Hanbelî mezhebi fıkıh âlimlerinden. Âmid (Diyarbakır) şehrindendir. İsmi, Ali bin Ahmed bin Yûsuf bin Hıdr el-Âmidî olup, lakabı Zeynüddîn’dir. Aslen Âmidli olan Âmidî’nin, doğum ve vefât târihleri ve hâl tercümesi hakkında kaynaklarda fazla ma’lûmât yoktur. Vefât târihi 710 (m. 1310 ve 714 (m. 1314) olarak bildirilmiştir. Keşf-üz-zünûn’da ise 762 (m. 1361) olduğu yazılıdır.
Memleketi olan Âmid’den Bağdad’a gelen Zeynüddîn (r.a.) orada yerleşti. Abdüssamed ve Ebi’l-Ceyş-il-Mükrî ve zamanında bulunan başka âlimlerin sohbetlerinde bulunup ilim öğrendi. Fıkıh âlimi olarak yetişti. Her işinde doğru, sâdık, heybetli bir zât idi. Firâsetinin kuvvetliliğinde, zihninin, anlayış, akıl ve idrak kuvvetinin keskinliğinde çok üstün idi. Rü’yâ ta’biri ilminde çok ileri idi. Türkçe, Arabî, Fârisî, Rumca, Moğolca gibi çeşitli lisanları çok iyi bilirdi. Kitap alıp satardı. Bu işi kendisine ticâret edinmişti. Çok kitap topladı. Kitapların fiatlarını unutmamak için sonlarına etiket yapıştırırdı.
Kitaplar üzerinde ihtisası çoktu. Birisi gelip; “Falanca kitabın birinci cildini istiyorum” dese, kalkar, hiç aramadan o kitabı çıkarır, kitabı görür görmez; “Bu kitap, falan zâtındır. Şu ilme âittir, içinde şu bilgiler vardır” derdi. Bunları söylerken hiç hatâ etmezdi. Eğer o kitap iki ayrı zât tarafından yazılmış ise, onların isimlerini de ayrı ayrı söylerdi. Bu iki zâttan hangisinin kalemi daha kuvvetli ise, onu da ayrıca bildirirdi. Bunları söylerken yanıldığı hiç görülmezdi. Boş durmaz, devamlı işinin başında bulunurdu. Diğer zamanlarında ilim ile uğraşırdı. Yanına gelenler olursa, onları da kabûl eder, onlarla da meşgûl olurdu.
Garîb rü’yâlar görmek ve rü’yâları ta’bir etmekle de tanınmış ve meşhûr olmuştu.
Bir defasında dostlarından ba’zıları ona birşey hediye etmişlerdi. Hırsızın birisi gelip, gizlice o şeyi çaldı ve bu şeyi gizlice götürüp bir tanıdığına emânet olarak bıraktı. Diğer taraftan Zeynüddîn hazretleri rü’yâsında, vefât etmiş olan hocası Mecdüddîn Abdüssamed’i gördü. Hocası ona, kaybolan eşyayı kimin çaldığını ve kime emânet olarak bıraktığını söyledi. Zeynüddîn, kaybolan eşyasının bulunduğu kimseye gidip; “Filan kimsenin sana emânet olarak bıraktığı şeyi bana ver!” buyurdu. O da, bu zâtı, eşyayı kendisine emânet bırakan kimsenin gönderdiğini zannederek buna verdi. Daha sonra eşyayı çalmış olan hırsız, emânet bıraktığı kimsenin yanına gelip emâneti istediğinde, o kimse çok hayret edip; “Bir kimse gelerek ve sizin isminizi söyleyerek onu istedi. ben de verdim” dedi. Hırsız, eşyayı çalarken ve bu kimseye teslim ederken yanında kimsenin bulunmadığını, bu hâlin çok hayret verici olduğunu düşünüp, yaptığına pişman oldu. Zeynüddîn hazretlerinin garîb rü’yâları çoktur. Böyle rü’yâlarını yazardı. Bunlardan birini kendisi şöyle anlattı: “Bir defasında rü’yâmda bir zât gördüm. Bana kızartılmış tavuk ikram etti. O tavuğu yemeğe başladım. Uyandığımda, tavuğun bir kısmı elimde idi.”
Zeynüddîn Ali bin Ahmed el-Âmidî hazretlerinin ba’zı tasnifleri vardı. Birkaçının isimleri şunlardır: Et-Tebrîr fit-ta’bîr, Te’ânî, Ta’bîr-ül-menâmât, Te’âlîk fil-fıkh.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Ed-Dürer-ül-kâmine cild-3, sh. 21
2) Mu’cem-ül-müellifîn cild-7, sh. 32
3) El-A’lâm cild-4, sh. 257
4) Keşf-üz-zünûn sh. 247