Sultan İkinci Murâd Hân zamanında yaşamış Osmanlı âlim ve velîlerinden. Doğum târihi kaynak eserlerde bildirilmiyen bu zâtın adı, Abdürrahîm bin Emîr Azîz Merzifonîdir. Babası Sarı Dânışmend adıyla tanınan Emîr Azîz Efendi’dir. Nizâmüddîn lakabı verilip, Rûmî ve Merzifonî nisbet edildi. Amasya civarında bulunan Merzifon’da doğdu. Babasından ve memleketindeki diğer âlimlerden tahsilini tamamladıktan sonra, Mısır diyârına gitti. Mısır’da büyük âlim ve velî Zeynüddîn Hâfi’ye talebe oldu. Onun yanında bir müddet kaldı. Bu zaman zarfında, Zeynüddîn Hafi hazretlerine candan bağlandı. Hocasının sevgisini kazanarak, teveccühlerine kavuştu. Onun ma’nevî himâyesi ve terbiyesine girdi. Şeyh Zeynüddîn’le beraber Horasan’a, Şeyh’in memleketi olan Haf’a gitti. Tasavvuf yolunda bulunanlara has terbiye usulleriyle, ma’nevî makamlara kavuştu. Bu yolun vazîfeleri ile meşgûl olarak yükselip, kemâle geldi.
Hocası, kavuştuğu ma’nevî makamlara ve hâllere onu da çıkardıktan sonra, irşâd (insanlara doğru yolu göstermek) vazîfesi ile görevlendirip, icâzet verdi. Hocası ayrıca; “Vesâyay-i Kudsiyye” kitabını ve diğer rivâyetlerini, Şihâbüddîn Sühreverdî’nin (r.a.) “Avârif-ül-meârif’ ve “İ’lâm-ül-Hudâ” kitaplarını rivâyet etme iznini verdi. Doğru yolun rehberi olarak, insanlara Allahü teâlânın dînini öğretmek, onları terbiye etmek ve yetiştirmek üzere, hocası tarafından, baba memleketi olan Merzifon’a gönderildi. Zeynüddîn Hâfî hazretleri, onu memleketine gönderirken; “Anadolu’ya aşk ateşini saldım” diyerek, talebesinin yüksekliğini ve Anadolu’daki vazîfesinin ehemmiyetini anlattı. Abdürrahîm bin Emîr’in kalbi, ilâhî aşkla dopdoluydu. Çok yanık ve içli şiirler söylerdi. Şiirlerinde “Rûmî” mahlasını kullanırdı.
“Tövbe yâ Rabbî! Hatâ yoluna gittiklerime,
Bilip ettiklerime, bilmeyip ettiklerime”
beyti onundur.
Merzifon’da 835 (m. 1432) yılında, Sultan Murâd Hân onu, beş akçe yevmiye maaş ile Çelebi Sultan Mehmed Medresesi’ne müderris ta’yin etti. Daha sonra, 843 yılında yevmiyesi, üç akçe ilâve ile sekiz akçeye çıkarıldı.
Şeyh Abdürrahîm’e sultan tarafından verilen akçe ve hububatı niçin kabûl ettiği sorulunca, şöyle cevap verdi: “Biz bununla, çeşitli elleri bir elde topladık. Bu lokma ile, nefsin ağzını kapattık. Bunda bir mahzur yoktur.” Tasavvuf yolunda bulunanlar, yedikleri, içtikleri şeylerin ve kullandıkları eşyanın helâl olmasına çok dikkat ederlerdi. Çokları, helâl olduğu şüphelidir diye, sultanlardan gelen hediye ve ihsânları kabûl etmezlerdi. Kabûl etseler bile, fakirlere ve yoksullara dağıtırlardı. Sultan İkinci Murâd Hân, herşeyiyle âdil bir sultan olduğundan; Abdürrahîm bin Emîr Merzifonî ondan maaş almakta mahzur görmedi. 870 (m. 1465) yılından sonra Merzifon’da vefât edip, oraya defnedildi. Mezârı hâlen ziyâret edilmekte ve sevenleri rûhâniyetinden istifâde etmektedir.
Pekçok talebe yetiştirmiş olan Abdürrahîm Merzifonî hazretlerinin talebelerinden biri de, “Mesnevî-i Murâdiyye” yazarı, Sultan İkinci Murâd devri şâirlerinden Mu’înüddîn bin Mustafâ’dır. Bu talebesi, şiirlerinden birinde hocasını şöyle övmektedir.
“Âb-ı Hayatdur bize Abdürrahîm.
Bir Ulu cândur bize Abdürrahîm.
Kabr karanlığı içün gam yimen,
Nûr-i Rahmândur bize Abdürrahîm.
Nâ-ümîd olanlara oldur recâ,
Kurtulur ona idenler iltica.
Kim ona irse Hakka irer hemân,
Kalmaz îmânında hiç şekk-ü gümân.
Yolda düşmüşlere oldur dest-gîr
Hem karanlık dillere mâh-ı münîr.
Bu Mu’în’e yâ ilâhel-âlemîn,
Himmet-i Abdürrahîm’i kıl mu’în.”
Diğer ba’zı şiir ve beytlerinde de,
hocasından şöyle bahsetmektedir:
“Var Azîzi Şems-i Tebrîzî’de gör,
Sayeden bil şemsi olma dîde-kür.
Gör o Zeyneddînde Rabb-ül-âlemîn,
Müstaîn ol sen, sana olsun yakîn.
Nûr-i Zeyn-i Hâfi’ye bul havfı ko,
Sende nûru pür ide tâ cevf-i û.
Bil Zeyn-i Hâfi’ye irüp Abdürrahîm ile
Mu’în,
Keşf itdi ma’nâ aynını leffâf olmaz kendüden.”
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Şakâyık-ı Nu’mâniyye tercümesi (Mecdî Efendi) sh. 89
2) Nefehât-ül-üns tercümesi sh. 553
3) Osmanlı Müellifleri cild-1 sh. 111
4) Kâmûs-ül-a’lâm cild-3 sh. 2444
5) “Mesnevî-i Murâdiyye” Bursa İl Halk Kütüphânesi, Eski Eserler kısmı, Ulucâmi Bl. No: 1664, 1665