Evliyânın büyüklerinden, fıkıh ve kırâat âlimi. İsmi, Muhammed bin Abdullah bin Ebü’l-Mecd İbrâhim el-Mürşidî olup, künyesi Ebû Abdullah’dır. 738 (m. 1337) senesi Ramazân-ı şerîf ayında Münye’de vefât etti. Cenâze namazı çok kalabalık oldu.
Muhammed el-Mürşidî, fıkıh ilmini Ziya bin Abdürrahîm’den, kırâat ilmini et-Takî es-Sâig’den öğrendi. Şafiî mezhebinde olan Muhammed el-Mürşidî, zühd ve takvâ sahibi idi. Ebû Abdullah el-Mürşidî’nin çok kerâmetleri görüldü. Münye’deki Benî Mürşid dergâhına çekilip, orada ibâdetle meşgûl oldu. Ziyâretine gelenlere bizzat hizmet edip, yemek ikram ederdi. Gelen az olsun, çok olsun, kimin hatırından hangi yemek geçti ise getirip önlerine koyardı. Dergâhındaki mutfağına kendisinden başka kimse girmezdi. Hizmet ve ikramı karşılığında kimseden birşey kabûl etmezdi.
Zehebî onun hakkında; “Muhammed el-Mürşidî, hâller ve kerâmetler sahibi idi. Misâfirlerine yemek ikram eder, canları ne istedi ise hemen getirirdi. Bu hizmeti kendisi yapardı. Kimseden birşey kabûl etmezdi. İ’tikâdı sağlam ve çok ibâdet ederdi” demektedir.
İbn-i Fadlullah onun hakkında: “Muhammed el-Mürşidî, sâlih, takvâ sahibi olup, şafiî mezhebi fıkhını iyi bilirdi. Yazmaksızın, sözle fetvâlar verdi” demektedir.
İbn-i Battûta şöyle anlatır: “İskenderiyye’ye uğradığımda, Muhammed el-Mürşidî’nin ziyâretine gittim. Dergâhına selâm verip girdim. Beni kucakladı. Daha sonra namaz vakti gelince, beni öne geçirip İmâm yaptı. Misâfir gelenlerden birini İmâm yapmak âdeti imiş. Yatma vakti geldiğinde, bana dergâhın damına çıkıp orada uyumamı tenbîh etti. Dama çıkıp orada uyudum. Rü’yâmda, kanatlanıp, kıble istikâmetine doğru uçtuğumu gördüm. Bu rü’yâ sebebiyle hayrete düştüm. Ebû Abdullah el-Mürşidî, sabah namazında beni tekrar imâm yaptı. Sonra da rü’yâmı şöyle ta’bir etti: “Sen hacca gideceksin, Resûl-i ekremin (s.a.v.) kabr-i şerîflerini ziyâret edip, Yemen, Irak, Horasan, Hindistan taraflarına gidip, uzun seneler oralarda kalacaksın. Dilşâr Hindî adlı kardeşin, seni ba’zı tehlikelerden koruyacak.” Daha sonra bana biraz azık ve para verip, beni yolcu etti. Aynen buyurduğu gibi oldu. Duâlarından çok istifâde ettim. O, sâlih, âbid (çok ibâdet eden) bir zât idi. İnsanlarla az görüşür ve onlara yemek ikram ederdi. Keşf ve kerâmet sahibi olup, evliyânın önde gelenlerinden idi. Münye’de Benî Mürşid Dergâhı’nda yaşadı. Kendisinin bir hizmetçisi yoktu. Kerâmetlerini ve üstünlüğünü işitenler, ziyâretine koştu. Devlet adamları, komutanlar ve halktan birçok kimse kâfileler hâlinde onu ziyâret için dergâhına geldiler. Hergün dergâhı dolup, taştı. Her birinin hatırından geçen yemeği, önüne getirip ikram etti. Mutfağına ondan başkası girmezdi.”
El-İmâm el-Münâvî şöyle anlatır: “Muhammed el-Mürşidî, Mısır’daki âlimlerin, velîlerin önderidir. Herkese iyilik eder, yemek yedirirdi. Kimseden birşey kabûl etmezdi. Bir gecede, misâfirleri için yüz dînâr kıymetinde lezzetli yemekler ikram etti. Hattâ peşi peşine üç gece, bin dînâr kıymetinde olan yemekler hazırladı. Kendisine nereden ve nasıl geldiği anlaşılmayan ve oralarda hiç olmayan yiyecek ve içeceklerle misâfirlerine ikramda bulunurdu. Onun kerâmetine inanmıyanlar, kendisini gördüklerinde, o fikirlerinden vazgeçip talebe oldular. Dergâhta namaz vakti girdiğinde, oraya gelenlerden tanımadığı birine ezan okumasını, diğerine İmâm olmasını, başkasına da va’z ve nasihat etmesini emrederdi. Yakışıklı, yüzü nurlu, heybetli, güzel ahlâk sahibi idi. Çok Kur’ân-ı kerîm okurdu. Hatırına geleni söyler, en küçük bir yanlış yapmazdı, İ’tikâdı düzgün olup, herkes tarafından hürmet ve saygı görürdü. Kendisinin söz ve hâlleri bir başkasında görülmedi.”
