Mısır’da yetişen Hanefî mezhebi fıkıh âlimlerinin büyüklerinden. İsmi, Ahmed bin İbrâhim bin Abdülganî bin Ebî İshâk es-Serûcî’dir. Künyesi Ebü’l-Abbâs ve lakabı Şemsüddîn’dir. Harran nahiyelerinden Serûc’a mensûb olduğu için, Serûcî denilmiştir. 637 (m. 1239) senesinde doğdu. 701 (m. 1301) senesinde, Rebî’ul-âhır ayının 12. günü Mısır’da Kâhire’de vefât etti. Karâfe kabristanında İmâm-ı Şafiî hazretlerinin kabri yakınında defn olundu. Doğum ve vefât târihleri 639-710 olarak da bildirilmiştir.
Necmüddîn Ebü’t-Tâhir İshâk bin Ali bin Yahyâ hazretlerinin talebesi ve dâmâdı olan Serûcî (r.a.), ayrıca Sadrüddîn Süleymân bin Ebi’l-İzz, Muhammed bin Ebi’l-Hattâb bin Dıhye ve başka âlimlerden ilim öğrendi. Hanefî mezhebi fıkıh bilgilerini anlatan Hidâye kitabını ezberledi. Fıkıh, hadîs ve başka ilimlerde yükseldi. Zamanında bulunan fıkıh âlimlerinin önde gelenlerinden oldu. Çalıştığı ilimlerde mahîr ve meşhûr oldu. Herkes tarafından tanındı. Sâlihiyye, Nâsıriyye ve Sûfiyye medreselerinde ders verdi. Alâüddîn Ali bin Bilbân el-Fârisî ve Alâüddîn-i Türkmânî gibi fıkıh âlimlerini yetiştirdi. Çok talebeye ders okuttu. Nu’mân el-Hatîbî’nin vefâtından sonra, 691 (m. 1292) senesinde Kâhire kadısı oldu. Vefâtından az bir zaman önceye kadar bu vazîfeye devam etti. Faziletler sahibi, heybetli, kadri yüce, düzgün sözlü, fasih, güleryüzlü, makbûl bir zât idi. Çok hayır ve hasenat sahibi idi. Çok cömert idi. Fakirlerin, garîb ve muhtaçların sığınağı idi. Zamanında bulunan ve daha sonra gelen âlimlerden ba’zıları onun bu güzel hâllerini zikretmişler ve onu çok övmüşlerdir.
Şöyle anlatılır: Serûcî hazretleri hacca gittiğinde, Mekke-i mükerremede Allahü teâlâdan bir dilekte bulunmuştu ve bunu da hiç kimseye söylememişti. Bundan bir müddet sonra kendisine bir kimse gelerek dedi ki: “Rü’yâmda Resûlullah (s.a.v.) efendimizi gördüm. Sana, “Yanında (cebinde para olarak) ne varsa hepsini bana ver! Buna alâmet de (işâret istersen o da) Mekke-i mükerremede, Allahü teâlâdan şu dilekte bulunmandır” diye söylememi emir buyurdular” dedi. O kimsenin sözlerini hayretle dinleyen Serûcî hazretleri, “Peki” dedi ve derhâl yanında bulunan yüz dînâr altın ve bin gümüşü çıkarıp o kimseye verdi. Sonra da; “Şayet yanımda bundan daha fazla birşey bulunsaydı. Onu da mutlaka sana verirdim. Çünkü bu emri Resûlullah efendimizden (s.a.v.) naklettiğine dâir bildirdiğin işâret mutlaka doğrudur” buyurdu.
Rivâyet edildiğine göre, Ebü’l-Abbâs-ı Serûcî hazretlerinin bir defteri vardı ve birisinden borç alacak olsa o deftere kayd ederdi. Vefâtı yaklaştığında o defteri gösterip, kalan borçlarının ödenmesini vasıyyet etti. Vefâtından sonra bir şahıs gelerek, Serûcî hazretlerinde ikiyüz dirhem alacağı kaldığını bildirerek istedi. Deftere baktılar, bu şekilde bir kayıt bulamadılar. O gece sâlihlerden bir zât, Serûcî hazretlerini rü’yâsında gördü. Serûcî, rü’yâyı gören kimseye hitaben; “O (alacaklı olduğunu söyleyen kimse) doğru söylüyor, ince bir yazı ile o kimsenin söylediği, defterde yazılıdır” buyurdu. Daha dikkatle deftere baktıklarında, hakîkaten yazıyı buldular ve hemen o kimseye alacağını ödediler.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Tabakât-üs-seniyye cild-1, sh. 261
2) El-Bidâye ven-nihâye cild-14, sh. 60
3) Hüsn-ül-muhâdara cild-1, sh. 468
4) Şezerât-üz-zeheb cild-6, sh. 23
5) Miftâh-üs-se’âde cild-2, sh. 267
6) Ed-Dürer-ül-kâmine cild-1, sh. 96
7) Mu’cem-ül-müellifîn cild-1, sh. 140
8) El-A’lâm cild-1, sh. 86
9) Fevâid-ül-behiyye sh. 13