ABDÜRRAHMÂN BİN MUHAMMED ES-SEKKÂF

İslâm âlimlerinden ve evliyânın büyüklerinden. İsmi, Abdürrahmân bin Muhammed es-Sekkâf’dır. Mısır’da Izz isimli bir beldede yaşardı. Doğum târihi tesbit edilemiyen Abdürrahmân es-Sekkâf, 819 (m. 1416) senesinde Terîm’de vefât etti. Zenbel kabristanında defn olundu. Kabri orada tanınmakta ve ziyâret edilmektedir.

Zamanında bulunan büyük âlimlerin sohbetlerinde bulunarak yetişti. Abdürrahîm bin Ali el-Hatib’in hocasıdır. Zâhirî ve bâtınî ilimlerde derecesi çok yüksek olan Abdürrahmân es-Sekkâfın, bulunduğu beldedeki âlim ve evliyânın İmâmı, önderi, en yükseği olduğuna dâir âlimlerin söz birliği vardı. Kerâmetler, faziletler sahibi bir zât idi.

Kerâmetlerinden biri şudur: Görünüş i’tibâri ile, her sene hac mevsiminde memleketinde bulunurdu. Fakat hacca gidenler onu, Hicaz’da hac vazîfesini yaparken görürlerdi. Kendisine bu durumdan suâl edildiğinde; “İşte gördüğünüz gibi, zâhiren buradan ayrılmadım” diyerek bu kerâmetini setreder, gizlerdi. Yine Abdürrahmân es-Sekkâf, Allahü teâlânın evliyâ kullarına ihsân ettiği bir hâl ile, bir ânda başka başka yerlerde, başka başka hâllerde görülürdü.

Talebesi Abdurrahmân diyor ki: “Hocamdan arzu ettiğim, yapması için kalbimden geçirdiğim herşeyi, hocam en güzel şekilde yaptı, yerine getirdi. Allahü teâlânın ona ihsân ettiği basiret gözü ile kalbimizden geçenleri anlıyordu.”

Yaptığı duâlar kabûl olunurdu.

Bunun misâlleri çoktur. Bir defasında, yanına ba’zı fâsık (açıkça günah işleyen) kimseler gelmişlerdi. Kendisinden duâ istediler. O da bunlara, sâlih ameller işlemek nasîb olması için duâ etti. O fâsık kimseler tövbe edip, sâlih ameller işlemeye başladılar ve tövbelerini bozmadılar.

Bir defasında çocuğu olmayan bir kadın, Abdürrahmân bin Muhammed’e haber gönderip, çocuklarının olmasını çok istediklerini, fakat olmadığını, bunun için kendisinden duâ istirhâm ettiklerini bildirdi. O da duâ etti. Bundan sonra o kadın hâmile oldu ve çok güzel bir çocuğu oldu.

İşlerinde, masraflarında çok isrâf eden bir grup kimse vardı. Abdürrahmân bin Muhammed bunlara duâ etti. Allahü teâlânın izni ile bu kimseler tövbe ettiler. Hâlleri, yaşayışları çok güzel oldu.

Talebelerinden biri şöyle anlatır: “Bir defasında hocam ile birlikte, bir sefere, yolculuğa çıkmıştık. Kâhlân denilen yere vardığımızda duhâ namazı kılmak için mola verdik. Ben kazâ-i hacet için tenhâ bir yere gittim. Abdestimi tazeleyip geri döndüğümde, hocamın yanında taze hurmaların bulunduğunu gördüm. Hâlbuki o yakınlarda hurma bahçesi bulunmadığı gibi, o zaman hurma mevsimi de değildi. Ben çok hayret edip, kendisinden bunun nasıl olduğunu, nereden geldiğini suâl ettiğimde, tebessüm etti ve; “Hurmalardan ye! Fakat nereden geldiğini sorma!” buyurdu.

