OSMAN GÂZÎ

İlk Osmanlı sultânı, velî, âlim ve evliyâ dostu. Oğuzların Bozok kolunun Kayı Boyu’ndan Ertuğrul Gâzî’nin oğludur. Osman Gâzî, 656 (m. 1258) senesinde Söğüt’te doğdu. Dünyânın en uzun ömürlü hânedanını kurup, Osmanlı devletinin temelini attı. Fahrüddîn lakabı verildi. 726 (m. 1326) senesinde Söğüt’te vefât edip, oğlu Orhan Gazi tarafından fethedilen Bursa’da, Gümüşlü Kümbet’e defnedildi.

Osman Gazî, hâlis bir müslüman, eşsiz bir kamandan olan Ertuğrul Gâzî’nin oğlu olarak dünyâya geldi. Ertuğrul Gâzî’nin babası Süleymân Şah, Fırat nehrini geçerken atının ayağının sürçmesi neticesi suya düşüp boğuldu. Bugünkü Suriye sınırları içerisindeki Ca’ber Kalesi Türk mezarlığına defnedildi Diğer kardeşleri geri gidip, Ertuğrul Gâzî ile Dündar Bey Anadolu’ya geldiler. Çeşitli yerlerde konaklayıp kışlayarak, Ankara yakınlarında Karacadağ’a indiler. Sonra Sultanöyüğü’ne göçtüler. Ertuğrul Gâzî’nin yanında, aileleri ile beraber dörtyüz yiğit vardı. Ertuğrul Gâzî, Sultanöyüğü’ne vardığı sıralarda, Moğollar, Anadolu Selçuklu Sultânı Alâeddîn Keykûbâd ile savaş halindeydi. Selçuklu ordusunun bozulmak üzere olduğu bir sırada, Ertuğrul Gâzî’nin dörtyüz seçme yiğidi. Moğollara hücum ettiler. Çok geçmeden, Moğollar darmadağınık oldu. Sultan Alâeddîn Keykûbâd, Ertuğrul Gâzî’nin bu hizmetini takdîr ve teşekkür etti. Ertuğrul Gâzî ve halkına, Söğüt’ü kışlak, Domaniç ve çevresindeki dağları da yaylak olarak verdi. Ertuğrul Gâzî, Selçuklu’nun uç beyi olmuştu. Mü’min, kâfir herkese iyi davrandı. Herkesin sevgi ve saygısına mazhar oldu. Âdil idâresi, müslümanların da, kâfirlerin de pek hoşlarına giderdi. Ertuğrul Gazi, din âlimlerine, dervişlere, Allah dostlarına çok hürmet ve iltifâtlarda bulunurdu. Zaman zaman onların ziyâretlerine gider, onların nasihatlerini can kulağı ile dinlerdi. Yine böyle bir ziyâretinde, bir âlimin evinde misâfir oldu. Odada, Allahü teâlânın kelâm-ı ilâhîsinin yazılı olduğu Mushaf-ı şerîfin mevcûdiyetinden haberdâr oldu. Resûlullaha (s.a.v.), Cebrâil (a.s.) vasıtasıyla gönderilen Allahü teâlânın mübârek kitabına hürmetinden, onun huzûrunda uzanıp uyuyamadı. Abdest tâzeleyip, sabaha kadar tam bir edeb ve ta’zimle onu okudu. Yönünü Mushaf-ı şerîfe dönmüş olarak oturmaktayken, sabaha yakın uyukladı. Bu arada bir rü’yâ gördü. Rü’yâsında kendisine şöyle bir nidâ gelip: “Ey Ertuğrul! Sen bu gece benim kelâmıma hürmet ve ta’zim edip, izzet ve ikram eyledin; ben de senin evlât ve haleflerini, dünyâ durdukça devlet ve saltanat ile yüceltip, izzet ve ikrama lâyık gördüm” denildi. İşte böyle mübârek bir kimse olan Ertuğrul Gâzî’nin, bu sırada bir oğulcağızı oldu. Onun en küçük oğlu olan bu çocuğa, Resûlullahın (s.a.v.) iki mübârek kızı ile evlenmekle şereflenen, Aşere-i mübeşşereden olmak müjdesine mazhar olan, Hulefâ-i Râşidîn’in (r. anhüm) üçüncüsü Osman’ın (r.a.) ismini verdiler. Adı gibi İslama ve Kur’ân’a hizmet etmesini temenni ettiler. Osman Gâzî dünyâya geldiği zaman diğer tarafta Hülâgu Bağdad’ı yağmalıyordu. Müslümanlar bir tarafta muzdarip olurken, diğer tarafta yeni bir devletin müessisi doğuyor, müslümanları sevince gark ediyordu. Kısa zamanda Osman Gazi, büyüyüp serpildi. Güzel ahlâkı, yiğitliği ve davranışlarıyla çevresindekilerin takdîrini kazandı. Ahî şeyhlerinin büyüklerinden, zamanının âlim ve evliyâsı Edebâli hazretlerinin sohbetlerine ve hizmetine koştu. Ondan zâhirî ve bâtınî ilimleri tahsil etti. Allahü teâlânın eşsiz kelâmını, Resûl-i ekremin (s.a.v.) mübârek sözlerini, Selef-i sâlihînin güzel yolunu öğrendi. Allahü teâlânın emir ve yasaklarına tam itaatkâr olarak, Resûl-i ekremin güzel ahlâkıyla ahlâklandı. Samimi bir müslüman oldu. Devrin örf ve âdetlerine göre, mükemmel bir askerî ta’lim ve terbiye ile yetişti. Babası Ertuğrul Gâzî’nin silâh arkadaşları ve kumandanlarından, kılıç kullanmayı, kargı savurmayı, ata binmeyi, gürz kullanmayı öğrendi. Gazilerin gazâlarını dinleyip, onlardan ibret alarak, kumandanlık vasıflarını geliştirdi. Gençliğinden i’tibâren gazâlara katılıp, zafer kazanarak, kumandanlık vasıfları kemâle erdi.

