ABDÜLMU’TÎ EFENDİ

Mekke-i mükerreme evliyâsının meşhûrlarından. Aslen Kuzey Afrika memleketlerinden birinde doğdu. Gençliğinde ilim öğrenip, Mâlikî mezhebi fıkıh bilgilerinde âlim oldu. Zamanın büyüklerinden Zeynüddîn Hafi hazretleriyle tanışıp, onun talebeleri arasına katıldı. Yanında kalıp, yıllarca hizmet eyledi. Maddî ve ma’nevî, zâhirî ve bâtınî ilimleri tahsil etti. Nefsi, dünyâ sevgisinden kurtulup, Allahü teâlânın emrine mu’tî, itaat eder hâle geldi, mutmeinne oldu. Resûl-i ekremin (s.a.v.) güzel ahlâkı ile ahlâklandı. Selef-i sâlihînin yolunda, Allahü teâlânın rızâsını kazanmak için gayret eder hâle geldi. Sevgi ve muhabbetini yaratılmışlardan kurtarıp, bir ve tek olan yaratana bağladı. Zeynüddîn Hafi’den (r.a.) icâzet alıp, Allahü teâlânın emir ve yasaklarını, Resûl-i ekremin (s.a.v.) güzel ahlâkını, Selef-i sâlihînin yolunu insanlara anlatıp yaymak vazîfesiyle, Mekke-i mükerremeye gönderildi. Zeynüddîn Hafi hazretlerinin iki halîfesi daha vardı. Bunlardan biri Âşıkpaşazâde Ahmed’in hocası Kudüslü Şeyh Abdüllatîf, bir diğeri de Anadolu’da Merzifon’a yerleşen ve Anadolu’ya “Aşk ateşini salan”, Abdürrahîm-i Merzifonî Rûmî idi.

Abdülmu’tî Efendi, Mekke-i mükerreme büyükleri arasında “Şeyh-ül-Harem” lakabıyla, kerâmet ve halleriyle de müslümanlar arasında meşhûr oldu. Mekke-i mükerreme müslümanlarına, hac ve umre için gelen müslümanlara nasihatlerde bulunup, Allahü teâlânın emir ve yasaklarını anlattı. Cömertliği, insanlara karşı şefkat ve merhameti çok fazla, ahlâkı pek güzeldi. Uzun zaman kendisini gizledi. Ubeydüllah-i Ahrâr hazretlerinin bir kerâmetini heber vermesi üzerine, bütün hâlleri ortaya çıktı. Şânı her tarafa yayıldı. Pekçok talebe yetiştirip, âleme feyz saçtı. Talebelerinden, İkinci Bâyezîd ve Yavuz devri evliyâsından olan Seyyîd-i Velâyet meşhûrdur. Abdülmu’tî Efendi, dokuzuncu asrın sonlarında vefât etti.

Hâce Ubeydüllah-i Ahrâr, Seyyid Kâsım Envâri, Şeyh Zeynüddîn Hafi ve Abdülmu’tî Efendi gibi büyüklerin sohbetlerinde bulunmakla şereflenen, 120 seneden fazla yaşayan, Mahmûd Hindî (r.a.) anlatır: “Bir sene, Hac için Mekke-i mükerremeye gittim. Abdülmu’tî Efendi (r.a.) ile karşılaştım. Yaratılmışlardan alâkayı kesmiş, Rabbi ile meşgûl idi. Görür görmez, kalbimde ona karşı bir muhabbet peyda oldu. Adetâ beni kendisine çekti. Aramızda kuvvetli bir kardeşlik ve samîmi bir dostluk meydana geldi. Mübârek sohbetleriyle bereketlendiğim birgünde bana; “Senin için Hâce Ubeydüllah-i Ahrâr’ı gördü derler, doğru mudur? Şimdi onu görsen tanıyabilir misin?” buyurdu. Ben de; “Evet, onu görmekle şereflendim. Onu görünce de tanırım” dedim. Bunun üzerine; “Ubeydüllah-i Ahrâr (r.a.), işte burada, şu kalabalık arasındadır” dedi. Ben yerimden kalkıp, Kâ’be-i muazzamayı tavaf edenler arasına katıldım. Tavaf edenler arasında, Ubeydüllah-i Ahrâr hazretlerini arayıp buldum. Yanında ben de tavaf etmeye başladım. Hâce Ubeydullah, benden önce Makâm-ı İbrâhim’e varıp namaza durdu. Ben de tavafı bitirdiğimde Makâm-ı İbrâhim’de namaza başladım. Hâce hazretleri, ben henüz meramımı anlatamadan kalabalığa karışıp gözden kayboldu.

Bu hâdiseden sonra Şeyh Abdülmu’tî’nin yanına vardım. Bana; “Senin Hâce Ubeydullah’ı gördüğünde şüphemiz kalmadı” buyurdular. Aradan yıllar geçti. Semerkand’a uğradım. Ubeydüllah-i Ahrâr’la (r.a.) tekrar görüşmek şerefine eriştim. Bana; “Mekke-i mükerremedeki macerayı açıklama” diye tenbîhte bulundu. Bir zaman sonra tekrar Mekke-i mükerremeye vardığımda; Abdülmu’tî hazretlerinin şöhretinin her tarafa yayılmış olduğunu gördüm. Ziyâret edip, sohbetleriyle şereflendim. Bir miktar sohbet buyurduktan sonra, bana; “Hâce Ubeydüllah-i Ahrâr’ın (r.a.) yüzünü sana gösterdik, onlar da şöhretimizin yayılmasına sebeb oldular” buyurdu.

¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾

1) Şakâyık-ı Nu’mâniyye tercümesi (Mecdî Efendi) sh. 90