Abdürrahmân es-Sekkâfın talebelerinden olan Ârif-i Billâh Muhammed bin Hasen şöyle anlatır: “Bir gece hocamın mescidinde idim. Hocam o sırada odasında bulunuyordu.. Benim karnım çok acıkmıştı. Bu sırada bana bir haberci gelerek, hocamın beni istediğini söyledi. Derhâl kalkıp, yanına gittim. Huzûruna vardığımda, ortada lezzetli yemeklerin bulunduğu çok güzel bir sofra bulunuyordu. Karnımı doyurmamı söyledi. Gecenin bu geç vaktinde, bu yemekleri kimin getirdiğini suâl ettim. “Birisi getirdi” buyurdu. Fazla açıklamak istemedi. Ben anladım ki, Allahü teâlânın izni ile, benim çok fazla aç olduğumu anlayıp, bu yemekleri benim için hazırlatmıştı. Bunun gibi daha nice kerâmetlerine şâhid oldum.”

Kur’ân-ı kerîmi ezbere bilen bir kimse vardı. Bu zât, Abdürrahmân es-Sekkâf hazretlerinin hizmetçilerinden birini üzdü. O da gelip, durumu Abdürrahmân es-Sekkâfa bildirince, o da üzüldü. Tam bu sırada, hizmetçiyi üzen kimse, hafızasında ne varsa hepsinin silindiğini hissetti. Bunun, o büyük zâtın hizmetçisini üzmesi sebebiyle olduğunu anladı. Hemen gidip hizmetçiden özür diledi. Tövbe istiğfar ettiğini bildirdi. Hizmetçi onun özürünü kabûl edip, bu hâli de hocasına arz edince, hocası sevindi. O sırada özür dileyen kimse, hafızasının kuvvetlendiğini, bildiklerinin hepsinin tekrar hafızasına geldiğini hissetti. Kendi başına gelen bu hâl sebebiyle, o zâtın büyüklüğünü daha iyi anladı.

Talebelerinden Abdürrahîm bin Ali el-Hatîb şöyle anlattı: “Hocamız ile beraber Hûd aleyhisselâmın kabrini ziyârete gitmiştik. Dönerken; “İnşâallah akşam namazında Rebî’ beldesinde oluruz” buyurdu. Hâlbuki bulunduğumuz yer, Rebî’ beldesine çok uzak idi ve vakit de isfirâr vakti, ya’nî güneşin, kendisine bakılacak kadar sarardığı, batmak üzere olduğu bir vakit idi. Ben hocamın bu sözüne çok hayret ettim ve söylediği sözde mutlaka bir hikmet bulunacağını düşünerek yola devam ettik. Beraberce giderken, bir taraftan da batmak üzere olan güneşe bakıyordum. Güneş sanki durmuştu. Biz Rebî’ beldesine gelinceye kadar aynen o hâlde kaldı. Ne zaman ki biz. İsmi geçen beldeye girdik, hemen güneş battı. Namazlarımızı kıldık. Bu durum benim çok tuhafıma gitmişti. Hocamın bir kerâmeti olduğunu anladım. Aynen bunun gibi bir hâdise de, İsmâil-i Hadramî hazretlerinden nakledilmiştir.

Abdürrahmân es-Sekkâf hazretleri, bir defasında bulunduğu İzz köyünden bir yolculuğa çıkacaktı. O sırada hanımı hâmile idi. Yola çıkacağı zaman hanımına bir bez verdi ve dedi ki: “Ben yolda iken, belki bir oğlumuz doğabilir. Aynı gün vefât edebilir. Eğer öyle olursa, bu bezi ona kefen yaparsınız.” Hanımına bunları söyledikten sonra yola çıktı. Hakîkaten, o yolculukta iken bir erkek çocuğu oldu. Aynen bildirdiği gibi, doğan çocuk aynı gün vefât etti. Bıraktığı bezi çocuğa kefen yaptılar. Böylece, o büyük zâtın bir kerâmeti daha görülmüş oldu.