Bizans’ın hakimiyetindeki Batı Anadolu cihâd memleketi olduğundan, bölgede gazâ niyetiyle pekçok kumandan, mücâhid, derviş ve herbiri birer gönül sultânı şeyh ve âlim bulunuyordu. Osman Gâzî; Anadolu’nun İslâmlaştırılıp, türkleşmesi faaliyetine katılan bu gönül sultanlarından, ahilerden Şeyh Edebâlî Karamanî’nin sohbetlerini hiç kaçırmamaya gayret ederdi. Hattâ bir defasında, hocası Edebâlî’nin oturmakta olduğu itburnu köyünün de sahibi olan Eskişehir hâkimi ile araları açılmış, hocasını, babasının topraklarına göçürerek yerleştirmişti. Eskişehir hâkimi ile yaptığı savaşta onu yenmiş, kardeşlerinin ve çevresinin takdîrine mazhar olmuştu. Daha ondokuz yaşlarında iken, 679 (m. 1277) yılında, Edebâlî hazretlerinin dergâhına misâfir olduğu birgünde, acâib bir rü’yâ gördü. Rü’yâsında hocası Edebâli’nin koynundan bir ayın çıkıp kendi koynuna girdiğini, arkasından da kendi göbeğinden bir ağacın bitip âlemi tuttuğunu, gölgesinde, nice dağların bulunup, nehirlerin aktığını, birçok insanların kaynaştığını, kimisinin bahçe ve tarla sulayıp, kimisinin çeşmeler akıttığını gördü. Gördüğü rü’yâyı ertesi günü hocasına anlattı. Şeyh Edebâlî ona; “Müjde ey Osman! Hak teâlâ, sana ve senin evlâdına saltanat verdi. Bütün dünyâ, evlâdının himâyesi altında olacak, kızım Bâlâ Hâtun da sana eş olacak” deyip, rü’yâsını ta’bir etti. Kızını da ona zevceliğe verdi. Bu sırada yanlarında, Edebâli’nin Dursun adında bir talebesi vardı; “Ey Osman, sana padişahlık verildi. Şükrâne olarak bize ne verirsin?” dedi. Osman Gâzî de, ona bir şehir vermeyi teklif etti. O derviş, şehri çok görüp; “Şu köyceğize râzıyım. Bana bir yazı ver” dedi. Osman Gâzî de; “Ben, bunun usûlünü bilmem, sana su kabım ile kılıcımı vereyim. Onlar nişan olsun. Benim evlâdım, onları senin elinde görüp, hakkına rızâ göstersinler” dedi. O derviş, onların nikâhını oracıkta akdetti. Sâde bir şekilde Bâlâ Hâtun’la evlendiler. Bu izdivaçtan Orhan Gâzî doğdu. Orhan Gâzî’nin doğduğu sıralarda, Ertuğrul Gâzî de 680 (m. 1281) yılında vefât etti. Ertuğrul Gazi, cesâreti, zekâsı, cömertliği, İslâm dînine sadâkati ve güzel ahlâkı ile, kardeşleri arasında en üstünü olan Osman Gâzî’yi kendisinden sonra kayıboyu beyliğine aday göstermişti. Osman Gâzî babasının vefâtından sonra bey seçilip, idâreyi ele aldı.

