Arab dili ve edebiyâtı âlimlerinden. İsmi Muhammed bin Mükerrem bin Ali bin Ahmed bin Ebü’l-Kâsım bin Menzûr el-Ensârî el-Ifrikî olup, künyesi Ebü’l-Fadl’dır. Lakabı Cemâlüddîn’dir. 630 (m. 1232) senesi Muharrem ayında Mısır’da doğdu. Trablusgarb’da doğduğunu söyleyenler de vardır. 711 (m. 1311) senesi Şa’bân ayında yine Mısır’da vefât etti.
İbn-i Menzûr hakkında kaynaklarda fazla bilgi verilmemektedir. İbn-i Mâkir, Yûsuf bin Mâhilî, Mürteza bin Hatim, Abdürrahmân bin Tufeyl ve daha birçok âlimden hadîs-i şerîf dinledi ve ilim öğrendi. Kendisinden ise; İmâm-ı Sübkî ve Zehebî hadîs-i şerîf dinlediler ve rivâyet ettiler.
İbn-i Menzûr, edebiyat ve lügat ilmiyle ilgili, daha önce yazılmış uzun kitapları kısalttı. Onun kısalttığı kitapların sayısının beşyüz cild olduğu söylenir. Bu sebeble ona “İbn-i kütüb” (Kitapların oğlu) derlerdi.
Safdî onun hakkında; “Edebiyâtla ilgili ne kadar uzun kitap varsa hepsini kısalttı” demektedir.
İbn-i Menzûr, Trablus kadılığında bulundu. Daha sonra Mısır’a döndü. Âlimler topluluğunun reîsi idi. Edebiyat ilminde çok bilgi sahibi idi. Çok güzel yazı yazardı. Nahiv, lügat ve târih ilimlerinde mahir idi.
İbn-i Menzûr’un yazmış olduğu eserlerin ekserisi, edebiyat ve lügat ilmi ile ilgilidir. Eserlerinden ba’zıları şunlardır: 1- Lisân-ül-Arab: Arabca yazılmış en büyük ve kıymetli lügat kitaplarından biridir. Bu kitabını yazarken “Tehzîb,” “Muhkem”, “Sihâh” ve Sihâh’ın haşiyelerinden, ayrıca Cemhere ve Nihâye kitaplarından istifâde etmiştir. Bu eser Mısır’da yirmi cild olarak basılmıştır. 2-Muhtasar-ül-Egâni: Matbû’ olup, oniki cilddir. 3- Muhtasaru Müfredât-ı İbn-i Baytar, 4- Sürûr-un-nefs bi-medârik-il-havvâs-il-hams (iki cild), 5- Letâif-üz-zahire, 6- Muhtasaru Târîh-i Dımeşk li-İbn-i Asâkir, 7- Muhtasaru Târîh-i Bağdâd lis-Sem’ânî, 8- İhtisaru kitâb-il-Hayvân lil-Câhız, 9- Ahbâru Ebî Nüvâs, 10- El-Müntehab vel-Muhtâr fin-nevâdiri vel-eş’âr, 11- Tehzîb-ül-havvâs min dürret-il-gavvâs, 12-Zeylü alâ târihi İbn-i Neccâr, 13- Nisâr-ül-ezhâr fil-leyli ven-Nehâr.
Lisân-ül-Arab’dan ba’zı bölümler:
İslâm ve İstislâm: İnkiyâd, boyun eğmek demektir. Dindeki İslâmın ma’nâsı: Boyun eğmek ve İslâm dînini açıklamak ve Resûlullahın (s.a.v.) Allahü teâlâdan getirdiklerini kabûl etmektir. Sa’lebî bu husûsta ne güzel söylemiştir: “İslâm dil ile, imân kalb iledir.”
Tehzib kitabında, İslâm hakkında Ebû Bekr Muhammed bin Beşşâr şöyle demektedir: “Falanca müslümandır” denilince, bunda iki ma’nâ vardır. Birisi; Allahü teâlânın emrini istislâm eden (boyun eğen), diğeri; ibâdeti sırf Allah için yapan demektir.
Resûlullah (s.a.v.) bir hadîs-i şerîfte; “Müslüman, müslümanların onun dilinden ve elinden emîn olduğu kimsedir” buyuruyor. Ezherî, bu hadîs-i şerîfin ma’nâsı hakkında şöyle demektedir: “Mü’min, selâmet kapısına girmiştir. Mü’minler de onun kötülüğünden korunmuşlardır.”