Rivâyet edilir ki, birarada çeşitli kimselere âit hurma bahçeleri vardı. Bunlar arasında bir bahçe de, Abdürrahmân bin Muhammed hazretlerine âit idi. Bir defasında çocuklar, bu bahçeler arasında oynarlarken ateş yaktılar. Sonunda ateş büyüyerek etrâfı sardı. Bahçelerdeki ağaçlar yanmaya başladı. Bütün ağaçlar bu yangında yandıkları hâlde, bu zâtın bahçesine hiçbir şey olmadı. Ağaçlardan birine bile zarar gelmedi. Bunu görenler çok hayret ettiler.

Abdürrahmân es-Sekkâf hazretleri, kendisine âit bir miktar hurmayı satmak üzere birisini vekîl etmişti. O kimse hurmaları sattı. Parasının bir kısmını gizledi. Kalanını verdi. Abdürrahmân hazretleri, Allahü teâlânın izni ile, o kimsenin paranın bir kısmını sakladığını, kendisine vermediğini anlayıp, ona; “Mü’minin firâsetinden korkunuz! Çünkü o, Allahü teâlânın nûru ile bakar” hadîs-i şerîfini okudu. O kimse diyor ki: “Ondan bunu duyunca, yanımda gizlediğim paranın, sanki bir yılan olup vücûduma girmek üzere olduğunu hissettim. Bu yaptığıma çok pişman olup, kendisinden özür diledim. Bundan sonra da böyle bir hatâ işlememeye ve tevekkül sahibi olmaya kat’î karar verdim.”

Talebelerinin haber verdiğine göre, Abdürrahmân hazretleri, Hızır aleyhisselâm ile görüşür, sohbet ederdi. Aralarında kardeşlik akdi yapmışlardı. Hazreti Hızır, ilk defa onun yanına bir köylü sûretinde gelmiş idi. Devamlı gelip giderdi. Talebelerinden birisi, birgün çok güzel bir koku duydu. Hocasına, bu güzel kokunun kaynağının ne olduğunu suâl ettiğinde, Hazreti Hızır olduğunu bildirmiştir.

Bir defasında, uzak bir yerden ba’zı kimseler, Abdürrahmân hazretlerine misâfir olmuşlardı. Onlara; “Falan gün sizin beldenizde şiddetli yağmur yağmış, çok sel olup, beldenizde bulunan dere taşmış ve sel sizin beldede çok zarara sebep olmuş” buyurdu. O kimselerin hepsi buna hayret ettiler. Memleketlerine döndüklerinde, Abdürrahmân bin Muhammed’in haber verdiklerinin hepsinin doğru olduğunu, bildirdiği şeylerin hepsinin aynen meydana geldiğini hayretle gördüler. O zâtın bu hâlleri, kerâmet olarak anladığını ve kendilerine bildirdiğini anlayıp, daha çok hayret ettiler. Ona olan mahabbetleri daha çok arttı.

Abdürrahmân es-Sekkâf’ın talebelerinden, Abdürrahîm bin Ali şöyle anlatır: “Hocam Abdürrahmân bin Muhammed bana bir miktar dirhem (gümüş para) vererek, mutfağın ihtiyâçlarını almak üzere vekîl etmişti. Elimdeki para bitmek üzere iken, gidip durumu ona arz ettim Yeni alacağımız nevale için, bu paranın yetmiyeceğini bildirdim. Biraz düşündü. “Hangi şeyler ihtiyâç ise, siz onları almak üzere gidin, İnşâallah yeter” buyurdu. “Peki efendim” deyip gittim, ihtiyâçlarımızı aldıktan sonra baktım, paranın bir miktarı da artmış idi. Bu hâlin, hocamın bir kerâmeti olduğunu anladım.”

Abdürrahmân bin Muhammed (r.a.), bir defasında talebesi Abdürrahîm ile Şu’ayb’e bir parça kumaş verdi ve; “Bu kumaştan çocuklarınıza üç tane elbise dikiniz” buyurdu. Şu’ayb terzi idi. Kumaşı görünce; “Efendim, bu kumaştan çıksa çıksa iki elbise çıkar. Üç elbise çıkması mümkün değildir” deyince; “Siz Besmele ile kesmeye başlayın, İnşâallah bu kumaşdan üç elbise çıkar” buyurdu. Dedikleri gibi üç elbice çıktı.