Anadolu Selçuklu Devleti’nin Bizans hududundaki Kayılar, Söğüt kışlağı ile Domaniç yaylağı arazisine hâkimdiler. Osman Gâzî, Kayı Beyi olunca, hudut komşusu Bizans tekfurları ile iyi geçinmeye çalıştı. Bunlar arasında en çok Bilecik tekfuru ile anlaşıyordu. Boy’da; eskiden beri yaylağa çıkarken, ağır eşyâları Bilecik tekfuruna emânet etmek, buna karşılık tekfura ba’zı hediyeler vermek geleneği vardı. Emânetin teslimi ve alınması, silâhsız kimseler ve kadınlar tarafından yapılırdı. Aşiretlerin yaylağa çıkış ve dönüşlerinde, İnegöl tekfuru yollarını keserek onlara zarar veriyor, bu yüzden sık sık çarpışmalar oluyordu. Osman Bey’in kuvvet ve nüfuzunun devamlı arttığını gören İnegöl tekfuru Nikola, komşularından tedbir alınmasını istedi. İnegöl tekfurunun Bizanslılara ittifâk teklifi, Bilecik tekfuru tarafından Osman Gâzî’ye haber verildi. Tekfur Nikola’nın, Ermenibeli’nde (Pazarköy’de) kuvvet topladığı tesbit edilince, Osman Gazi, Kayı ileri gelenleri, kumandanlar ve arkadaşlarından Akçakoca, Abdürrahmân Gazî, Aykut Alp, Konur Alp, Turgut Alp ile istişâre etti. İnegöl’ün fethine karar verildi. 683 (m. 1284)’de Pazarköy’de meydana gelen muharebede, Osman Gâzî’nin yeğeni Bay Koca şehîd düştü. Muharebenin ardından, Kolca Kalesi feth edildi. Mağlubiyeti hazmedemeyen İnegöl tekfuru ile Karacahisar tekfuru birleştiler. 687 (m. 1288) yılında Domaniç yakınında Ence (Ekizce)’de yapılan muharebede, tekfurlar tekrar mağlup edildiler. Bu muharebede, Osman Gâzî’nin kardeşi Sarı Yatu (Sarı Batı) şehîd oldu. Osman Gâzî’nin Ekizce muvaffakiyeti, Anadolu Selçuklu Sultânı Gıyâseddîn Mes’ûd Şah tarafından mükâfatlandırıldı. Osman Gâzî’ye bir fermanla, Söğüt yurt olarak verildi. Osman Gazi, bir baskınla da İnegöl tekfurunu ve pekçok askerini öldürdü. İnegöl’den pekçok ganîmet aldı. İnegöl tekfurunun öldürülmesi ve Osman Gâzî’nin topraklarının devamlı genişlemesi, Bursa ve İznik tekfurlarını telâşlandırdı. Osman Gâzî’nin Bizans tekfurlarına karşı ta’kib ettiği siyâset, Anadolu Selçuklu Sultanlığı’nca takdîr edilip, tekrar mükâfatlandırıldı. 688 (m. 1289)’de bir fermanla Söğüt’e ilâveten Eskişehir ve inönü tarafları verilip, mîrî vergiden muaf tutuldukları gibi, beylik alâmetleri olan alem, tuğ, kılıç ile, gümüş takımlı bir at da gönderildi. Selçuklu Sultânı’nın hediyeleri alınıp fermanı okununca, Osman Gazi, gazâ akınlarına daha da hız verdi. İznik’e akın tertîblendiyse de, kale alınamadı, pekçok ganîmetlerle dönüldü. Karacahisar ile Yarhisar tekfurları, Osman Gâzî aleyhine ittifâk kurdular. 690 (m. 1291)’da Karacahisar fethedilince, alınan ganîmetlerin beştebiri Anadolu Selçuklu Devleti’nin başşehri Konya’ya gönderilip, kalanlar muharebeye katılan gazilere dağıtıldı. 691 (m. 1292)’de Sakarya ırmağının kuzeyine akın yapıldı. Bu akınlarda Sorgun Köyü, Göynük, Taraklıyenicesi ve Mudurnu taraflarının askerî mevkileri tahrib edilip, pekçok ganîmet alındı. 697 (m. 1298) yılına kadar teşkilâtlanmaya ağırlık verdi. Osman Gâzî’nin ileriye dönük faaliyetleri, huduttaki Bizans tekfurlarını daha da telâşlandırdı. Bilecik tekfuru da Osman Gâzî aleyhine ittifâk içine girdi. Bizans-Rum tekfurları, Osman Gâzî’yi muharebe meydanında öldürüp yenemeyeceklerini anlayınca, entrikaya başvurdular. Yarhisar tekfurunun kızıyla evlenecek olan Bilecik tekfurunun düğününe da’vet edip, öldürmeyi plânladılır. Osman Gâzî’ye sû-i kasd tertîbi, dostu Harmankaya beyi Köse Mihal tarafından haber verildi. Osman Gâzî, Bizans entrikasına karşı tedbir aldı. Bizans tekfurları ile beraber da’vet edildiği düğüne, hediye olarak kuzu sürüsü gönderdi. Düğün sonrası yaylağa çıkacağını bildirerek, eskiden olduğu gibi değerli eşyalarının kadınlar vasıtasıyla kaleye alınmasını istedi. Bilecik tekfuru, Bizans tekfurlarıyla ittifâk hâlinde olduğundan, Osman Gâzî’nin teklifini kabûl edip, düğün yeri olan Çakırpınarı’na gitti. Osman Gâzî, aşiretin eşyası yerine, atlara silâh yükletip, kırk kadar gaziyi, kadın kılığında Bilecik’e gönderdi. Kadın kılığında kaleye giren yiğitler Bilecik’e gidip, şehri ele geçirdi. Osman Gâzî de, düğünden dönen Bilecik tekfurunu kurduğu pusuyla yenilgiye uğratıp, düğüne katılanların ve askerin çoğunu öldürttü. Osman Gâzî’ye karşı tertîblenen Bizans entrikası lehe çevirilip, gelin dâhil, düğüne katılanların bir kısmı esîr alındı. Geline Nilüfer adı verilip, Osman Gâzî’nin oğlu Orhan Gâzî’ye nikahlandı. Fethe devam edilip, ertesi gün Yarhisar kalesi kuşatılıp, ele geçirildi. Osman Gâzî’nin kumandanlarından Turgut Alp ve gaziler de İnegöl’ü feth ettiler.

