AHMED BÎCÂN

Osmanlı âlimlerinden. Yazıcızâde lakabıyla da tanınmıştır. Âlim bir zât olan ve kâtiplik yapan, yazıcı Sâlih’in oğlu ve meşhûr âlim yazıcızâde Mehmed’in kardeşidir. Doğum târihi kesin olarak bilinmemektedir. Vefât târihi de ihtilaflı olup, 857 (m. 1453) veya 859 (m. 1455)’da Gelibolu’da vefât ettiği kaynaklarda kaydedilmiştir. Hâcı Bayram-ı Velî hazretlerinin talebesidir. Tasavvufda yetişmiş meşhûr bir âlimdir. Yazdığı eserler Anadolu’da ve diğer yerlerde çok tanınmış ve asırlardan beri okuna gelmiştir.

Ahmed Bîcân’ın hocası, Hacı Bayram-ı Velî hazretleridir. Onun sohbetlerinde bulunup, tasavvufda yetişmiştir, ilimde yetişdikten sonra, eserlerini yazmıştır. Yazdığı eserlerde son derece sâde bir dil ve anlaşılması gayet kolay olan güzel bir üslûb kullanmıştır. Umûmiyetle babasının ve ağabeyinin yazdıkları Arabca eserleri Türkçeye tercüme ve şerh etmiştir. Başlıca eserleri şunlardır:

1- Envâr-ül-âşıkîn: Bu eseri, dört-beş asırdan beri okuna gelmiş, çok sevilip, benimsenen bir eserdir. Bu eserin çeşitli yazma nüshaları olduğu gibi, pekçok baskısı da yapılmıştır. Ahmed Bîcân, 855 (m. 1451) senesinde tamamladığı bu eserinin sonunda, yazma sebebini şöyle kaydetmiştir “Benim bir kardeşim vardı. (Yazıcızâde Muhammed) Âlim, ârif ve faziletli, kâmil ve Allahü teâlânın sevgili bir kulu idi. Erenleri severdi. Cihanın kutbu Hacı Bayram-ı Velînin yakın talebelerinden idi. Ben ona dâima derdim ki: “Dünyâ geçicidir. Günlerin vefası yok. Bir yadigâr eser yaz, her yerde okunsun.” O da benim bu sözüm üzerine, “Megârîb-üz-zemân” adlı bir eser yazdı. Pekçok ilmî mes’eleleri ve hadîsleri o kitapta topladı. Sonra da bana, bu eseri Türkçeye tercüme etmemi söyledi. Ben de sözünü tutup tercüme ederek, “Envâr-ül-âşıkîn” kitabını hazırladım. Gelibolu’da tamamladım. Kardeşim Muhammed de, bu “Megârib-üz-zemân” adlı eserini “Muhammediyye” adı ile şiir şeklinde Türkçeye tercüme etti. Böylece her iki bakımdan da faydalı oldu.”

“Envâr-ül-âşıkîn” kitabının tertîbi, ana hatlarıyla beş bölümdür, içinde şunlar yer almıştır: Varlıkların tertîb ve nizâmı, Âdem aleyhisselâmın yaratılışı, Peygamberler ve kıssaları, ilâhî kitablar, dünyâ ile ilgili faziletler, kıyâmet alâmetleri, Kur’ân-ı kerîm, mahşer, sırat, Cennet, Cehennem, melekler, hûrîler, gılmanlar, Cennetliklerin makamları ve Cennet ni’metleri.

2- Dürr-i Meknûn: Bu eserini, insanların, Allahü teâlânın kudretini ve azametini bilmeleri için, onlara bunu anlatmak gayesi ile yazdığını belirtmiştir. Bu eser, onsekiz bölümdür. Gökler, Arş, Kürsî, Cehennem, ay, yıldızlar, güneş, yeryüzü, ilim, hendese (geometri), iklimler, dağlar, denizler, şehirler, mescidler, Süleymân aleyhisselâmın tahtı ve saltanatı, Belkıs’ın saltanatı ve ömürleri, helake uğrayan beldeler, otlar, yemişler, sûretler ve kıyâmet alâmetleri anlatılır.

