Hanefî mezhebi fıkıh âlimlerinden. Kelâm ve usûl ilimlerinde de âlim idi. İsmi, Ali bin Muhammed’dir. Alâüddîn lakabı verildi. Tûsî, Betârkânî ve Rûmî nisbet edildi. İran’da Tûs taraflarında doğan Alâüddîn Ali Tûsî, 887 (m. 1482) yılında Semerkand’da vefât etti.
Gençliğinde İran ve Horasan taraflarında, Mâverâünnehr’de ilim tahsil etti. Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri kıymetli din bilgilerini öğrenip aklî ve naklî ilimlerde yetişti. Anadolu’da ilme hürmetkar, âlime ta’zimkâr olan Osmanlı sultanlarının varlığından haberdâr oldu. Onların hizmetinde bulunmayı arzu etti. Alâüddîn Tûsî’nin tahsilini bitirdiği sıralarda, Osmanlı Devleti’nin başında Fâtih Sultan Mehmed Hân’ın babası Sultan İkinci Murâd Hân bulunmaktaydı. Anadolu’ya gelip Osmanlı ulemâsıyla sohbet etti. Sistemli çalışması, engin bilgisi, üstün zekâ ve kabiliyeti, karşısındakini ikna ve ta’lim kudreti, bilgisinden aldığı güçten kaynaklanan ilmî cesâreti ve öğretme gayretleriyle Osmanlı ulemâsının takdîr ve muhabbetini kazandı. Çeşitli memleketlerdeki üstün ilim sahibi ve kabiliyetli kimselere büyük imkânlar sağlayarak, teşvik edip memleketine çekmek için çırpınan Sultan Murâd Hân, ayağına kadar gelmiş olan Alâüddîn Tûsî’yi kaçırmadı. Bursa’daki Sultaniye Medresesi’ne, günlük elli akçe (5,7 gr. altın) yevmiye ile başmüdderris ta’yin etti. Kısa zamanda Osmanlı ulemâsı arasında meşhûr olan Alâüddîn Tûsî, fetihten sonra İstanbul’da açılan sekiz medreseden biri olan Zeyrek Medresesi’ne günlük yüz akçe (11,4 gr. altın) yevmiye ile müderris ta’yin edildi. Alâüddîn Tûsî ile birlikte Hocazâde ve Abdülkerîm Efendi’ye de birer medrese verilip, diğer beş medrese de, devrin mümtaz müderrislerine ihsân edildi. Fâtih Sultan Mehmed Hân, Alâüddîn Tûsî’ye yevmiyesi hâricinde, İstanbul civarında bir yer olan Müderris köyünü mülk olarak verdi. Bugünkü Zeyrek Câmii’nin yanında, kırk odalı bir binadan müteşekkil olan Zeyrek Medresesi’nde birçok âlim ondan ilim öğrendi. Fâtih Sultan Mehmed Hân da, zaman zaman bu medreseye gelir, Alâüddîn Tûsî’nin derslerini dinler, anlatılanlardan çok memnun olarak ayrılırdı. Medreseyi bir ziyâretinde, Alâüddîn Tûsî’ye hil’at (pâdişâhların taltif için verdikleri elbise) ve onbin akçe (1,142 kg. altın), talebelerin herbirine de beşyüz akçe (57,1 gr. altın) hediye ederek, onları taltif ve teşvik etti.
