryüzünde ondan başka halîlim (dostum) yoktur. Hem ben onun ilâhıyım. Onun benden başka ilâhı yoktur. Eğer sizden yardım isterse, ona yardım edin. Yoksa onu kendi hâline bırakın” buyurdu. İbrâhim aleyhisselâm ateşe atıldığı zaman Allahü teâlâ ateşe meâlen; “... Ey ateş! İbrâhim’e karşı serin ve selâmet ol!” (Enbiyâ-90) buyurunca, ateş o gün, şark ve garb ehline serin oldu.”
Afv el-A’rabî anlattı: “Hasen-i Basrî’ye: “Gece teheccüd namazı kılmaya kalkanların durumu nedir?” diye sorulunca; “Onlar Allahü teâlâ ile beraberdirler. Allahü teâlâ, onlara nûrundan bir nûr verir” buyurdu.
Ali bin Ebî Tâlib buyurdu ki: “Dünyâ geri dönüp gitmekte, âhıret ise gelmektedir. Fakat her ikisinin de talibleri vardır. Siz, âhıreti istiyen, onun için çalışanlardan olunuz. Dünyâ peşinde koşanlardan olmayınız. Dünyâya kıymet vermiyenler (Dünyâdan sâdece zarurî olan ile yetinenler), yeri yaygı, toprağı yatak, suyu tayyib (helâl ve temiz bir rızık) edindiler. Cenneti istiyen, nefsinin arzu ve isteklerinden uzaklaşır. Cehennemden kaçınmak isteyen ise, haram olan şeylerden korunur. Dünyâya kıymet vermiyenlere belâ ve musibetler hafif gelir. İnsanlar, onlardan bir kötülük görmeme husûsunda emîndirler. Onların kalbi mahzûndur. İhtiyâçları hafiftir.”
Kümeyl bin Ziyâd anlatır: “Birgün Ali bin Ebî Tâlib ile beraber gidiyorduk. Bu sırada Ali bin Ebî Tâlib bir kabristana döndü ve; “Ey kabir ehli! Bizim yanımızda haber olarak şunlar var: Mallarınız vârisler arasında taksim edildi. Çocuklarınız yetim kaldı. Ya sizin yanınızda ne var?” dedi. Sonra bana dönerek; “Ey Kümeyl! Eğer şimdi onlara cevap vermeleri için izin verilseydi, şöyle cevap verirlerdi: Şüphesiz, en hayırlı hazırlık ve azık takvâdır” dedi ve ağlamağa başladı. Daha sonra; “Ey Kümeyl! Kabir amellerin sandığıdır. Ölünce herşey ortaya çıkar. Neler olacağı o zaman görülür” buyurdu.
Hasen-i Basrî buyurdu ki: “Gençliğinde iyi ibâdet edene, Allahü teâlâ yaşlı olduğu zaman hikmet verir. Bu husûs, Enbiyâ sûresi yetmişdokuzuncu âyet-i kerîmesi ile beyân buyurulan husûstur.”
Muhammed bin İbrâhim, babasından şöyle nakletti: “Ali bin Ebî Tâlib’e dünyâdan soruldu. Hazreti Ali; “Uzun mu, yoksa kısa mı anlatayım?” buyurunca, “Kısa olarak, ey mü’minlerin emîri” dendi. O zaman Hazreti Ali; “Dünyânın helâli hakkında hesâb, haramı hakkında azâb vardır” buyurdu.
Katâde (r.a.) anlattı: “Mûsâ (aleyhisselâm) şöyle buyurdu: “Yâ Rabbî! senin gazâbının ve rızânın alâmeti nedir?” Bunun üzerine Allahü teâlâ; “Size iyilerinizi âmir yaptığım zaman, bu rızâmın alâmetidir. Kötülerinizi âmir yaptığım zaman, bu da gazâbımın alâmetidir” buyurdu.”
Süfyân bin Uyeyne buyurdu ki: “Bize şu haber ulaştı: Gecenin evveli olunca, semâdan bir münâdî şöyle seslenir. “Haydi ibâdet edenler kalksın!” O zaman âbidler kalkar, Allahü teâlânın dilediği kadar namaz kılarlar. Sonra yine bir münâdî; “Allahü teâlâdan af ve mağfiret istiyenler nerede?” diye seslenir. Onlar da Allahü teâlâdan af ve mağfiret istemek için duâ ederler. Fecir doğduğu zaman, yine bir münâdî; “Haydi gâfiller kalksın!” der. Onlar da yataklarından, ölülerin kabirlerinden tenbel olarak kalkması gibi kalkarlar. Gece ibâdetle meşgûl olanın, gözleri uykusuzluktan sönük, fakat kalbi sevinçlidir.”