3- Müntehâ Tercümesi: Bu eser, “Kitâb-ül-müntehâ el-Müştehâ alel füsûs” adlı eserin şerhinin Türkçeye tercümesidir. Eserin aslı Muhyiddîn Arabî hazretlerinin “Füsûs-ül-hikem” adlı eseridir. Bunu, Ahmed Bîcân’ın ağabeyi Yazıcızâde Muhammed şerhetmiştir. Arabca olan bu şerhi de Ahmed Bîcân Türkçeye tercüme etmiştir. Eser otuz bölümdür. Peygamberlerin (aleyhimüsselâm) makamları, kıssalar, mi’râc, gazâ etmek, Muhammed aleyhisselâmın gazâları. Şehid olan kimsenin namazının kılınışı, kıyâmet alâmetleri, Cennet, Cehennem, nebîler, velîler, güneşe göre vakit bulmak, haftanın günleri, çeşitli sûrelerin tefsîri, Peygamberimizin (s.a.v.) vefâtı, Hazreti Ebû Bekr’in, Hazreti Ömer’in, Hazreti Osman’ın, Hazreti Ali’nin, Hazreti Fatıma’nın, Hazreti Hasen ve Hazreti Hüseyn’in vefâtları, Peygamberimizin (s.a.v.) zevceleri gibi konular yeralmıştır.

4- Rûh-ul-ervâh: Peygamberlerin (aleyhimüsselâm) kıssalarından bahseden bir eserdir.

5- Bostân-ül-Hakâyık: Bu eseri babasının yazdığı “Şemsiyye” adlı eserin nazım şeklinde tercümesi olup, ba’zı bölümlerini yeniden ele aldığı bir kitaptır.

6- Acâib-ül-mahlûkât: Bu eseri, Zekeriyyâ Kazvînî’nin “Acâib-ül-mahlûkât” adlı eserini ana kaynak tutarak hazırlamıştır. Kendi zamanına kadar yazılmış olan coğrafya, kozmoğrafya ve biyoloji kitaplarından faydalanmıştır. Bu eser, yediyüzonyedi bölüm kadardır. Bu bölümlerde; ay, yıldızlar, göklerdeki melekler, Azrail (a.s.), günler, aylar, rüzgârlar, denizler, deniz canavarları ve denizdeki mahlûkât, çeşmeler, ma’denler, nebatlar, insan a’zâları, cinler, yiyecekler, kuşlar, haşerât gibi daha birçok şeylerden bahsetmektedir. Bu eserin coğrafyaya dâir mühim ve ilk Türkçe eserlerden olduğu kaydedilmiştir.

Ahmed Bîcân’ın en meşhûr eseri olan “Envâr-ül-âşıkîn” adlı eserinden seçmeler:

Sadaka vermek: Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki: “Mallarını gece ve gündüz, gizli ve aşikâr hayra harcayan kimseler varya, işte onların, Rableri katında ecirleri (mükâfatları) vardır. Onlara hiçbir korku yoktur; ve onlar mahzûn da olmayacaklar” (Bekâra-127).

Resûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: “Bana peygamberlik veren Allah hakkı için, kim bir yetime sadaka verirse, Allahü teâlâ, kıyâmet gününde ona azap yapmaz. Kim kendi akrabasına sadaka verip başkasına vermezse, Allahü teâlâ, kıyâmet gününde o kimseye bakmaz.”

Ebû Hüreyre (r.a.) şöyle nakletmiştir “Resûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: “Cennette nûrdan odalar vardır.” Eshâb-ı Kirâm; “Yâ Resûlallah, o odalar kimindir?” dediler. Resûlullah (s.a.v.); “İnsanlara sadaka veren güzel şeyler söyleyen, yemek yediren, insanlar uyurken gece namazını kılanlar içindir” buyurdu. Yine; “Allah katında en üstün amel, açlıktan yüreği yanmış birinin karnını doyurmaktır” buyurdu. Bir hadîs-i şerîfte de şöyle buyuruldu: “Sizin üzerinize olan sadaka vermekte altı haslet vardır. Bunlardan üçü dünyada, üçü âhırettedir. Dünyada olanlar: 1- Allahü teâlâ sadaka veren kimsenin rızkını artırır. 2- ömrüne bereket verir. 3- İki yakasını biraraya getirir. Âhırette olan üç haslet: 1- Kıyâmet gününde çıplak kalmaz. 2-Kıyâmet günü başı üstünde bir gölge bulunur. 3- Sadakası Cehennem ile onun arasında perde olur.” Yine Resûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: “Kim sadaka verirse, Allahü teâlâ ona bir yerine on (mislini) verir. Kim ödünç verirse, bir yerine onsekiz verir.”