Osman Gâzî, Anadolu’da Bizans hududunda fetihlerde bulunurken, İlhanlılar da Anadolu’yu istilâ ettiler. İlhanlı hükümdârı Gazân Hân, Anadolu Selçuklu Sultânı Alâeddîn Şah’ı İran’a götürdü. Bütün Anadolu, Selçuklu Devleti’nin toprakları, İlhanlılar’ın eline geçti. İlhanlı zulmünden hicret eden birçok Anadolu Selçuklu emîn ve ma’iyeti, Osman Gâzî’nin gazâlarına katılmak için hizmete geldi. Osman Gazî, 680 (m. 1281) yılından beri arazisini devamlı genişletip; gazâ niyetiyle hizmetine katılanlarla devamlı güçleniyordu. Anadolu Selçuklu Sultanlığı’nın fetret devrindeki iktidar boşluğundan faydalanarak, Türk beyleri istiklâllerini ilân ediyordu. Osman Gâzî de iyice kuvvetlenmişti. 698 (m. 1299)’de istiklâlini ilân edip, tâbilikten kurtuldu. Osman Gâzî’ye istiklâl alâmetleri olan ferman. sancak, alem, tuğ, kılıç ve at ile takımı önceden verildiğinden, istiklâlini ilân etmesiyle, devlet teşkilâtının müesseselerini kurup, her kaleye subaşı, dizdar, kadı ta’yin etti. Köyler tımar olarak sipâhilere dağıtıldı. Osman Gâzî adına Karacahisar’da Cum’a hutbesi, Eskişehir’de bayram hutbesi okundu. Hocası ve kayınpederi Edebâlî’nin talebelerinden Dursun Fakîh’i Karacahisar’a kadı ve hatîb ta’yin etti. Fetvâ ve hüküm işlerini ona havale eyledi. 701 (m. 1301)’de Yurdhisar ve Yenişehir kaleleri fethedildi. Osman Gâzî yeni fethedilen Yenişehir’i merkez yaptı. Yeni merkezinde; idâri, iktisadî ve sosyal müesseseler inşâ ettirip evler, dükkânlar, çarşı ve hamamlar yaptırdı. Bilecik’i de kayınpederi Edebâlî’ye verdi. Hanımını ve annesini de Bilecik’te bıraktı. Oğlu Alâeddîn Paşa’yı yanına aldı. Orhan Bey’e Sultanönü (Karacahisar), Gündüz Alp’e Eskişehir, Aykut Alp’e inönü, Hasen Alp’e Yarhisar, Turgut Alp’e İnegöl bölgelerinin idâresini verdi. Oğlu Orhan’la birlikte sık sık gazâya çıkarlar, insanlara Allahü teâlânın emir ve yasaklarını tebliğ ederlerdi. Onları dinlemeyip; insanlara ve kendilerine zulmeden zâlim Bizans tekfurları ile savaşırlardı. Ba’zan da geri gelip, merkezleri Yenişehir’de hazırlık yaparlardı. Fethedilen yerleri, ahâliye tımar olarak dağıtırlardı. Fethedilen yerlerde; haklıyı ve haksızı ayırmak için bir kadı ta’yin edilir, emniyeti sağlaması için de bir subaşı atanırdı. Yeni yeni fetihlerin olduğunu duyan ve Moğol zulmünden kaçan Anadolu’daki müslüman ahâli, Osman Gâzî’ye gelip yer-yurt istediler. O da, onlara yurt verip, iş gösterdi. Âdil idâresinden istifâde edip, Hak yolunda cihâda gayret etmelerini, geride kalanların da uçtakilere duâlar etmelerini istedi. Onlar da canla başla kabûl ettiler. Karacahisar’da teşkilâtlanma tamamlanıp, çarşı ve pazara alıcı ve satıcılar akın edince, Germiyan vilâyetinden bir kimse gelip, Osman Gâzî’nin huzûruna vardı; “Bu pazarın bac’ını bana satın!” dedi. Osman Gâzî; “Bac da ne ki?” diye sordu. O kimse de; “Pazara yük getiren herkesten akça almaya denir” dedi. Osman Gâzî de; “Bu pazara gelenlerde alacağın mı var ki, onlardan akçe alacaksın?” dedi. Adam da; “Bu eskiden beri âdettir, her vilâyette yapılmaktadır, her yükten pâdişâh için akçe alırlar” dedi. Osman Gâzî hiddettendi. Bugüne kadar, böyle birşeyin ille de alınması îcâbettiğini, ne bir din kitabında okumuş, ne de bir âlimin sohbetinde duymuştu. Tekrar suâl etti: “Bu, Hak teâlânın buyruğu mu, Peygamber (a.s.) sözü mü, yoksa, her ilin pâdişâhı kendisi mi uydurmuştur?” dedi. O kimse; “Evvelden beri sultan töresidir” dedi. Osman Gazî, Allahü teâlâ ve Resûlünün (s.a.v.) emri olmayan birşey husûsundaki bu gayretkeşliğe iyiden hiddetlendi, adama; “Yürü, artık buralarda görünme, yoksa sana zararım dokunur. Malını kendi eli, kendi alınteri ile kazanmış kimsenin bana ne borcu var ki, bana havadan akçe versin?” deyip, adamı gönderdi Yanındaki dostları, onun bu sözlerim işitince; “Size birşey vermeleri gerekmezse de, pazarı bekleyenlerin emekleri zayi olmasın diye birşey vermeleri iyi olur” dediler. Osman Gâzî de; “Madem ki böyle dersiniz; bir yükü satan kimse iki akçe versin, satmayan hiçbir şey vermesin. Ve de; her kime bir timar verirsem, sebepsiz yere kimse timarı ondan almasın. O kişi ölünce, oğluna versinler. Eğer oğlan küçükçe olursa, hizmetkârları, oğlan sefere yarayışlı hâle gelinceye kadar sefere gitsinler. Eğer bu kânunu her kim bozarsa, yahut benim neslime başka bir kânun öğretirse, Allahü teâlâ onu dünyâ ve âhırette zelîl eylesin” dedi. Bac ve tımarın kânunu bu şekilde düzenlendi, ilk Osmanlı akçesi, Osman Gâzî adına bastırıldı. Dörtyüz çadırla Anadolu Selçuklu-Bizans hududuna yerleştirilen Kayı Aşireti 698 (m. 1299)’de Osman Gazî’nin adına izafeten Osmanlı hânedanı ve devletini kurdu. Osman Gâzî, İslâm Dîni’nin esaslarını, Türk örfünü, teşkilât ve müesseselerini safha safha yerleştirip, mükemmelleştiriyordu. Teşkilât ve müessesesini kurarken, İslâm Dîni’nin farzlarından olan cihâd emrini de ihmâl etmiyorlar, insanlara Allahü teâlânın emir ve yasaklarını bildirmekten, Resûl-i ekremin (s.a.v.) güzel yolunu duyurmak için savaşmaktan bir ân geri durmuyorlardı.

