Mısır’da yetişen Şafiî mezhebi fıkıh âlimlerinden. İsmi, İbrâhim bin Ahmed bin Ali bin Süleymân bin Selîm’dir. Nisbeti; el-Beycûri, el-Kâhirî ve el-Mısrî olup, künyesi Ebû İshâk ve lakabı Bürhâneddîn’dir. Beycûrî diye tanınmaktadır. 750 (m. 1349) senesinde Mısır’da Menûfiyye’nin köylerinden Beycûr’da doğdu. 825 (m. 1422) senesi Receb ayının ondördünde Cumartesi günü vefât etti.
Menûfiyye’nin Beycûr köyünde doğup orada yetişen Beycûrî, daha sonra Kâhire’ye geldi. Orada ilim tahsiline başladı. Kur’ân-ı kerîmi ve başka ba’zı kitapları ezberledi.
Cemâleddîn-i Esnevî ve Bülkınî’den fıkıh ilmini tahsil etti. 777 (m. 1375) senesinde Haleb’e giderek, Şihâbüddîn-i Ezraî’den okudu. Daha başka âlimlerin de sohbetlerinde bulunup kendilerinden ilim öğrendi. Fıkıhdan başka, usûl ve nahiv ilimlerinde de ihtisas yapıp ilerledi.
İlim tahsilini tamamlayıp şafiî mezhebi âlimlerinin büyüklerinden olarak yetişince, çeşitli yerlerde dersler vererek talebe yetiştirmeye başladı.
Alâüddîn İbni Hatîb-in-Nâsıriyye şöyle anlatır: “Ben Mısır’da Nâsıriyye ve Sâbikıyye medreselerinde Beycûrî ile birarada çok bulundum. Kendisinden çok şeyler okudum. Çok ders aldım. Orada, benim gibi ders alan daha nice talebe vardı. Talebelerine fıkıh ilminin inceliklerini, geçmiş büyük âlimlerin sözlerini anlatırdı. Kendisi fakir idi. Vazifesi de, tanınacak, meşhûr olacak bir vazîfe olmadığı hâlde, sohbetinde hazır bulunanlar çok olur, istifâde etmeye çalışırlardı.”
O zamanda, Şafiî mezhebi fıkıh bilgilerini en iyi bilen âlim olarak tanınan Beycûrî, herkes tarafından sevilir, sayılır ve hürmet görürdü.
Kendisi ve babasının nafakasını te’min için, az bir ücretle kitap yazarak, istiyenlerin kitaplarını çoğaltırdı. Büyük bir cild kitabı iki ayda yazardı. Her gece, o günkü yazdığını kontrol eder, yanlışlık olup olmadığına bakardı.
Cemâleddîn-i Taymânî şöyle anlatır: “Beycûrî, akranı arasında fıkhı en iyi bilen, Hâfızası en kuvvetli olan idi. Beycûr’da fazilet bakımından diğer insanlardan yüksek olan üç büyük zâttan birisi idi,” Fıkıh ilmini yaymakta diğerlerinden ileride idi. Gurâbiyye, Nâsıriyye, Hoşkademiyye ve Sâbikıyye gibi medreselerde ders verdi. Birçok büyük zâtlar ondan ilim öğrendi. Burhâneddîn bin Hıdr, Zeynüddîn-i Sendebîsî, Celâlüddîn-i Mahallî ve Abbâdî bunlardandır.
Dînimizin emirlerini harfiyyen yerine getirmekte çok gayretli olan Beycûrî, çok hayır ve hasenat sahibi bir zât idi. Kendisi zengin olmamakla beraber, iyilik ve ikramları pekçok idi. Ahlâkı güzel, yumuşak huylu, halim, selim bir zât idi. Çok saf ve temiz bir kalbe sahip idi. Gayet mütevâzi idi. Nefsin arzu ve isteklerine uymaz, devamlı olarak hayırlı ameller yapardı. Ehl-i sünnet i’tikâdında olup, Selef-i sâlihînin yolunda yürürdü.
Giyim ve Kuşam husûsunda normali aşmaz, orta yollu hareket ederdi. İnsanlarla uğraşmaktan, onların başlarında âmir durumunda olmaktan devamlı olarak kaçınır, kendisine böyle bir vazîfe teklif edildiğinde kat’iyyen kabûl etmezdi. Dünyâya düşkün olanın yanına gidip gelmez, böyle bir kimse ile münâsebet kurmazdı. Kendisi, kitapları mütâlâa etmekten ve talebe okutmaktan hiç usanmazdı. İmâm-ı Nevevî’nin Ravda kitabına ve başka kitaplara kısa ve çok faydalı haşiyeler yazdı. Yazısı çok güzel idi.
Ömrünün sonuna doğru bütün meşgûliyetleri terkeden Beycûrî, vakitlerini devamlı olarak Kur’ân-ı kerîm okumaya ve talebelerine ayırdı. Hergün Kur’ân-ı kerîmi bir defa hatmeder, hatmedemediği günlerde de tamâmına yakın bir kısmını okurdu.
Vefâtında herkes üzüntüye gark oldu. Çünkü onun yerini tutacak birisi kalmamıştı.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Ed-Dâv-ül-Lâmi cild-1, sh. 17
2) Mu’cem-ül-müellifîn cild-1, sh. 7
3) Hüsn-ül-muhâdara cild-1, sh. 439
4) Şezerât-üz-zeheb cild-7, sh. 169
(Bkz. Kerderî)