Şafiî mezhebi âlimlerinden ve evliyânın büyüklerinden. İsmi, Abdülazîz bin Ebî Fâris Abdülganî (veya Ahmed) bin Sürûr bin Sellâme bin Berekât bin Dâvûd el-Menûfî el-Hasenî olup, lakabı Şerefüddîn’dir. Aslen Yembug beldesindendir. Baba ve dedeleri oradan ayrılıp İskenderiyye’ye gelmişlerdi. Şerefüddîn de orada yetişti. Bir ara Hicaz bölgesinde bulunan Sa’îd beldesinde ikâmet etti. 607 (m. 1210) senesinde doğdu. 703 (m. 1304) senesi Zilhicce ayının 15. günü, Pazartesi gecesi vefât etti.
Muhyiddîn-i Arabî, Ebü’l-Haccâc el-Aksurî, Feth-ül-Vâsıtî ve daha başka büyük zâtların sohbetlerinde bulundu. Tasavvuf ile meşgûl oldu. Çalışma ve gayretlerinin, âlimlere olan aşırı muhabbet ve bağlılığın neticesinde, tasavvuf büyüklerinden oldu. Aynı zamanda şâir idi. Çok güzel şiirler söylerdi. Talebesi olan Abdülgaffâr bin Nûh, ondan çok kerâmetler nakletmiştir. İbn-i Nûh’dan başka, İbn-üs-Sâbûnî el-Aksurî, Ebü’l-Hasen el-Vessâbi gibi âlimler de ondan çok istifâde etmişlerdir. Cezerî, târihinde, ondan çok şeyler okuduğunu, nakiller yaptığını ve icâzet aldığını bildirmektedir.
Abdülazîz bin Ebî Fâris hazretlerinin talebelerinden olan İbn-i Nûh, hocasından duyduklarını, Vâhid fî sülûk-i ehl-it-tevhîd isimli eserinde şöyle anlatıyor:
“Bağdad’da duâsı makbûl olan evliyâ bir zât vardı. Makam sahibi kimselerden birisi, onun Bağdad’dan çıkmasını istedi. Fakat bunu ısrarla istemesinin sebebini kimseye söylemedi. Hattâ bu husûsu halîfeye bile arzetti. Halîfe bunun sözlerini kabûl etmedi. Bu olanlar, o velî zâtın kulağına gelince, kendi arzusuyla Bağdad’dan ayrılmak istedi. “Benim yüzümden kimsenin rahatsız olmasını istemem” buyurdu. Onu sevenler, bu hâle pek çok üzüldüler. Onun Bağdad’dan ayrılmaması için ellerinden geleni yaptılar ise de, muvaffak olamadılar. Nihâyet kendisine; “Efendim! Sizin Bağdad’dan çıkma arzunuza mâni olamıyoruz. Sizin çıkmanızı isteyen kimse, böylece maksadına kavuşmuş oluyor. O size haksızlık etti. Zulüm yaptı. Ona bedduâ edin! Sizin yaptığınız duâ, Allahü teâlâ indinde red olunmaz. Böylece o kimse de cezasını bulmuş olur” dediler. Bunun üzerine o velî zât; “Hayır. Asla bedduâ etmem.
Çünkü onun, benim Bağdad’dan çıkmamı istemesi nefsi bir arzusu değildir. Benim, i’tikâdı bozuk birisi olduğumu zannediyor. Halkın i’tikâdını bozmamam için buradan ayrılmamı istiyor. Benim, Ehl-i sünnet i’tikâdında, sâlih bir kimse olduğumu bilse, elbette böyle yapmaz. Bununla beraber, niyeti hâlis olduğu için, ona ve hiç kimseye bedduâ etmem uygun değildir” dedi. Sonra Bağdad’ın dışında bir yerde yerleşti. Onun son sözleri, kendisinin Bağdad’dan çıkmasını istiyen kimsenin kulağına gittiğinde, o kimse hayretler içinde kaldı. O zâtın Bağdad’dan ayrılmasını istemekteki maksadını hiç kimseye söylememişti. Bu sözleri duyunca, o zâtın, zannettiği gibi yanlış i’tikâdlı birisi olmadığını, aksine, i’tikâdı düzgün, kerâmet sahibi bir velî olduğunu anladı. Yaptığına çok pişman oldu. Hemen yanına geldi kendisinden çok özür diledi. Tövbe istiğfar etti. Tekrar Bağdad’a dönmesi için çok yalvardı. Fakat o zât kabûl etmedi. “Biz oradan Allah için çıktık. Tekrar geri dönmeyiz” dedi.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Ed-Dürer-ül-kâmine cild-2, sh. 373
2) Esmâ-ül-müellifîn cild-1, sh. 581
3) Mu’cem-ül-müellifîn cild-5, sh. 250
4) Keşf-üz-zünûn sh. 794