Devamlı genişleyip, teşkilâtlanan Osmanlı Devleti’nin meydana getirdiği tehlikeyi, huduttaki tekfurlarla halledemiyeceğini anlayan Bizans Kayseri ikinci Andronikos Poleologos, hassa kumandanlarından Musalon’u Osman Gâzî üzerine sefere gönderdi. Musalon kumandasındaki Bizans kuvvetlerinin mevcûdu ikibin idi. Osman Gâzî, Bizans kuvvetleriyle 700 (m. 1301)’de İznik’in kuzeydoğusundaki Koyunhisar Kalesi mevkiinde karşılaştı. 700 (m. 27 Temmuz 1301) târihinde yapılan Koyunhisar Muhârebesi’nde, Osman Gâzî muzaffer oldu. 701 (m. 1302) yılında Köprühisar Kalesi feth edildi. 702 (m. 1303)’de Yenişehir’in güneşbatısındaki Marmaracık Kalesi feth edilip, İznik şehrinin kuzeyindeki Katırlı Dağı eteğine kale yapıldı. Kaleye Taz Ali kumandasındaki yüz asker bırakılarak, İznik ablukaya alındı. 706 (m. 1306)’da Bursa tekfurunun idâresindeki müttefik Bizans tekfurlarına karşı sefer yapıldı. Osman Gâzî, müttefik Bizans tekfurlarının kuvvetini Dinboz’da mağlup etti. Kestel, Kete ve Ulubat kaleleri Osmanlıların eline geçti. 706’da Osmanlılar, ilk defa Ulubat tekfuruyla askerî andlaşma imzaladılar. Andlaşmaya göre; mülteci Kite tekfuru Osmanlılara iade edilecek, Osman Gâzî’nin neslinden hiç kimse de Ulubat köprüsünü geçmeyecekti. Andlaşmayı Osmanlılar hiç bozmadılar. Âl-i Osman neslinden hiç kimse o köprüden geçmedi. Hep kayıkla geçtiler.

Osman Gâzî’nin Osmanlı arazisini devamlı genişletmesi, Bizanslıları telâşa düşürdü. Bizanslılar, İlhanlılar ile akrabalık kurarak, Osmanlı taarruzlarından kurtulmak istediler. Bizans Kayseri, kızı Maria’yı İlhanlı hükümdârı Gazân Han’a nişanladı. Onun ölümüyle de, Olcaytu Han’a nişanlayıp, Bizans kalelerini Osman Gâzî’nin taarruzlarından kurtarıp, Osmanlı hakimiyetindeki arazilerin geri alınmasını ümîd etti. Osman Gâzî, Bizans Kayseri’nin ittifâk arayışı içindeki durumunda dahî gazâlarını sürdürdü. 707 (m. 1307)’de İznik kuşatılıp, Yalova’ya akın düzenlendi. Böylece Osmanlılar denize ulaştı. 708 (m. 1308)’de Marmara Denizi’ndeki İmralı Adası feth edilip, deniz üssüne sahip olundu. Bizans’ın Bursa ile deniz ulaşımı ve irtibâtı kontrol altına alındı, İznik civârındaki Koçhisar feth edildi. Osman Gâzî’nin 720 (m. 1320) yılında Rodos Adası’na deniz seferi tertiplediği de rivâyet edilir.

Osmanlılar’ın Bizans hududunda te’sis ettiği âdil idâre; tekfurların zulmünden, vergilerin ağırlığından bıkan Hıristiyan ahâliden başka, kumandanların da takdîrini kazanmıştı. Rumlar, Osman Gâzî’nin idâresine sığınmaya başladılar. 713 (m. 1313)’de Harmankaya tekfuru Köse Mihal de Osman Gâzî’nin ma’iyetine girip, müslüman oldu. Köse Mihal Gâzî adını alarak, pekçok muharebeye katıldı. Osmanlı Devleti’ne çok hizmeti geçti. Rivâyete göre, Köse Mihal Bey’in müslüman oluşu şöyle oldu: Osman Gâzî, vaktiyle onu esîr almış ve Köse Mihal Bey’in yiğitlik ve mertliğinden ötürü serbest bırakmış, onunla dost olmuştu. Bursa kuşatıldıktan sonra yapılan istişârede, çevredeki Bizans tekfurlarının temizlenmesi kararı alındı. Osman Gâzî, ilk önce Harmankaya tekfuru Köse Mihal’i İslama da’vet etmeye karar verdi. Adam gönderip; “Derhâl sefere çıkılacak, hemen gelsin!” dedi. Köse Mihal sefer hazırlıklarını tamamlayıp, hemen geldi. Huzûra çıkıp el öptü. Îmân etmek istediğini söyleyip; “Hân’ım, bana müslümanlığı öğretin. Hazret-i Peygamberi (s.a.v.) rü’yâda gördüm. Bana îmân etmemi buyurdu” dedi. Osman Gâzî’nin telkini ile Kelime-i şehâdet söyleyip, müslüman oldu. Beyler ve paşalar buna çok sevindiler.