Abdürrahmân hazretlerinin hizmetçilerinden birisi gelerek, bir elbiseye ihtiyâcı olduğunu, bunun için onbeş dirhem lâzım olduğunu bildirdi. Hizmetçiye; “Falan yerde bulunan kesenin içinde onbeş dirhem olacak. Onu al! ihtiyâcın için kullan!” buyurdu. O hizmetçi, o keseye baktığını, kesenin boş olduğunu bildirdi. Bunun üzerine; “Sen git bak! O kesede onbeş dirhem bulursun” buyurdu. Bunun üzerine, bildirilen yerdeki kesenin yanına giden hizmetçi, hakîkaten kesede onbeş dirhem bulunduğunu gördü ve o parayı ihtiyâcına sarfetti.

Abdürrahmân bin Muhammed, bir defasında talebelerinden ba’zıları ile bir sefere çıkmışlardı. Talebeler, bu yolda çok susadılar. Yollar ıssız, su bulmak ihtimâli de çok zayıf idi. Ne yapacaklarını şaşırdılar. Hocalarına da birşey diyemiyorlardı. Allahü teâlânın izni ile talebelerinin bu sıkıntılarını anlayan Abdürrahmân es-Sekkâf büyükçe bir taşın yanında durarak; “Şu taşı çevirin!” buyurdu. Taşı çevirdiklerinde, altından çok güzel su kaynamakta (çıkmakta) olduğunu görüp, çok sevindiler. Bu sudan içtiler. Abdest aldılar kaplarını da doldurup, yollarına devam ettiler.

Başka bir yolculuk esnasında, yanında bulunanlara; “Şimdi hava çok sıcak. Birazcık konaklayalım. Hava serinleyince yola devam ederiz” dedi. Yanında bulunanlar; “Bu sıcak, hocamızın yola devam etmelerine mâni değildir, isterlerse, bu sıcak havada da yola devam edebilirler. Burada konaklamalarında başka bir hikmet olsa gerek” diye düşünüp merakla beklerlerken, yanlarına, susuzluktan helak olmak, ölmek üzere olan a’mâ bir kimse geldi. Yanında bulunanlara; “Şu yakınlarda su vardır. Bu zavallının ihtiyâcını giderin” diyerek, yakında bir yeri ta’rîf etti. Oraya gidip su buldular. Bundan sonra yollarına devam ettiler. Orada biraz dinlenmelerinin hikmeti, böylece anlaşılmış oldu. Biraz sonra oraya bir kimse geldi. A’mâ da orada idi. Biraz önce başından geçen hâdiseyi, yeni gelen kimseye anlattı. O kimse; “Bunda bir yanlışlık var. Ben buraları çok iyi tanırım. Bu civarda su bulunmak ihtimâli hiç yoktur” dedi. Daha sonra bu hâli öğrenen talebeler, o suyun, hocalarının bereketi ve kerâmeti ile orada bulunduğunu anladılar.

Abdürrahmân bin Muhammed’in hurma ağaçlarından birisinin, boyu çok kısa ve dalları yere yakın olduğundan, gece köpekler gelerek meyvelerini (hurmaları) yerlerdi. Bunun için hizmetçilerden birisi, her gece o hurma ağacının yanında bekçilik yapar, köpeklerden korurdu. Bir gece Abdürrahmân hazretleri bu hizmetçiye; “Sabaha kadar beklemenize ne lüzum var. Ağacın etrâfında genişçe bir çizgi (dâire) çizin! Kendiniz de gidip istirahat edin!” buyurdu. Hizmetçi bildirilen şekilde yaptı. Sabahleyin baktıklarında, o çizginin dışında köpek izleri görüldü. O çizgiden içeri girememişlerdi.

