Şafiî mezhebi fıkıh âlimi ismi, Ali bin Muhammed bin Abdülazîz bin Fütûh es-Sa’lebî olup, lakabı Tâcüddîn’dir. İbn-i Düreyhim veya İbn-i Ebil-Hayr diye bilinir. 712 (m. 1312) senesi Şa’bân ayında Musul’da doğdu. 762 (m. 1360) senesi Safer ayında Kûs’da vefât etti.
Ali bin ed-Düreyhim, kırâat ilmini Ebû Bekr bin Sencer el-Mûsulî’den, fıkıh ilmini Şeyh Nûreddîn Ali bin Şeyh-ül-Uyeyne’den öğrendi. El-Hâvî kitabını ve İbn-i Mu’tî’nin Elfiye kitabını ezberledi. Alâüddîn İbni Türkmânî ve Şemsüddîn el-İsfehânî’den ilim öğrendi. Nûreddîn el-Hemedânî’den Sahîh-i Buhârî’yi dinledi. Ebû Hayyân ve birçok âlime âit çok sayıda kitap okudu.
İbn-i Düreyhim daha küçük yaşta iken babası vefât etti. Geriye babasından çok mal kaldı. Yabancı kimseler onun malını gasb ettiler. O yetim olarak yetişti. Fakat çok çalıştı ve muvaffak oldu. Büyüdüğünde malının bir kısmını geriye verdiler. Kendisine verilen mal ile Dımeşk’a gitti. Oradan Kâhire’ye geçti. Allahü teâlâ orada ona çok mal ihsân etti. Oradan kendi memleketine geri döndü.
Bir ara İbn-i Düreyhim’in evi basılıp kitapları alındı. Şam’dan çıkarıldı. Oradan Mısır’a gitti. Elinden alınan malını ve kitaplarını kurtarmak için tekrar Dımeşk’a geri döndü. Bu sırada Şam’daki Emevî Câmii’nde müderrislik vazîfesi verildi. Daha sonra tekrar Mısır’a gitti. Mısır Sultânı Nasır onu elçi olarak Habeşistan’a gönderdi. Kûs şehrine vardığında hastalandı ve orada vefât etti.
İbn-i Düreyhim; fıkıh, hadîs, usûl-i fıkıh, kırâat, tefsîr, fen ilimlerinde ve vakıf konularında üstün derecelerde âlim idi. Hâfızası çok kuvvetli idi. Hitâbeti ve konuşması çok güzel olup, birçok eser yazdı.
İbn-i Düreyhim’in yazmış olduğu eserlerden ba’zıları şunlardır: 1- El-İnsâf bid-delîl fî evsâf-in-Nîl, 2- Selîm-ül-Hırâse fî ilm-il-firâse, 3-Iknâ-ül-hazzâk fî envâ-il-evfâk, 4-Bast-ül-fevâid fî hisâb-il-kavâid, 5-Tenâ-il-Münâzir fî merâî vel-münâzır, 6- Risâlet-üt-terâdî beyn-el-emr vel-kâdı, 7- İkâz-ül-Musîb fimâ fis-Satranc min-el-Menâsîb, 8- Kenz-üd-dürer fî Hurûfi evâil-is-süver, 9- Gâyet-ül-İ’câz fil-ehâci vel-elgâz, 10- Gâyet-ül-mugnam fil-ism-il-a’zam, 11- Menhec-üs-Savâb fî kubhi İstiktâbı ehl-il-kitâb, 12- El-Mübhem fî Hall-il-Mütercim, 13- Nef-ül-Cederi fil-cem’i beyne ehâdîs-il-Adevi.
Gâyet-ül-mugnam adlı eserinden ba’zı bölümler: İbn-i Düreyhim bu eserinde Allahü teâlâya hamd, Resûlüne (s.a.v.), âline ve Eshâbına salât-ü selâm ettikten sonra şöyle demektedir.
İsm-i a’zam, Allahü teâlânın kullarından gizlediği sırdır. Onu yarattıklarının en üstünü Resûlullah efendimize (s.a.v.) emânet etti. Onu, diğer ism-i şerîfleri arasında gizledi. Onu, Peygamberlerine (aleyhimüsselâm) zamanın diline göre indirdiği kitaplara koydu. Onu, Peygamberlerine ve evliyânın büyüklerine öğretti. Ehlinden başkası bilmemesi için, onu büyük bir sır yaptı. İsm-i a’zam ma’nevî ilimlerin en büyüklerindendir. Bu sebeple, İsm-i a’zam hakkında bildirilen hadîs-i şerîfleri kısa olarak toplamak istedim. Hadîs-i şerîflerden sonra âlimlerin bu husûstaki söylediklerini bildirdim. Sonra harflerin sırrından bahsettim. Bu kitabıma Gâyet-ül-mugnam fil-ism-il-a’zam ismini verdim. Allahü teâlâdan bu eserimi, sırf rızâsı için yazılmış bir eser kılmasını dilerim.