Sabır: Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki: “Şüphesiz ki Allah, sabredenlerle beraberdir” (Bekâra-153). İmâm-ı Gazâlî hazretleri şöyle buyurmuştur: “Belâlara sabretmek insanın husûsiyetlerindendir. Hayvanlarda ve meleklerde sabır olmaz. Hayvanlarda şehvet ağır bastığından ve bu şehvete sabretmek için akılları olmadığından, onlarda sabır yoktur. Meleklerde ise şehvet yoktur. Onlar, Allahü teâlânın cemâline âşık olmuşlardır.” Fahreddîn Râzî şöyle demiştir: “Sabretmek, Allahü teâlânın hükmüne râzı olmaktır. Kalb bir şeye meylettiği zaman, yüzünü yüce âlemden çevirir. Nitekim Âdem aleyhisselâmın kalbi Cennete meyledince, Allahü teâlâ Cenneti ona mihnetli kıldı.” Resûlullah (s.a.v.); “Sabır benim azığımdır” buyurdu. Sabırdan maksâd takvâdır. Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki: “Muhakkak ki, azığın en hayırlısı takvâdır. Ey aklı tam olanlar, benden korkunuz” (Bekâra-197). Takvâdan maksâd sakınmaktır. Resûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: “Kul, harama düşerim diyerek şüpheli şeylerden kaçınmadıkca, takvâ derecesine erişemez.” Ca’fer-i Sâdık hazretleri şöyle buyurmuştur. “Takvâ, kalbde Allahü teâlânın sevgisinden başka bir; şey bulundurmamaktır.” Takvânın üç alâmeti vardır: 1- Her halükârda Allahü teâlânın rızâsını aramaktır. 2-Her işte Allahü teâlâya dönmektir. 3-Her durumda dosdoğru olmaktır.

Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki: “Ey îmân edenler! Din uğrundaki eziyetlere sabredin ve düşmanlarınızla olan savaşlarda üstün gelmek için sabır yarışı yapın. Sınır boylarında cihâd için nöbet bekleşin ve Allahdan korkun ki, felah bulasınız” (Âl-i İmrân-200). “Sabrediniz” buyurması, belâlara sabretmeye işârettir. Bu, halk (avvâm) içindir. “Nöbet bekleşin” buyurması, günahkârlığı terk etmeye işârettir. Bu, havvâs içindir. “Sabır yarışı yapınız” buyurması, ibâdet yapmaya katlanmaya işârettir. Bu da seçilmişlere mahsûstur. Bunun için, kişinin rahatlığı yakîndedir. Şerefi tevâzudadır. Se’âdeti, kurtuluşu İslâmdadır. İsmeti (günahsız olması) Allahü teâlâya güvenmektedir. Akıllılığı dindedir. Gayreti dünyâyı terk etmektedir. Helaki günah işlemeye cür’et etmektedir. Pişmanlığı uyumaktadır. Şekâveti cehâlettedir. Se’âdeti ilimdedir. Olgunluğu aşkdadır. Güzel yaşaması sabırdadır. Sabır, halkın içinde nefesani arzuları terk etmek, yapmamaktır. Eğer dünyânın bütün belâları onun üzerine gelse “Âh” bile demeyen; vefadan, cefâdan, acıdan, zenginlikten ve her çeşit ni’metten dolayı değişmeyen, mağrur olmayan ve bunların karşısında hep aynı kalan kimse sabırlıdır. Bilakis o, kendini belâ mancınığına kor ve kaza denizine atar. Sonundan hiç endişe etmez. Vesselâm.”

