Şafiî mezhebi fıkıh âlimlerinden. İsmi Muhammed bin Halef bin Kâmil bin Atâullah’dır. Künyesi Ebû Abdullah olup, Şemseddîn lakabı ile tanınırdı. 716 (m. 1316) senesinde Gazze’de doğdu, ilim öğrenmek için Dımeşk’a geldi ve uzun müddet orada kalıp, ilimle meşgûl oldu. Sonra Hama kadısı Şerefüddîn el-Bârizî’nin yanına geldi. Ondan fıkıh ilmini öğrendi. Ayrıca o, fetvâ vermek için kendisine izin verdi. Sonra büyük bir âlim olarak Şam’a döndü.
739 (m. 1338) senesinin başlarından i’tibâren, Tâcüddîn-i Sübkî ile ilmî sohbetlerde bulunmaya başladı ve vefâtına kadar onunla arkadaşlık yaptı. Ebü’l-Hasen el-Bendanîcî’den ve Şemseddîn İbni Nakîb’den hadîs-i şerîf dinledi. Fıkıh ilminde çok yükseldi. Zamanının âlimleri arasında, Şafiî mezhebinin fıkıh bilgilerini ondan daha çok ezbere bilen yoktu. İbn-i Râfiî’ye gelip, onun “Matlab” adındaki kitabını huzûrunda mütâlâa ederdi. Bununla beraber, usûl-i fıkıh, nahiv ve hadîs ilimlerinde de pek mahirdi. Kâdı Celâleddîn’in meânî ve beyân ilimlerine dâir yazdığı “Telhis” kitabını ezberlemişti. Kendisi de çok kıymetli eserler yazdı. Fetvâ verir ve ders okuturdu. Beş cildlik “Meydân-ül-fürsân” adındaki kitabı meşhûrdur. Ayrıca onun İbn-i Râfi’î’nin eserine yaptığı ilâveleri kıymetli olup, “Ziyâdât-ül-matlab” adını vermiştir. 770 (m. 1368) senesi Receb ayında, Dımeşk’da vefât etti.
Çok güzel Kur’ân-ı kerîm okurdu ve çok ibâdet ederdi. Geceleri uyumaz, sabaha kadar ibâdet eder ve Kur’ân-ı kerîm okurdu. Dünyâya düşkün olanlarla bir yerde oturup kalkmazdı. Uzun zaman Dımeşk’da Kâdı Tâcüddîn-i Sübkî’ye hâkimlik işlerinde yardımcılık yaptı.
Tâcüddîn-i Sübkî, “Tabakât-üş-Şâfiiyye” adındaki eserinde diyor ki: “Şam’da kadı iken, onu kendime yardımcı seçtim. Takviyye Medresesi’ndeki derslere de devam etti. Ona orada bir ev tahsis ettim. Sonra Nâsırıyye Medresesi’nde ders okuttu. Takıyyüddîn Sübkî onu çok severdi. O da, onun derslerinde hazır bulunur ve sözlerini dinlerdi. Benden, birçok defalar onun huzûrunda birşeyler okuması için izin istedi. Bu husûsta her kolaylığı te’min ettim. Fakat biz onunla beraber 743 veya 744 senesinin kış gecelerinde Dâr-ül-hadîs-il-Eşrefiyye Medresesi’nde İbn-i Râfi’î’nin eserini mütâlâa ederdik. Şemseddîn-i Gazzî ve Tacüddîn-i Merrâkûşî hep beraberdik. Babam dersinden çıktıktan sonra bizimle otururdu. Ba’zan, benim kırâatimi, başka zaman da onun kırâatini dinlerdi. Böylece Şemseddîn-i Gazzî de ondan ilim öğrendi. O, Âdiliyye-i Sugrâ Medresesi’ndeki evinde oturur ve müderrisin yardımcılığını yapardı. Medresenin müderrisi Şeyh Cemâleddîn bin Kâdı Zebedânî, bu evi ona geçici olarak vermişti. Senelerce orada oturdu. Vefâtının ertesi günü Kâsiyûn tepesindeki türbeye defn edildi, ölümüne herkes müteessir olup, çok göz yaşı döktüler. Çünkü o, Dımeşk’da ondört seneye yakın insanlar arasında adâletle hüküm vermişti. Kimseyi incittiği gücendirdiği bilinmiyordu. Güzel ahlâk sahibiydi. Takvâdan ayrılmazdı. Fakirleri çok sever devamlı onlara yardım ederdi”
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Tabakât-üş-Şâfiiyye cild-9, sh. 155
2) Şezerât-üz-zeheb cild-6, sh. 218
3) Ed-Dürer-ül-kâmine cild-3, sh. 433
4) El-A’lâm cild-6, sh. 115
5) Mu’cem-ül-müellifîn cild-9, sh. 285