Alâüddîn Tûsî’nin ilmî kudreti, münâzara kabiliyeti, dînî gayreti gibi husûsiyetlerinden dolayı, ona karşı üstün bir muhabbet ve hürmet besleyen Fâtih Sultan Mehmed Hân, İstanbul’da yaptırdığı, bugünkü Fâtih Câmii civarındaki Semâniye medreselerinden birine müderris ta’yin etti. Daha sonra Edirne’deki Üç Şerefeli Medresesi’ne, müderris ta’yin etti. Fâtih Sultan Mehmed Hân, âlimlerin çalışmasına, sapıklıkların ortadan kaldırılıp, doğru bilgilerin hak delîllerle isbât edilerek ortaya çıkarılmasına, Allahü teâlânın dîninin doğru olarak öğrenilip öğretilmesine büyük ehemmiyet verirdi. Bu yüzden; felsefeci İbn-i Sina’nın sapık fikirlerine cevap veren İmâm-ı Gazâlî’nin (r.a.) yazdığı “Tehâfet-ül-felâsife” adlı eserine reddiye yazmak gibi bir sapıklığa düçâr olan Endülüslü felsefeci İbn-i Rüşd’ün fikirlerinin bozukluğunun ortaya çıkarılmasını istedi. Bu işle Alâüddîn Tûsî’yi ve Hocazâde’yi vazîfelendirdi. Hocazâde dört ay sonra, Alâüddîn Tûsî altı ay sonra bir eser yazarak, İbn-i Rüşd’ün; “Akıl îmândan üstündür” sözüne karşı, İmâm-ı Gazâlî’nin (r.a.); “Îmân akıldan üstündür” sözünün doğruluğunu isbât ettiler. Eserler, zamanın en büyük âlimlerinden müteşekkil bir hey’et tarafından tetkik edildi. Hocazâde’nin eserini, maksada daha uygun, takdîre daha lâyık buldular. Alâüddîn Tûsî, bu hâdiseden sonra, Anadolu’da kendini geçen büyük âlimlerin yetiştiğini görüp, üzüldü. Bu üzülmesini kendisi için bir eksiklik sayıp, nefsini terbiye etmek için ehil bir kimse, bir Allah dostu aramak niyetiyle yola çıktı. Talebesi Abdullah-i İlâhî ile birlikte, İran’da Kirman taraflarına gitti. Fâtih Sultan Mehmed Hân, onun ayrılışına çok üzüldüysede, mâni olamadı. Doğup büyüdüğü yerlerde de hizmet etmek istedi. Tebrîz’e gitti. Kirman’da bir medresede ilim öğretti. Daha sonra Mâverâünnehr taraflarına gitti. Hâce Ubeydüllah-i Ahrâr hazretlerinin sohbet halkasına dâhil olup, tasavvuf yoluna girdi. O mübârek insanın üstün nazarları, feyz ve nûrları ile olgunlaştı. Kalbinden dünyâ sevgisi, şan ve şöhret hissi gibi uygunsuz şeyleri tamamen çıkarıp, attı. Allahü teâlânın dinine ve kullarına, yalnız O’nun rızâsı için hizmet etmek düşüncesi kalbinde yerleşti. Pekçok talebe yetiştirip, kıymetli eserler yazdıktan sonra Semerkand’da vefât etti.
Alâüddîn Tûsî’nin talebeleri arasında; İkinci Bâyezid Hân devri şeyhülislâmlarından Abdülkerîm Efendi ve evliyânın meşhûrlarından Abdullah-i İlâhi gibi büyükler de vardır.
Yazmış olduğu eserlerden ba’zıları şunlardır: İmâm-ı Gazâlî ve İbn-i Rüşd arasındaki ayrılıklar ve İmâm-ı Gazâlî’nin (r.a.) üstünlüğü hakkında Fâtih Sultan Mehmed Hân’ın emriyle yazdığı “Ez-Zâhire”, Teftâzânî’nin (r.a.) “Telvîh”ine haşiye, Seyyîd Şerîf Cürcânî hazretlerinin “Mevâkıf”ının şerhleri üzerine haşiyeleri ve değişik mevzûlarda birçok eserleri vardır.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Şakâyık tercümesi (Mecdî Efendi), sh. 117
2) Fevâid-ül-behiyye sh. 145
3) El-A’lâm cild-5, sh. 9
4) Mu’cem-ül-müellifîn cild-7, sh. 185
5) Keşf-üz-zünûn sh. 497, 513, 825, 1144, 1479, 1856, 1892
6) Hediyyet-ül-ârifîn cild-1, sh. 737