Dünyâ: Bâyezîd-i Bistâm! hazretleri buyurdu ki: “Kalbin kabzedilmesi (daralması), nefsin yayılmasındandır. Haya ilimdir. Rahatlık ma’rifettir. Rızık, zikirdir. Şevk, âşıkların mülk yurdudur. Ma’rifet nûru, kalb içindedir. Aşk, zikirle meşgûl olunduğu zaman gönlü nurlandırıp aydınlatır. Dünyâ sevildiği zaman, kalb (gönül) kararır.”

Şu beş şeyin kalbi öldürdüğü nakledilmiştir 1- Çok yemek 2- Halkın başına belâ getirmek. 3- Namazı vakitsiz kılmak. 4- Yemeği sol el ile yemek. 5-Yalan söylemek.

Şu beş şey de kalbi diriltir, uyandırır: 1-Âlimler ile bulunmak. 2- Yetimlere şefkat etmek. 3- Oruç tutmak, 4- Az yemek. 5- Dünyâyı sevmemek.

Rabbini anıp, hakîki zikri yapan kimse dünyâya meyletse, hak yoldan kovulur ve bütün ömrü kaygı ile geçer.

Allahü teâlânın sevgili kulları beş kısımdır, 1- Zühd sahibi olan âlimler. 2-Adâletli hükümdârlar. 3- Hayâlı çocuklar. 4- Tevâzu sahibi zenginler. 5-Sabırlı dervişler (tasavvuf yolunda ilerleyenler).

İnsanı Rabbinden uzaklaştıran perdelerin en büyüğü, kalbi öldürmek, karartmaktır. Kalbin ölmesine, kararmasına sebeb ise, dünyâyı sevmektir.

Bir hadîs-i kudsîde buyuruldu ki: “Ey Âdemoğlu! Kanâat et zengin ol. Hasedi terket, rahat ol. Dünyâyı terket, dînin hâlis olsun.” Kim gıybeti terkederse, aşkı ziyâde olur. Kim halktan uzak durursa, halkın şerrinden emîn olur. Kim az ve güzel konuşursa, aklı tam olur. Kim aza kanâat ederse, gerçekden Allahü teâlânın ahdine inanmış olur. Kim dünyâ için kaygılanırsa, Allahü teâlâdan uzaklaşır.

Bir hadîs-i kudsîde buyuruldu ki: “Şaşarım o kişiye ki, âhıret hesabına inandığı hâlde nasıl mal toplayabilir? Ey Âdemoğlu! Hergün ömrün eksilir, sen bilmezsin. Hergün rızkın sana gelir, şükretmezsin. Halktan korkarsın, benden korkmazsın. Benden utanmazsın. Âbidlerin sözlerini söylersin, münâfıkların amelini işlersin, ölüm haktır dersin, yine onu çirkin görürsün. Kim dünyâ malı yığarsa, onun hakkı yoktur. Kim dünyâ ile rahatlarsa, onun aklı idrâki yoktur. Kim dünyâ arzuları peşinde koşarsa, onun ma’rifeti yoktur.”

Yine hadîs-i kudsîlerde buyuruldu ki: “Kim bir dervişe, (dünyâyı terkedip Allahü teâlâya dönen kimseye) karşı büyüklenirse, kıyâmet gününde o kişiyi karınca şeklinde yaratırım ve kim bir dervişe alçak gönüllülük gösterirse, dünyâda ve âhırette onu yüceltirim. Kim bir dervişin gönlünü kırarsa, o kişi benimle cenk etmiş gibi olur.”

“Nice zengin vardır ki, zenginlik onu fesada düşürmüştür. Birçok fakir vardır ki fakirlik onu fesada düşürmüştür. Nice sağlıklı kimse vardır ki, sağlık onu fesada düşürmüştür. Nice âlim vardır ki, ilim onu fesada düşürmüştür. Nice cahil vardır ki cahillik onu fesada düşürmüştür. Dünyâ muhabbetini gönlünüzden çıkarınız. Dünyâ muhabbeti ile benim muhabbetim bir gönülde asla bulunmaz.”

Nakledilmiştir ki, beş kimse çok kıymetlidir, bağışlanmıştır.

1- Kötü kimsenin emri altında olan iyi kimse.

2- Cimri kimsenin emri altındaki cömert kimse.

3- Zâlimin emri altında olan âdil kimse.