Marmara sahilinden Karadeniz istikâmetine gazâ akınlarına devam eden Osmanlılar, 713 (m. 1313)’de Akhisar, Geyve, Lüblüce, Lefke (Osmaneli), Hisarcık, Tekfurpınarı, Yenikale, Karagöz ve Yanıkçahisar kalelerini feth ettiler. Bursa, Osmanlı arazisi ortasında bırakıldı. Bursa ablukaya alınıp, Kaplıca ve Uludağ istikâmetlerine iki kale yapıldı. Kaplıca istikâmetindekinin kumandanlığına Osman Gâzî’nin yeğenlerinden Aktimur, Uludağ tarafındakine, Balaban ta’yin edilip, kalelere kumandanlarının isimleri verildi. Bursa kuşatmaya alındı. Moğol istilâsından Batı Anadolu’ya gelip, Kütahya’ya yerleşen Çavdarlı Aşîreti’nin Osmanlı’ya düşmanca hareketleri, Osman Gâzî’nin oğlu Orhan Gâzî tarafından durduruldu. Oymahisar’da yapılan muharebede, Çavdaroğlu esîr edilip, aşiretin saldırganları cezalandırıldı. 717 (m. 1317) yılında Orhan Gâzî ve kumandanlarından Konur Alp, Sakarya ve Karadeniz istikametindeki Kuratekin, Ebesuyu, Karacebeş, Tuzpazarı, Kapucuk ve Keresteci kalelerini fethedip, bu mevkileri Osmanlı hâkimiyetine aldılar. Gazilerden Akça Koca, Sakarya nehrinin batısından İznik kalesine kadar olan mevkıyi fethetti. Buralara, adına izafeten Kocaeli denildi. Osman Gâzî’nin gençliğinden beri, Rum ve düşman tecâvüzlerine karşı askerî hazırlığı ve mücâdelesi, devlet kurarken idâri ve siyâsî faaliyetleri, onu altmış yaşından i’tibâren iyice yormaya başladı. Romatizmadan da muzdaripti. Gazâ akınlarıyla yetişip, yiğitliği, cesâreti, bilgisi ve İslâm Dîni’ne sadâkati ile düşmanlarını korkutan, müslümanların takdîrini kazanan oğlunun idâre tarzını sağlığında görebilmek için, son yıllardaki fetih hareketlerinde, siyâsî hâdiselerde Orhan Gâzî’yi vazîfelendirdi. Osman Gâzî, oğlu Orhan Gâzî’yi 721 (m. 1321)’de Mudanya, Kara Timurtaş Bey’i de Gemlik seferine gönderdi. Mudanya fethedilip, Bursa ablukası daha da kuvvetlendirildi. Onsekiz ay devam eden ilk Osmanlı akınında, Trakya ve Makedonya sahillerinde ki Bizans şehirlerinden pekçok ganîmet alındı. Bu Trakya akınında, bölge Osmanlılar tarafından tanınıp, keşif yapıldı. Bizans iktisadî buhrana uğratıldı.

Osman Gâzî hayattayken, oğlu Orhan Gâzî ve kumandanlar gazâ akınlarına devam edip, Osmanlı arazisini devamlı genişlettiler. 723 (m. 1323)’de Akyazı, Ayanköy, 724 (m. 1324)’de Karamürsel 725 (m. 1325)’de Orhâneli denilen Atranos fethedildi. Osman Gâzî, 714) yılından beri çevresini ablukaya alıp, kuşatma hâlinde tuttuğu Bursa’nın fethini görmek istiyordu. Orhan Gâzî, 726 (m. 6 Nisan 1326) târihinde Bursa’yı fethedip, Osman Gâzî’nin ve müslümanların arzusunu yerine getirdi. Gazilerin akınları neticesinde; Bolu, Kandıra, Ermenipazarı ve Devehisarı feth edildi. Bursa dâhil, bütün fethedilen bölgeler i’mâr olunarak, sahipsiz evler gazilere dağıtıldı. Osmanlı teşkilât ve müesseseleri kuruldu. Hıristiyan ahâliden Osmanlı ülkesinde oturanlara İslâm dininin gayr-i müslimler ile alâkalı hukuku tatbik edilerek, vergilendirildiler.

Osman Gâzî, vefâtından önce; devletin idâresini oğlu Orhan Gâzî’ye verdi. Kendisi Söğüt’te ikâmet etti. Vefâtından bir sene önce 725 (m. 1325) senesinde, kendisini ziyâret eden oğlu Orhan Gâzî’ye şöyle nasihat etti:

“Oğul! Önce din işlerini herşeyden evvel ele alıp yürütmek gayret ve esâsını dâima gözönünde bulundur ve bu esâsı sakın gevşekliğe uğratma. Çünkü, bir farzın yerine getirilmesini sağlamak, din ve devletin kuvvetlenmesine sebep olur.

Din gayretine sahip olmayan, sefâhate düşkün olan tecrübe edilmemiş kimselere devlet işlerini verme! Zira, yaradanından korkmayan, bir kimse, yaratıklardan da çekinmez.

Zulümden ve hangisi olursa olsun bid’atden, ya’nî İslâmiyete aykırı olan şeylerden son derece uzak dur! Seni zulüm ve bid’ate teşvik edip sürükleyenleri, devletinden uzaklaştır ki, böyle kimseler seni yıkılışa sürüklemektedirler.

Allahü teâlânın rızâsı için devlet hizmetinde ömrünü tüketen sâdık devlet adamlarını dâima gözet Böyle kıymetli kimselerin vefâtından sonra, aile efradını koru, ihtiyâçlı olanların da ihtiyâçlarını karşıla, teb’andan hiç kimsenin malına-mülküne dokunma. Hak sahiplerine haklarını ver. Lâyık olanlara ihsân ve ikramlarda bulun ve ailelerini de gözet özellikle, devletin rûhu mesabesinde olan ve en büyük dayanağı bulunan asker taifesini güzelce idâre edip rahatlarını te’min eyle.

Devletin bedeninde kuvvet mesabesinde olan hakîkî âlimleri ve fazilet sahiplerini, edîb ve yazarları, san’at erbâbını gözetip koru. Onlara hürmet, ikram ve ihsânda bulun. Bir ülkede, olgun bir âlimin, bir ârifin, bir velînin bulunduğunu duyarsan, uygun ve lâyık bir usûl ve ifâde ile onu memlekete getirt. Onlara her türlü imkânı tanıyarak ülkene yerleştir ki, hükümetin süresince âlim ve ârifler, bilginler, memleketinde çoğalsın. Din ve devlet işleri nizâma oturup ilerlesin.

