SİRÂCÜDDÎN OSMAN (Ahî Sirâc)

Sultân-ül-ulemâ Hâce Nizâmüddîn-i Evliyâ’nın yetiştirdiği Hindistan evliyâsının büyüklerinden. İsmi Osman, lakabı Sirâcüddîn olup, Ahî Sirâc diye meşhûrdur. Doğumu, vefâtı ve hâl tercümesi hakkında kitaplarda pek ma’lûmat bulunamıyan Ahî Sirâc hazretlerinin, sekizinci asrın ortalarında 759 (m. 1658) yılında vefât etmiş olduğu bilinmektedir.

Daha gençlik yıllarında, Hâce Nizâmüddîn hazretlerinin sohbetlerinde bulunarak yetişen Ahî Sirâc, ayrıca Mevlânâ Fahreddîn-i Zerrâdî’den sarf öğrendi. Mevlânâ bu talebesini çok sevdiğinden, onun için sarf bilgilerini yazıp topladı. Bu eserine Osmânî ismini verdi. Ahî Sirâc, bundan sonra Mevlânâ Rükneddîn’in huzûrunda; Kâfiye, Mufassal, Kudûrî ve Mecma’ul-bahreyn adlı eserleri dikkatlice okudu. Bunları da bitirdikten sonra, tekrar Hâce Nizâmüddîn-i Evliyâ’nın huzûruna gelerek, üç sene daha kalıp, tasavvuf yolunda kemâle geldi. Hâce hazretlerinin sohbetleri bereketiyle, tam bir olgunluğa kavuşup, icâzet ve hilâfet almakla şereflendi. Hocası, Ahî Sirâc’a kitaplarından ve elbiselerinden ba’zılarını yadigâr olarak verip, onu insanları irşâd etmek, onlara doğru yolu göstermek üzere, memleketi olan Lüknov’a gönderdi. Gittiği yeri, vilâyet (velîlik) güzelliği ile süsleyip aydınlattı. Hâce Nizâmüddîn onun için; “O, Hindistan’ın aynasıdır” buyurmuştur. Ahî Sirâc irşâd ile vazîfelendirilip Lüknov’a gelince, ilme susamış olanlar etrâfında toplanmaya başladılar. Ahî Sirâc (r.a.), hocası hazret-i Hâce’ye lâyık bir talebe idi. Ondan aldığı yüksek ilimleri, feyz ve bereketleri etrâfına yaymaya başladı. Çok talebe yetiştirdi. Binlerce kişi ondan istifâde edip, ilim öğrendiler.

Şeyh Hüsâmeddîn-i Mankpûrî, Melfûzât isimli eserinde, bunun da sözlerini ve menkıbelerini zikretmektedir. Bu kitapta bildirildiğine göre, bir gece dervişlerden bir zât, Sirâcüddîn Osman hazretlerine misâfir olmuştu. Yatsı namazından sonra Ahî Sirâc yatağına uzandı. Misâfir olan derviş ise, namaz kılmaya başladı. Bir taraftan da, böyle büyük bir zâtın gece uyumasına hayret ediyordu. Sabah olduğunda, Ahî Sirâc hazretleri kalkıp, abdest almadan, birlikte sabah namazını kıldılar. Misâfir olan derviş, Ahî Sirâc’ın bütün gece zikrle meşgûl olup uyumadığını, ilk zamanda anlıyamadığından bu hâle çok hayret ederek; “Allah, Allah! Ne garip iştir! Bütün gece yattınız. Sabahleyin ise abdest almadan namaz kıldınız” dedi. Ahî Sirâc (r.a.) tevâzu edip ve tâat ile meşgûl oluyorsunuz. Bizim ise, kıymetli bir malımız (ruhumuz) vardır. Büyük ve azılı bir düşman da (nefsimiz) onun peşinde olup, onu öldürmek için gayret etmektedir. Biz o kıymetli malımızı korumak, düşmana teslim etmemek için uyumuyor, bekçilik, ediyorduk.” Bu sözleri hayretle dinleyen misâfir derviş, o zâtın büyüklüğünü böylece daha iyi anlamış oldu ve; “Eğer âşık mescidde görünmezse de, onun kalbi dâima namaz iledir” meâlinde bir beyit söyledi.

Rivâyet edildiğine göre, Ahî Sirâc hazretleri, vefâtına yakın zamanda kabir gibi bir yer kazıp, hocasının huzûrundan ayrılırken kendisine verdiği elbiselerini oraya koydu. Üzerini de aynen kabir gibi yaptı ve buna da “Elbiseler mezarı” denildi. Ahî Sirâc vasıyyet edip, vefât ettiğinde, elbiseler mezarının ayak ucuna defnedilmesini istedi. Bir müddet sonra vefât etti. Talebeleri vasıyyeti yerine getirip, hocalarını elbiseler mezarının ayak ucu tarafında hazırladıkları bir kabre defnettiler. Böylece hocalarının vasıyyetini yerine getirdiler.

Sirâcüddîn Osman hazretlerinin yetiştirdiği talebeleri içinde en ileride olanlarından biri de, Alâüddîn Ebû Ali Kalender’dir.

¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾

1) Ahbâr-ül-ahyâr sh. 92