Diğer bir hadîs-i şerîfte; “Müslüman, müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez ve onu düşmana teslim etmez” buyuruluyor.
Resûlullah (s.a.v.) birgün; “Herkesin bir şeytanı vardır” buyurunca, Eshâb-ı Kirâm; “Senin de var mı yâ Resûlallah?” diye sordular. O da; “Evet! Fakat Allahü teâlâ, ona karşı bana yardım etti. O müslüman oldu” buyurdu. Bir rivâyete göre de; “Allahü teâlâ, benimle beraber olan şeytan müslüman oluncaya kadar bana yardım etti” buyurdu. Ya’nî şeytan boyun eğip, bana vesvese vermekten vazgeçinceye kadar, Allahü teâlâ bana yardım etti.
İslâm: Resûlullahın (s.a.v.) getirdiklerini kabûl etmektir. Zâhiren bunu kabûl etmekle beraber, kalb ile de inanılır ve tasdik edilirse, buna îmân denir. Îmân, islâmın sıfatıdır. Eğer bir kimse zâhiren Resûlullahın bildirdiklerini kabûl eder görünür de, kalben bunlara inanmazsa, bu kimse zâhiren müslüman muâmelesi görür. Bu kimse, sadece dil ile müslümanım diyen kimsedir. Zîrâ, imân sâhibi kimsenin çok doğru olması lâzımdır. Çünkü îmân tasdiktir. Bu bakımdan mü’min, Resûlullah efendimizin bildirdiklerini zâhiren kabûl ettiği gibi, kalb ile de bunları tasdik edendir. Gerçek müslüman, Allah ve Resûlüne itaatini, inanarak izhâr edendir. Fakat inanmayıp, sâdece kendisine gelecek zararlardan korunmak için, müslümanmış gibi görünen, müslümanım diyen kimse, hakîkatte mü’min değildir. Ancak, zâhiren müslüman hükmündedir.
Sünnet: Dinde sünnet: Resûlullahın (s.a.v.) emrettiği ve nehyettiği, gerek sözle, gerekse fiille teşvik buyurduğu şeylerdir. Sünnet kelimesinin dinimizde üç ma’nâsı vardır. “Kitâb ve sünnet” birlikte söylenince, kitâb Kur’ân-ı kerîm, sünnet de hadîs-i şerîfler demektir. “Farz ve sünnet” denilince, farz, Allahü teâlânın emirleri, sünnet ise Peygamberimizin (s.a.v.) sünneti ya’nî emirleri demektir. “Sünnet” kelimesi yalnız olarak söylenince, bütün ahkâm-ı İslâmiyye demektir.
Bid’at: Arabca bir kelimedir. Önceden olmayıp, sonradan ortaya çıkarılan herşey demektir. Bu bakımdan, hem âdette, hem de ibâdette yapılan değişiklikler, reformlar bid’at olur. Peygamberimizin (s.a.v.) ve O’nun dört halifesi (r.anhüm) zamanlarında bulunmayıp da, dinde sonradan meydana çıkarılan, uydurulan inanışlar, sözler, işler, şekiller ve âdetler bid’attir. Bunların hepsini din diye, ibâdet diye uydurmak veya dînin önem verdiği şeyleri, dinden ayrıdır, din buna karışmaz demek bid’attir. Bid’atlerin bazıları küfürdür. Ba’zıları da büyük günahtır.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Fevât-ül-vefeyât cild-4, sh. 39
2) Şezerât-üz-zeheb cild-6, sh. 26
3) Ed-Dürer-ül-kâmine cild-4, sh. 262
4) El-Vâfî bil-vefeyât cild-5, sh. 54
5) Hüsn-ül-muhâdara cild-1, sh. 219
6) El-A’lâm cild-7, sh. 108
7) Miftâh-üs-se’âde cild-1, sh. 123
8) Bugyet-ül-vuât cild-1, sh. 248
9) Mu’cem-ül-müellifîn cild-12, sh. 46
10) Esmâ-ül-müellifîn cild-2, sh. 142
11) Nüket-ül-himyân sh. 27
12) Zerkeşî sh. 307
13) Bedr-üs-sâfir sh. 167
14) Brockelman Sup-2, sh. 14