İbn-i Abbâs buyurdu ki: “Müslüman bir kadıda şu üç şeyin bulunması uygun değildir Kin, hased ve hiddet.”
Lokman Hakim buyurdu ki: “Üç kimse, üç yerde bilinir. Hilm sahibi kimse kızgınlık zamanında, kahraman harbde, arkadaş ve gerçek dost ihtiyâç zamanında.”
Muhammed bin Selâm şöyle buyurdu: “Seninle dostluğu ihtiyâç zamanında olan kimseyi, kendine arkadaş ve dost edinme. Çünkü, onun sana olan ihtiyâcı bitince, dostluk ve arkadaşlığı da biter.”
Ebüdderdâ (r.a.) buyurdu ki: “Üç şey beni güldürdü. Üç şey de ağlattı. Beni güldüren üç şey şunlardır: 1-Ölüm kendisini istiyen kimsenin, dünyâda uzun emel sahibi olması, 2- Akıllı olup da, kendisinden akla uygun işlerin sâdır olmadığı kimse, 3- Rabbinin kendisinden râzı olup olmadığını bilmediği hâlde gülen kimse.”
Süfyân-ı Sevrî şöyle anlattı: “Lokman Hakîm’e; “Hangi ameline daha çok güveniyorsun?” diye sorulunca;
“Mâlâya’nîyi (fâidesi olmayan şeyleri) terketmeme” cevâbını verdi.”
Muhammed bin Selâm anlatır: “İlim ehlinden birisi buyurdu ki: “Sana fâide vereceğini bildiğin yerde yalanı terket. Çünkü yalan, senin için zararlıdır. Sana zarar vereceğini bildiğin yerde ise, doğruluğa yapış, zira o sana fâide verir.”
İbrâhim bin Edhem buyurdu ki: “Zühd üç çeşittir, 1- Farz olan zühd, haramlardan sakınmaktır. 2- Fazilet olan zühd, helâl olan şeylerden zarûret miktarı kullanmaktır. 3- Selâmet olan zühd ise, şüphelilerden sakınmaktır.”
Rebî’ bin Heysem şöyle buyurdu: “Bedenin hastalığı günâhtır, ilacı ise istiğfardır. Şifâsı da günahlara dönmemektir.”
Ebû Hazm buyurdu ki: “Allahü teâlâya yaklaştırmayan her ni’meit musibettir.”
Ömer bin Hattab (r.a.) buyurdu ki: “İlim öğreniniz, ilim için sekinet ve hilm öğreniniz. Kendisinden ilim öğrendiğiniz kimyese tevâzu ediniz.”
Hazreti Ömer, Ebû Mûsel-Eş’arî’ye (r.a.) şöyle yazdı: “İnsanların, sultanlarından nefret ettikleri olur. Böyle bir nefretten Allahü teâlâya sığınırım. Cezayı, akşam olmasına bir saat bile kalsa infaz et. İki iş karşına çıkar da; bunlardan birisi Allah için olan bir iş, diğeri dünyâya âit bir iş olursa, sen Allahü teâlâ için olanı tercih et. Zîrâ dünyâ fâni, Allahü teâlâ ise bakîdir. Fâsıkları korkut. Müslümanların cenâzesinde hâzır bulun. Onlara kapını aç. İşleri ile bizzat ilgilen. Çünkü sen de onlardan birisin.”
Dâvûd bin Reşîd şöyle buyurdu: “Dört şey, köleyi efendi yapar. Bunlar, edeb, doğruluk, fıkıh ve emânettir.”
Hazreti Ebû Bekr, halife olunca minbere çıkıp, Allahü teâlâya hamd ve senadan sonra şöyle buyurdu: “Ey insanlar! iyi biliniz ki, en akıllı kimse, takvâ sahibi olandır. En ahmak olan da fâcirdir (günah işliyendir). Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekiniz.”
Hazreti Ömer halife olunca, minbere çıkıp şöyle buyurdu: “Kur’ân-ı kerîmi okuyunuz ve onunla amel ediniz. Böyle yaparsanız, Kur’ân-ı kerîm ehlinden olursunuz. Amelleriniz tartılmadan önce kendinizi tartınız.”
Osman bin Affân (r.a.) şöyle buyurdu: “Ey insanlar! Allahü teâlâdan korkun. Çünkü takvâ ganîmettir. Ey zekî insan! Nefsini (Allahü teâlânın râzı olduğu şeylerle) süsleyen ve ölümden sonrası için sâlih amel yapan, Allahü teâlânın nûrundan, kabirdeki karanlık için bir nûr edinendir.” Ali bin Ebî Tâlib de (r.a.) şöyle buyurdu: “Ey insanlar! Hayatta iken iyi işler yapınız. Böyle yaparsanız, âhırette muhafaza olunursunuz. Çünkü Allahü teâlâ, Cennetini kendisine itaat edenlere va’detti. Cehennemi ile de kendisine âsî olanları tehdid etti.”