Sakın, orduya ve zenginliğe mağrur olma. Hakîkî âlim ve âriflere, bilginlere hürmet edip, sarayında onlara yer ver. Benim hâlimden ibret al ki, zayıf, güçsüz bir karınca misâli, hiç lâyık olmadığım hâlde buraya geldim ve Allahü teâlânın nice nice ihsânlarına ve inâyetlerine kavuştum. Sen de benim uyduğum ve uyguladığım nizâmı uygula. Muhammed aleyhisselâmın dînini, bu yüce dinin mensûplarını ve itaat eden diğer teb’anı himâye eyle! Allahü teâlânın hakkını ve kullarının hukukunu gözet. Dînimizin ta’yin ettiği Beyt-ül-mâl’deki gelirin ile kanâat eyle! Devletin zarurî ihtiyâçları dışında sarfiyatta bulunmaktan son derece sakın! Senden sonra geleceklere de aynı nasihatlerde bulun ve iyice tenbîh eyle. Dâima adâlet ve insaf üzere bulun. Zulme meydan verme. Herhangi bir işe başlayacağın zaman, Allahü teâlânın yardımına sığın. Teb’anı düşmanların ve zâlimlerin saldırılarından koru. Haksız olarak hiç kimseye muâmelede bulunma! Dâima halkını hoşnut edecek şeyleri arayıp, yapılmasını sağla. Onların gönlünü kazanmağı, bunun devamını ve artmasını büyük ni’met bil! Teb’anın sana olan güveninin sarsılmamasına son derece dikkat eyle.”

Osman Gâzî’nin hastalığı, Bursa’nın fethinden sonra arttı. Hocası Şeyh Edebâlî ve hanımı Bâlâ Hâtun’un vefâtıyla hastalığı daha da şiddetlendi. Vefât edeceği zaman, oğlu Orhan Bey’e yaptığı vasıyyetnamesi, Osman Gâzî’nin İslâmiyete olan sevgi ve saygısını, Türk milletinin rahat ve huzûrunu ne kadar çok düşündüğünü ve insan haklarına olan gönülden bağlılığını açıkça göstermektedir. O vasıyyetname şöyledir:

Âkıbet-i kâr budur herkese,
bâd-i fenâ pîr ve civana ese.

Azmi-bekâ eylersem ben bu dem,
devlet-ü ikbâl ile ol muhterem!

Çünki, senin gibi halef koymuşam,
rıhlet edersem bu cihandan ne gam.

Lîk vasıyyet ederim gûş kıl!
Gayr-ı gâm-ı denî ferâmûş kıl!

Dilerim ey sâhib-i ikbâl câh!
İtmeyesin cânib-i zulme nigâh!

Adl ile bu âlemi âbâd kıl!
Resm-i cihâd ile beni şad kıl!

Râh-ı cihâd içre edip ictihâd,
memleket-i Rûmda kıl adl-ü dâd!

Eyle ri’âyet ulemâya temam.
Tâ ki bula, emr-i şerî’at nizâm!

Her nerede işidesin ehl-i ilim.
Göster ona rağbet-i ikbâl ve hilm!

Asker ve mal ile gurûr eyleme!
Şer-i şerîf ehlini dur eyleme!

Şer’dir mâyeşi şâhî ve bes!
Şer’a muhalif işe etme heves!

Matlabımız dîn-i Hudâdır bizim!
Mesleğimiz râh-ı Hudâdır bizim.

Yoksa, kuru mihnet ve gavga değil,
şâh-ı cihan olmağa da’vâ değil!

Nusret-i din oldu çü maksad bana,
maksadıma kasd yaraşır sana!

Âleme in’âmını âm ide-gör,
Memleket emrini temam ide-gör!

Hıfz-ı re’âyâya çalış rûz-ü şeb!
Tâ ki karin ola sana lutf-i Rab!

Vasıyyetnamenin özü şöyledir: “Allahü teâlânın emirlerine muhalif bir iş eylemeyesin! Bilmediğini şerî’at ulemâsından sorup anlayasın, iyice bilmeyince bir işe başlamayasınl Sana itaat edenleri hoş tutasın! Askerine in’âmı, ihsânı eksik etmiyesin ki, insan ihsânın kulcağızıdır. Zâlim olma!

Âlemi adâletle şenlendir ve Allah için cihâdı terk etmiyerek beni şad et! Ulemâya ri’âyet eyle ki, şerî’at işleri nizâm bulsun! Nerede bir ilim ehli duyarsan, ona rağbet, ikbâl ve hilm göster! Askerine ve malına gurûr getirip, şerî’at ehlinden uzaklaşma. Bizim mesleğimiz Allah yoludur. Ve maksadımız, Allahın dînini yaymaktır. Yoksa, kuru gavga ve cihangirlik da’vâsı değildir. Sana da bunlar yaraşır. Dâima herkese ihsânda bulun! Memleket işlerini noksansız gör! Hepinizi Allahü teâlâya emânet ediyorum!”

Osmanlı sultanları, bu vasıyyetnameye candan sarılmışlar, devletin altıyüz sene hiç değişmeyen anayasası yapmışlardır.

