YÛSUF BİN İBRÂHİM (İbn-i Cümle)

Şâfiî mezhebi fıkıh âlimlerinden. İsmi, Yûsuf bin İbrâhim bin Cümle bin Müslim bin Temmâm bin Hüseyn bin Yûsuf el-Hûrânî’dir. Lakabı Cemâleddîn olup, Ebü’l-Mehâsin el-Mühcî diye tanınırdı. 682 (m. 1283) senelerinde, Dımeşk’da doğduğu rivâyet edilmektedir. Fıkıh ilmini Hanbelî mezhebi âlimlerinden okudu. Sonra, Şafiî mezhebinin fıkıh bilgilerini öğrendi ve bu mezhebde büyük bir âlim olarak yetişti. Fahreddîn Ali’den ve daha birçok âlimden hadîs-i şerîf dinledi. Asrının fazilet sahibi âlimlerinden ilim aldı. Birçok ilimde mütehassıs bir âlim olarak yetişti ve emsalleri arasında en üstünü oldu. Devla’ıyye Medresesi’nde ders okuttu. Kazvinî’nin kadı yardımcılığını yaptı. 733 (m. 1332) senesinde kadılık vazîfesine ta’yin edildi. Bu görevi en mükemmel şekilde yürüttü. Gayet güzel konuşur, muarızlarına dâima galip gelirdi. Revâhiyye, Şâmiyye ve Berrâniyye medreselerinde ders verdi. 738 (m. 1338) senesi Zilka’de ayında Şam’da vefât etti.

Yûsuf bin İbrâhim, Allahü teâlâyı ve Resûlünü (s.a.v.) çok severdi. Ehl-i sünnet ve cemâat i’tikâdına bağlı olup, ehl-i bid’at, ya’nî sapık i’tikâdda olanlara son derece karşı idi.

Berzâlî diyorki; “Ben, onun elliye yakın âlimden Medine’de ve Dımeşk’da rivâyet ettiği hadîs-i şerîfleri bir “Cüz” hâline getirdim. O,” fazilet sahibi bir zât olup, çeşitli ilimlerde söz sahibi olmuştu. Fetvâ verir, talebelere ders okuturdu, önceleri, Dımeşk’da Alâeddîn-i Konevî’ye kadılık işlerinde yardımcılık yaptı. Sonra Dımeşk kadılığına ta’yin edildi, iki seneye yakın bu görevde kaldı, İnsanların hakkının verilmesinde yüksek bir himmete, büyük bir gayrete sahipti. Kimsenin hatırına bakarak hüküm vermezdi. Herkes tarafından ona hürmet ve saygı gösterilirdi. Çekemiyenleri oldu. Hattâ bu sebeple hapse bile atılmıştı.” Esnevî de, “Tabakât’ında, onun hakkında böyle söylemektedir.

¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾

1) Tabakât-üş-Şâfiiyye (Esnevî) cild-1, sh. 391

2) Ed-Dürer-ül-kâmine cild-4, sh. 443

3) Şezerât-üz-zeheb cild-6, sh. 119

4) El-Bidâye ven-nihâye cild-14, sh. 182

5) El-A’lâm cild-8, sh. 212