Hatîb Muhammed bin Merzûk et-Tilmsânî şöyle anlatır: “Babamın hocalarından birisi de, Muhammed el-Mürşidî idi. Bir yolculuğumuzda, ondokuz yaşında iken babam beni onun dergâhına götürdü. Cum’a günü idi. Pekçok âlim, fakîh, hatîb orada toplanmıştı. Namaz vakti yaklaşınca, âlimler birbirine bakıp kim öne geçecek diye bekleştiler. O esnada Ebû Abdullah el-Mürşidî, kaldığı odadan çıkıp, sağa ve sola baktı. Babamın arkasında olduğum hâlde, nazarı bana erişti ve; “Ey Muhammed yaklaş!” buyurdu. Beni alıp kendi odasına götürdü. Orada, farz, sünnet ve namaz ile ilgili ba’zı bilgilerden anlattı. Kalkıp güzel bir abdest aldım. Beraberce mescide çıktık. Bana minberi gösterip; “Ey Muhammed, şimdi minbere çık, insanlara hutbe oku, nasihat et” buyurdu. Ben heyecanla; “Orada ne söylenir bilmem” diye arzettiğimde, “Minbere çık” buyurup, hatîblerin hutbede eline alıp dayandıkları bir kılıç verdi. Müezzin ezanı bitirinceye kadar, ben kılıca dayalı olarak ne söyliyeceğimi düşünmeye başladım. Ezan bitince, bana yüksek bir sesle; “Ey Muhammed kalk! Besmele ile başla” buyurdu. Ayağa kalkıp Besmele okudum. Arkasından fasîh bir şekilde hutbe okumaya başladım. Daha önce bilmediğim, duymadığım şeyleri söyledim. Va’zımın te’sîri ile cemaat büyük bir huşû’ ve dikkat ile bana bakıyorlardı. Nihâyet, hutbemi tamamlayıp minberden indim. Ebû Abdullah el-Mürşidî bana yaklaşıp; “Çok güzel bir hutbe okudun. Tebrik ederim. Seni hutbe okumak ile vazîfelendirdim” buyurdu. Daha sonra oradan ayrılıp babamla hacca gittik. Babam Mekke’de kalarak, benim geri dönmemi ve Ebû Abdullah el-Mürşidî’ye uğrayıp duâsını almamı söyledi. Dönüşte Muhammed el-Mürşidî’nin huzûruna çıktım. O, babamı sordu. Ben de; “Efendim, size selâmı var. Ellerinizden öpüyor” dedim. Bana; “Yaklaş, şu hurma ağacına dayan, zîrâ Ebû Midyen Abdullah, onun yanında üç sene kaldı” buyurdu ve sonra özel odasına girdi. Bir müddet sonra dışarı çıktı ve bana oturmamı emretti. “Ey Muhammed! Biz senin babanı severiz. O, bizim kardeşlerimizdendir. Ancak sen. Ancak sen...” buyurdu. Onun bu sözünden, ehl-i dünyâ ile çok görüşüp bu sebeple zararda olduğumu anladım. Sonra bana; “Ey Muhammed! Şu anda babanın hasta olduğu vehmindesin. Hâlbuki baban sıhhat ve afiyettedir. O şimdi Resûlullahın (s.a.v.) minberi şerîflerinin sağ tarafındadır. Onun sağında Hâlil-ül-Mâlikî, solunda Mekke kadısı Ahmed bulunuyor. Memleketin Tilmsân’da da” deyip, yere bir dâire çizdi, etrâfında dönüp, “Allahü teâlâ orada, senin yakınlarını, akrabalarını tehlikeden korudu, himâye etti” dedikten sonra; “Yavrum, sen hatîblik yap. İleride Garbî Câmii’nde hatîblik yapacaksın. O câmi, İskenderiyye’nin en büyük câmisidir” buyurdu. Daha sonra yanıma, yiyecek, içecek koyup, beni yolcu etti. Daha sonra Tilmsân’da hısım ve akrabalarımın korunduğu haberini aldım. Muhammed el-Mürşidî, tasarrufu kuvvetli, bir zât idi. Onun duâsının bereketiyle, işlerimiz buyurduğu gibi oldu.”
Ebû Abdullah el-Mürşidî, birgün etrâftaki köylere haber gönderip, dergâha çağırdı. Köylülerin hepsi geldi. O, odasına girip uzun müddet kaldı. Gelenler ne olacağını merakla beklediler. Fakat o, odasından çıkmadı. Nihâyet merakla odasına girildiğinde, vefât etmiş olduğu görüldü. Hâlbuki odasına girerken hiçbir şeyi yoktu. Gelenler cenâzesini yıkayıp namazını kılıp, dergâhına defnettiler.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Tabakât-ül-evliyâ sh. 568
2) El-Vâfî bil-vefeyât cild-3, sh. 272
3) Ed-Dürer-ül-kâmine cild-3, sh. 462
4) Tabakât-üş-Şâfiiyye cild-9, sh. 154
5) Hüsn-ül-muhâdara cild-1, sh. 525
6) Şezerât-üz-zeheb cild-6, sh. 116
7) Mir’ât-ül-cinân cild-4, sh. 292
8) En-Nücûm-üz-zâhire cild-9, sh. 313
9) Câmi’u kerâmât-il-evliyâ cild-1, sh. 140
10) El-Bidâye ven-nihâye cild-14, sh. 179