MUHAMMED BİN YA’KÛB (Nasiruddîn bin Ya’kûb)

Haleb ve Şam’da yetişen âlimlerden. İsmi, Muhammed bin Ya’kûb bin Abdülkerîm bin Ebi’l-Me’âlî el-Halebî ed-Dımeşkî’dir. Kendi lakabı Nâsiruddîn, babasının lakabı da Sâhib Şerefüddîn idi. Önceleri İbn-i Sâhib diye tanınırdı. Sonra, Nâsıruddîn bin Ya’kûb adı ile meşhûr oldu. Kaynak eserlerde, 700 (m. 1300) senesinden sonra doğduğu bildirilmektedir. Küçük yaşta ilimle meşgûl olmaya başladı. Kur’ân-ı kerîmin kırâatini (okunuşunu) Tâc-ür-Rümî’den öğrendi. “Tenbîh” ve “Muhtasar-ı İbn-i Hâcib” ve “Hâcibiyye” kitaplarını ezberledi. O ayrıca, İbn-i İmâm el-Meşhed, İbn-i Hatîb Cibrîn ve Esîr-ül-Ebherî gibi âlimlerden de ilim tahsil etti. İbn-i Zemlikânî, ona fetvâ vermek husûsunda izin vermişti. Haleb’de kadılık yaptı ve buradaki Nûriyye ve Esediyye medreselerinde ders verdi. Tıb ilmine dâir yazılmış olan “Kânun” kitabı ile, me’ânî ve beyân ilimlerine âit birçok kitabı yanından ayırmazdı. İlk defa Haleb emîrinin sarayında yazı işleri kâtibliğine ta’yin edildi. Sonra, devlet işleri ile ilgili yazıların ilk defa okunup incelenmesi görevine getirildi Emîr Ergûn, ona çok yakınlık gösterir, hürmet ve saygıda kusur etmezdi. 739 (m. 1339) senesinde, Şihâbüddîn bin Kutb’dan boşalan, Haleb’de sır kâtibliğine getirildi. 740 (m. 1347) senesinde de Dımeşk’da, sır (gizli yazı) kâtibliğine ta’yin edildi. Ayrıca orada Şâmiteyn Medresesi’nde ders okuttu. Medresenin ve müderrislerin idâresi vazîfesi kendisine verildi. Çok çabuk şiir yazardı ve çok güzel hattı (yazısı) vardı. Haleb’de çok uzun süre, Esediyye’de ders verme işlerinden ayrılmadı. Daha sonra Dımeşk’da kadıasker olarak ta’yin edildi ve vefâtına kadar buradan ayrılmadı. 763 (m. 1362) senesi Zilka’de ayında vefât etti. Nâsıruddîn bin Ya’kûb, çeşitli âlimlerin yazdığı kıymetli kitaplardan çoğunu te’min etmişti Fahreddîn İbni Hatîb Cibrîn ile “Keşşâf tefsîrini beraber okudular. Tûsî’nin “Tezkire” sinin yarısına kadarını Ebherî’den okudu. Talhâ’dan nahiv ilmini öğrendi.

Sadefî diyor ki: “O, zamanın en gayretli, çalışkan, akıllı ve ilimde çınar ağacı gibi yüksek ve sağlam olan âlimlerden idi. Emîrlerin, vâlilerin, ordu kumandanlarının ve âlimlerin yanında çok i’tibâr görür, onlar tarafından çok medhedilir, övülürdü. Sakin bir hâli ve herkes tarafından sevilen, beğenilen bir ahlâkı vardı. Kimseye sevmediği birşey ile muâmele etmezdi. O bir defasında; “Ben, Allahü teâlâ ve Resûlü, Sultan ve Emîr ile Kâdı’l-kudât adına iş görüyorum” demişti. Çünkü, insanların suâllerine fetvâ verip, onların dindeki hükmünü bildirmek, Allah ve Resûlü adına iş görmektir. Sır kâtipliği yaptığı için Sultanın ve Emîrin adına iş görmekteydi. Onun elinde kadı efendinin mührü de vardı. Uzun zaman bu işlerine devam etti. Bu kadar hasletler, ondan başka kimseler de bir araya gelememiştir.”

¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾

1) Ed-Dürer-ül-kâmine cild-4, sh. 287, 288, 289