4- Câhilin emri altında bulunan âlim kimse.

5- Zenginin emri altında bulunan derviş kimse.

Resûlullah (s.a.v.) bir hadîs-i şerîfte buyurdu ki: “Cennetin bir kamçı kadar yeri, dünyânın tamâmından üstündür.”

Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki: “Yer yüzünde bulunan her canlı fânidir” (Rahmân-26). Dünyâ, çok gün geçirmiş fitneli ve nazlı bir ihtiyâra benzer. O, dışını gençler gibi giyecekler ile süsleyip, halk arasında naz eder. Böylece insanlar da onun tuzağına düşer. Dünyâ zâlim bir pâdişâha benzer. O, halka ba’zı şeyler bağışlar, fakat dostluğu yoktur. Hepsini öldürmek ister.

Akıllı kimseler, kışın ihtiyâcını yazın hazırlar, ölümün hazırlığını da diri iken yaparlar. Dünyâ, içi cevherler ile dolu bir denize benzer. Çok kimse ondan cevher çıkarır. Çok kimse de o denize girip boğulur.

Sözün kısası, Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Dünyâ fitne ve belâdır. Her ümmetin bir fitnesi vardır. Benim ümmetimin fitnesi dünyâyı sevmek ve mal toplamaktır.” Nitekim Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki: “Biliniz ki, mallarınız ve evlâtlarınız ancak bir fitnedir (birer imtihandır). Allah katında ise büyük mükâfat vardır” (Enfâl-28). Bu hatamdan âhıret sarayının yolu, Allahü teâlâya itaat etmektir. Peygamberimiz (s.a.v.) buyurdu ki: “Ümmetimin evvelkileri, Allaha bağlılık ve sadâkat ile kurtuldular. Sonrakiler ise, dünyâyı ve uzun ömür istemekle helâk oldular.”

Tövbe: Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki: “Ey Îmân edenler! Allaha şöyle tövbe edin ki, tam bir pişmanlıkla hâlis bir tövbe olsun” (Tahrîm-8). Resûlullah (s.a.v.) bir hadîs-i şerîfte buyurdu ki: “İşlediği günâha tövbe eden, o günâhı işlememiş gibi olur.” Bir hadîs-i şerîfte de; “Allahü teâlâ kulun tövbesini, can boğaza gelinceye kadar kabûl eder. Ben de günde yüz defa tövbe ediyorum” buyuruldu.

Tövbe yapmayan kimsenin nefsi ıslâh olmaz, zâlim olur. Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki: “Kim de tövbe etmezse, işte onlar, kendilerine zulmedenlerdir” (Hucurât-11).

İmâm-ı Gazâlî hazretleri buyurdu ki: “Tövbe üç kısımdır, 1- Halkın (avâmın) tövbesi. Bu, çok tâat etmektir. 2-İlim sahibi olanların tövbesi: Bu, günâhı terketmektir. 3- Seçilmişlerin (havvâssın) tövbesi. Bu, hiçbir vakti zayi etmemektir.”

Ârifler şöyle buyurmuşlardır: “Tövbe beş kısımdır: 1- Halkın tövbesidir. Bu, günahtan dönmektir. 2- Sâlihlerin tövbesidir. Bu, gizli günahları da terketmektir. 3- Müttekîlerin tövbesidir. Şekten, şüpheden sakınmaktır. 4-Muhiblerin (Allah dostlarının) tövbesidir. Bunların tövbesi, Allahü teâlâyı zikretmekten gâfil olmamak için halktan sakınmaktır. 5- Âriflerin tövbesidir.”

Ey Rabbimiz! Duâlarımızı kabûl buyur. Şüphesiz sen, her şeyi işiten ve hakkıyla bilensin. Bizim tövbelerimizi de kabûl buyur. Çünkü sen, tövbeleri kabûl eder ve mü’min kullarına rahmetini ulaştırırsın.”

¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾

1) Şakâyik-i Nu’mâniyye tercümesi (Mecdî Efendi) sh. 128

2) Keşf-üz-zünûn cild-2 sh. 1746

3) Nefehât-ül-üns sh. 691

4) Envâr-ül-âşıkîn

5) Osmanlı Müellifleri cild-1 sh. 16