Talebelerinden birisi şöyle anlatır: “Bir yolculukta bulunuyordum. Issız yerlerden geçerken, yolumu kaybettim. Bir taraftan da çok şiddetli bir şekilde susamıştım. Ne kadar aradıysam da su bulamadım. Duâ edip, hocamdan yardım istedim. Bu esnada yanıma bir kimse gelip, bana su verdi. O sudan kana kana içerek rahatladım. O kimse, bana yolumu da gösterdi. Ben yoluma devam ettim. Yolculuğum müddetince de su içmek ihtiyâcı hissetmedim.”

Bir defasında, ba’zı kimseler gemi ile bir yere gidiyorlardı. Yolcular arasında Abdürrahmân hazretlerinin talebelerinden birkaç kişi de vardı. Bir ara, geminin tabanından bir yer delindi. Ne yaptılarsa delinen yeri tıkayamadılar. Gemideki vazîfeliler çaresiz kalıp, geminin batmasından korktular. Vazifelilerdeki bu telâşı görüp, vaziyeti anlayan talebeler, hocaları Abdürrahmân bin Muhammed’den yardım istediler. O esnada hocalarını gemide gördüler. Ayağını, gemiye su giren yere koydu. Sonra birşeyler ile o delik yeri kapadı. Su girmesi durdu. Gemide bulunanlar çok sevindiler. Herkes rahatlamıştı. Abdürrahmân hazretleri, birden gözden kayboldu. O büyük zâtın talebeleri hürmetine, diğerleri de kurtulmuş oldular ve selâmetle yollarına devam ettiler. Bu hâdiseyi işiten ba’zı kimseler, o büyük zâtın bu kerâmetini inkâr ettiler. “Böyle şey olmaz” dediler. Bu i’tirâzcı kimseler, bir yolculuğa çıkmışlardı. Yollarını kaybettiler. Üç gün üç gece dolaştıkları hâlde yollarını bulamadılar. Ellerinde bulunan yiyecek ve suları da bitmişti. Başlarına gelen bu sıkıntının, o zâtın kerâmetini inkâr etmek sebebiyle olduğuna anladılar, i’tirâzlarına tövbe ederek, bu sıkıntıdan kurtulmaları hâlinde mallarından belli bir miktârını o zâta vermeyi ve hizmetinde bulunmayı nezrettiler (adadılar), işte tam bu sırada yanlarına, hiç tanımadıkları bir kimse geldi. Bunlara taze hurma ve su verdi. Şu tarafa doğru giderseniz yolu bulursunuz diye ta’rîf etti ve gitti. O kimseler, hurmalarla karınlarını doyurdular ve sudan içtiler. Ta’rîf edilen yere doğru gidince, yollarını kolayca buldular. Memleketlerine vardıkları zaman da, nezirlerini yerine getirdiler.

Abdürrahmân es-Sekkâf’ı sevenlerden biri, bir yolda yalnız başına giderken, önüne yırtıcı bir hayvan çıktı. Kendisine saldırmak üzere iken, o kimse sesinin çıktığı kadar bağırarak, Abdürrahmân hazretlerinden yardım istedi. Tam bu sırada, kuvvetli ve heybetli bir kimse göründü. O hayvanı tuttu, öyle kuvvetli idi ki, o hayvan, elinde hareket bile edemiyordu. Bu sıkıntıdan kurtulan o kimse, hocasının yanına döndüğü zaman, daha o hiçbir şey söylemeden, hocası; “Bir sıkıntıda kalırsan, yine bizden yardım İste! Fakat o kadar şiddetle bağırmana lüzum yok. Hafif bir ses ile söylesen, hattâ kalbinden bile geçirsen, Allahü teâlânın izni ile onu duyarız ve yardımına geliriz” buyurdu. Bundan başka, daha pek çok kerâmetleri görülmüştür.

¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾

1) Câmi’u kerâmât-il-evliyâ cild-2, sh. 58