Âlimler, Allahü teâlânın isimlerinin ba’zısının ba’zısından üstün olduğunu söylemişlerdir.
İsm-i a’zamla ilgili, Resûlullah efendimizden bildirilen hadîs-i şerîfler Ebû Umâme’nin rivâyet ettiği hadîs-i şerîfte, Resûl-i ekrem (s.a.v.); “İsm-i a’zam, Kur’ân-ı kerîmde üç sûrededir. Bunlar; Bekâra, Âl-i İmrân ve Tâhâ sûreleridir.” buyurdu.
Esma binti Yezîd’in rivâyet ettiği hadîs-i şerîfte, Server-i âlem (s.a.v.); “İsm-i a’zam şu iki âyet-i kerîme arasındadır” buyurduktan sonra; “Sizin ilâhınız, (zâtında ve sıfatlarında asla benzeri bulunmayan) tek Allahdır. Ondan başka hiçbir ilâh yoktur. O, hem Rahmândır, hem Rahimdir” (Bekâra-163) ve “Allah (o Allahdır ki), kendinden başka hiçbir ilâh yoktur. (O) Hayy ve Kayyûmdur. O’nu ne bir uyuklama, ne de bir uyku tutabilir. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur. O’nun izni olmadan, nezdinde kim şefaat edebilir? O (yaratıkların) önlerindeki ve arkalarındaki gizli ve aşikâr herşeyi bilir. Mahlûkâtı, O’nun ilminden yalnız kendisinin dilediğinden başka hiçbir şey kavrayamazlar. O’nun kürsüsü, gökleri ve yeri kaplamıştır. Bunların (yerin ve göğün) koruyuculuğu O’na ağır da gelmez. O, çok yüce, çok büyüktür” (Bekâra-255) âyet-i kerîmelerini okudu.
Ebû Hüreyre’nin rivâyet ettiği hadîs-i şerîfte Resûlullah efendimiz (s.a.v.); “Allahü teâlânın doksandokuz ismi vardır. Bu isimleri her kim (tamamen) sayarsa, Cennete girer” buyurdu.
Yine Ebû Hüreyre’nin rivâyet ettiği hadîs-i şerîfte, Resûl-i ekrem (s.a.v.) buyurdu ki: “Dile hafif, fakat mizanda, ağır ve Rahmâna sevgili iki kelime vardır. (Bunlar) “Sübhânallahi ve bihamdihî, Sübhânallahilazîm”dir.”
Büreyde (r.a), birgün mescide Resûlullahın yanına girmişti. Bu sırada Resûl-i ekrem (s.a.v.), “Allahümme innî es’elüke bi ennî eşhedü enneke entellâh lâ ilahe illâ ente el-Ehad es-Samed ellezî lem yelid velem yûled velem yekûn lehû küfüven Ehad” diye duâ eden birisini görünce; “Nefsim Yed-i kudretinde olan Allahü teâlâya yemîn ederim ki, o şahıs Allahü teâlâdan onunla istenildiğinde verdiği ve onunla duâ edildiğinde kabûl ettiği Allahü teâlânın ism-i a’zamı ile duâ etti” buyurdu.
Ebüdderdâ (r.a) şöyle rivâyet etti: “Resûlullah (s.a.v.) bize ikindi namazını kıldırmıştı. Bu sırada oradan bir köpek geçti. Çok kısa bir müddet sonra köpek öldü. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.) bize dönüp; “Az önce köpeğe kim bedduâ etti?” buyurdu. Cemâatte bulunanlardan birisi; “O köpeğe ben bedduâ ettim yâ Resûlallah! Allahü teâlânın kendisiyle duâ edilince kabûl ettiği, onunla istenilince verdiği, ism-i şerîfi ile bedduâ ettim” dedi. Resûl-i ekrem (s.a.v.), “Keşke bütün ümmet-i Muhammed’in af ve mağfiret olması için duâ etseydin. Peki nasıl duâ ettin?” buyurdu. O zât da; “Allahümme innî es’elüke bienne lekelhamdü lâ ilâhe illâ ente elmennân bedî-üs-semâ vâti vel erdı yâ zelcelâli vel-ikrâm. Ükfünâ hâzelkelb bimâ şi’te” dedim köpek o anda öldü” dedi.
Hazreti Ali (r.a.) şöyle anlattı: “Resûl-i ekrem bana, bir sıkıntı ve güç bir durumla karşılaşınca, “La ilahe illallah el-Halîm el-Kerîm Sûbhânallahi ve tebârekallâhü Rabb-ül-arşilazîm vel-hamdü lillâhi Rabbilâlemîn” dememi emretti.”
Abdullah İbni Mes’ûd şöyle rivâyet etti: “Resûl-i ekrem, bir gam ve düşünce geldiği zaman, “Yâ Hayyü, yâ Kayyûm birahmetike estegîsü” demeyi emretti.