Osmanlı sultanları ilmi teşvik etmeyi, memleketlere sahip olmaktan aşağı tutmadılar. Kemâl sahibi ilim erbâbını dâima takdîr edip onlara rağbet ettiler. Hattâ, bunları diğer devlet erkânına takdim eylediler. Devletin hâl ve mesleği îcâbı olarak, en evvel ve en ziyâde rağbet ve teşvike mazhar olan Arabî ve şer’î ilimlerdi. Pâdişâhlar, savaşta ve barışta, kânunların düzenlenmesinde, dinimizin bildirdiği hükümlere sâdık kalmakla yükselip kuvvetlendiler. Bütün işlerinde âlimlerle istişâre eylediler. Devlet nizâmlarının hazırlanmasını, düzenlenmesini ve teftişini onlara havale eylediler, idâri mes’ûliyetlere onları da ortak eylediler. Bunun için Osmanlı Devleti’nde ulemâ sınıfı, hürmetli bir mevkideydi. Bu yüzden korkutmağa dayanmaktan çok, adâleti yerleştiren kânunlar yapıldı.

Osman Gâzî, 726 (m. 1 Ağustos 1326) senesinde Söğüt’te vefât edip, Bursa’daki Gümüşlü Kümbet’e defnedildi. Yerine oğlu Orhan Bey, Osmanlı sultânı oldu. Osman Gâzî’nin, Orhan Bey’den başka; Alâeddîn Bey, Çoban Bey, Hâmid Bey, Melik Bey, Pazarlu Bey adlarında birkaç oğlu ve Fatıma Hâtun adında bir kızı vardı. Osman Gâzî’nin eşsiz siyâseti ve Orhan Gazi’nin üstün kabiliyet ve meziyetleri sayesinde, Orhan Bey i’tirâzsız devletin başına geçti. Kardeşleri onun hizmetinde çalışmaktan zevk aldılar. Onun Allahü teâlânın rızâsı için yaptığı cihâddan pay almaya gayret ettiler.

Osman Gâzî, sâlih bir müslüman olup, İslâm ahlâkının iyi ve güzel vasıflarına sahipti. Az sayıdaki aşiret kuvvetleriyle, Bizans ordusunu ve tekfurlarını üst üste mağlup edip, zaferler kazanan üstün bir kumandandı. Dörtyüz çadırla, dünyânın en uzun ömürlü hânedanını ve en büyük devletlerinden birini kurdu. Osman Gâzî, kurduğu hânedanla; üç kıt’a, yedi iklim, her çeşit; ırk, dil, din, mezheb, fikir, kültür ve medeniyetteki insanı bünyesinde “Osmanlı” adı altında toplayan, Kur’ân-ı kerîm, hadîs-i şerîf ve İslâm âlimlerince öğülen ma’nevî hizmetlerin mirasçısı bir idârecilik vasfının hicri sekizinci asırdan, hicri ondördüncü asra kadar nesilden nesile intikâlcisidir. Osmanlı Devleti, dînî mes’elelerini, kuruluşundan i’tibâren Hanefî mezhebi hükümlerince halletti. Kaza merkezlerine, şehirlere ta’yin edilen kadılar, Hanefî mezhebine göre karar verirlerdi. Osman Gâzî zamanında askeri teşkilât Oğuz töresine göre olup, aşiret kuvvetlerine dayanıyordu.

Tarihçilerin Osman Gâzî ve kurduğu devlet hakkındaki ortak fikirleri şöyle özetlenebilir:

Türk ve İslâm târihinin en muhteşem devri Osmanlıların eseridir. Onlar, millî ve İslâmî mefkûrelerinin dâhiyane terkibi, siyâsi istikrâr ve sosyal adâletleri sayesinde üç kıt’anın ortasında ve Akdeniz havzasında, beşer târihinde nizâm-ı âlem da’vâsının en kudretli temsilcileri olmuşlardır.

Osmanlı Hânedanı, dünyâda hiçbir aileye nasîb olmayan büyük ve dahî pâdişâhları bir biri ardından yetiştirmekle, bu devlete yalnız en büyük hayatiyeti bahşetmedi; onu, millî, İslâmî ve insanî idealler çerçevesinde milletin kalbini kazanarak cihan hâkimiyeti düşüncesinin de en sağlam bir teşkilâtı hâline getirdi. İslâm dîninin, beşeriyeti saadete, adâlete ve insanlığa eriştirmek için ilân ettiği yüksek esaslar ve dünyâ nizâmı mefkûresi, Eshâb-ı Kirâmdan sonra en ileri derecesine Osmanlı devrinde ulaşmıştır.

Osmanlı Devleti, kavimler, dinler ve mezhebler arasında sağlam bir ahenk, halk kitleleri arasında hiçbir fark ve tezada müsâade etmemekle, dünyâ târihinde milletlerarası en kudretli ve cihanşümûl bir siyâsî varlık teşkil etti. Osmanlı Devleti ve sultanlarının da’vâları da, kendi ta’birleri ile “Nizâm-ı âlem” üzerinde toplanıyor, koca devletin hikmet-i vücûdu ve cihâdı da, bu millî, İslâmî ve insanî esaslara bağlı bulunan bir cihan hâkimiyeti düşüncesine dayanıyordu. Bu düşünce, gerçekten Türk-İslâm târihinde en yüksek derecesini bulmuş ve müstesna bir kudret kazanmıştı. Bu büyük siyâsî varlık, eski ve yeni devletlerden farklı olarak, ne dışta istilâ tehditlerine ve ne de içeride çeşitli ırk, din, mezheb mensûpları ve grupların huzûrsuzluk endişelerine ma’rûz bulunmuyordu.

¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾

1) Tâc-üt-tevârih

2) Âşıkpaşa-zâde Târihi

3) Neşrî Târihi

4) Ed-Devlet-ül-Osmâniyye (Seyyid Ahmed bin Zeynî Dahlân), İstanbul 1986, cild-2, sh. 110

5) Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye sh. 1056

6) Eshâb-ı Kirâm sh. 369

7) Münşeât-ı selâtîn, (Feridun Bey), cild-1, sh. 64