Dâvûd bin Beşîr (r.a.) buyurdu ki: “Îsâ aleyhisselâm; “Dünyâyı istiyen kimse, deniz suyu içen kimse gibidir. Deniz suyundan içen, ne kadar içse susuzluğa kanmaz. İçmeğe devam eder ve sonunda ölür. Dünyâ da talibine böyledir” buyurdu.
Muhammed bin Ka’b buyurdu ki: “Allahü teâlâ bir kulu hakkında hayır murâd edince, onu dünyâya karşı zâhid yapar. Dinde fakîh kılar ve ona kendi ayıplarını görmeyi nasîb eder.” Râbi’a-i Adviyye buyurdu ki: “İnsanlar, kalblerini dünyâ sevgisi sebebiyle Allahü teâlâdan alıkoydular. Eğer, dünyâ sevgisini kalblerinden alabilselerdi, melekût âleminde dolaşırlardı.”
Ahmed bin Hâlid Acurî şöyle anlattı: “Hakimlerden birisine; “Ahmaklığın en ileri derecesi nedir?” diye sorulunca; “Kötü kimselerin yaptıklarını yaparak iyilerin derecelerine kavuşmayı istemek, doğru yolda olanlara kızıp bâtıl yolda olanı sevmektir” diye cevap verdi. “Cehâletin alâmeti nedir?” diye sorulunca: “Zenginliği sevmek, uzun emel sahibi olmak, dünyâya çok düşkün olmaktır” diye cevap verdi.”
Ahmed bin Kays’a, mürüvvetin ne olduğu sorulunca şöyle cevap verdi: “Mürüvvet; dinde âlim olmak, belâ ve musibetlere sabretmek, gazâb zamanında hilm (yumuşaklık) göstermek, gücü yeterken affetmek, ana-babaya iyilik etmektir.”
Bilâl bin Saîd şöyle buyurdu: “Ey ebedî yolun yolcuları! Sizler, yok olmak için yaratılmadınız. Sizler, sâdece bir evden, bir eve göç edersiniz. Nitekim siz, sulblerden rahmlere, buradan dünyâya, dünyâdan kabirlere, kabirlerden mevkıfe, mevkıfden ya ebedî Cennete veya Cehenneme gidersiniz.”
İbn-i Mübârek anlattı: “Ömer bin Abdülazîz’e, en faziletli cihâdın ne olduğu sorulunca; “Nefsin arzu ve istekleri ile cihâddır” buyurdu.
Hasen bin Hilâl şöyle anlattı: “Hakimlerden birisi şöyle dedi: Dînin emir ve yasaklarına uyan kimselerle beraber olmak, kalbden günah kirlerini giderir. Mürüvvet sahibi ile oturup kalkmak, iyi ahlâka delâlet eder. Âlimlerle beraber olmak, kalbleri açar. Zamanın dâima değiştiğini bilen, zamana uymaz.”
Muhammed bin Hüseyn anlattı: “Hakimlerden birisi oğluna şöyle nasihatte bulundu: Ey oğlum! Hayır bir işi geriye atmaktan, sonra yaparım demekten sakın. Çünkü böyle yapmak, o hayır işin yapılmasına mâni olur. Hayır işin zamanı geçince, bir daha geri dönmez. Uzun emel sahibi olmaktan sakın. Çünkü uzun emel senden öncekilerin helakine sebep olmuştur. Âhıret yolculuğuna her ân hazır ol. Sözle ve fiille acele etme.”
Esmâî (r.a.) buyurdu ki: “Öyle anlar var ki, o zaman bir sözü sarfetmek zararlı olur. Onun için sözün nerede ve ne zaman söyleneceğini çok iyi bilmelidir.”
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Mu’cem-ül-müelifîn cild-1 sh. 71
2) Ed-Dav-ül-lâmi’ cild-1, sh. 101, 111
3) Şezerât-üz-zeheb cild-7, sh. 339
4) El-A’lâm cild-1, sh. 56
5) Esmâ-ül-müellifîn cild-1, sh. 21-22
6) Keşf-üz-zünûn cild-1, sh. 81, 104, 210, 382, 602 cild-2, sh. 1090, 1184, 1365, 1575,
7) İzâh-ül-meknûn cild-1 sh. 102, 152, 678
8) Brockelmann Sup-2 sh. 177
9) Ahwardt Verzeichniss der arabischen Handschriften cild-9 sh. 225