Ebû Hüreyre’nin (r.a.) rivâyet ettiği hadîs-i şerîfte, Server-i âlem (s.a.v.); “Kim, lâ havle velâ kuvvete illâ billah derse, doksandokuz derde deva olur. Bunların en aşağısı düşüncedir” buyurdu.
Sehl bin Hanîf şöyle rivâyet etti: “Birgün Resûl-i ekremin huzûrunda bulunuyordum. Bu sırada Resûlullahın (s.a.v.) yanına a’mâ birisi geldi. Resûl-i ekreme (s.a.v.) gözünün görmediğini arz etti ve “Yâ Resûlallah! Benim, yolumu gösterecek kimsem yok. Bu durum bana çok ağır ve zor gelmektedir” dedi. Bunun üzerine Server-i âlem; “Git güzelce abdest al. Sonra ta’dîl-i erkânına uygun iki rek’at namaz kıl! Sonra “Allahümme innî es’elüke ve eteveccehü ileyke bi Muhammedin sallallahü aleyhi ve sellem Nebiyy-ir-rahmeti yâ Muhammed eteveccehü bike ilâ Rabbî” de!” buyurdu. O zât da Resûl-i ekremin buyurduğu gibi yapınca, gözü görmeğe başladı.
Hâkim, “Müstedrek” adlı eserinde, Ebû Ca’fer Muhammed bin Ali’den şöyle nakletti: “Kimin kalbinde kasvet varsa, Yâsîn-i şerîfi za’feranla cama yazıp, içsin.”
Kuşeyrî şöyle anlattı: “Oğlum çok hastalanmıştı. Rü’yâmda Resûl-i ekremi (s.a.v.) gördüm. Bana; “Neyin var?” buyurunca, oğlumun hastalık durumunu arz ettim. O zaman bana, şifâ âyet-i kerîmelerini okumamı tavsiye etti. Ben de şifâ âyetlerini bilmediğimi arzettim. Sonra uyandım. Bir hatm-i şerîf okudum. Şifâ âyetlerine geldikçe onları topladım. Onlar Kur’ân-ı kerîmin altı sûresinde bulunuyordu. Onları bir kaba yazdım. Oğluma içirdiğim zaman, oğlumun hiçbir şey olmamış gibi ayağa kalktığını gördüm.
İhyâ-i ulûmiddîn kitabında İmâm-ı Gazâlî şöyle bildirdi: Cum’a namazından sonra, kim “Allahümme! Yâ Bâniyyü, yâ Hamîdü, yâ Mübdiü, yâ Muîd, yâ Vedûd egnini bi halâlike an harâmike ve bi tâatike an ma’siyyetike ve bi fadlike ammen sivâke” der ve buna da devam ederse, Allahü teâlâ onu başkasına muhtaç etmez. Onu, ummadığı yerden rızıklandırır.
Ka’b-ül-Ahbâr buyurdu ki: “Kim Cum’a gününde bulunur, iki ayrı şeyi sadaka olarak verir, sonra rükû’una ve huşû’una tam olarak riâyet ederek iki rek’at namaz kılar ve sonra “Allahümme innî es’elüke bismike Bismillâhirrahmânirrahim ve bismike ellezî lâ ilahe illâhû el-Hayyül Kayyûm lâ te’huzühü sinetün velâ nevm” diye duâ eder ve Allahü teâlâdan birşey isterse, Allahü teâlâ o isteğini ona verir.
İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfe (r.a.) İsm-i a’zamın “Allah” lafza-i celali olduğunu söylemiştir. Tasavvuf büyüklerinin ve âriflerin ekserisi bunu kabûl eder. Çünkü onlara göre, makam sahibini, sırf ismi ile zikrin fevkinde bir zikr yoktur. Nitekim Allahü teâlâ, Resûlüne En’âm sûresinin doksanbirinci âyet-i kerîmesinde meâlen şöyle buyuruyor: “Yahudiler, Allahın kadrini gereği gibi tanıyâmadılar. Çünkü; “Allah hiçbir insana, hiçbir şey indirmedi” dediler. (Vahyi ve kitâpları inkâr ettiler.) Onlara de ki, “Mûsâ’nın insanlara bir nûr ve hidayet olarak getirdiği ve sizin de parça parça kâğıtlar hâline koyup (işinize geleni) açıkladığınız; fakat çoğunu gizlediğiniz o kitabı kim indirdi? Sizin bilmediğiniz ve atalarınızın da bilmediği şeyler, size (Peygamber diliyle Kur’ân’da) öğretilmiştir. Ey Resûlüm, sen, Allah (o kitabı indirdi) de. Sonra onları bırak daldıkları batakta oynaya dursunlar.”
Âlimlerden bir cemaat bu husûsta İmâm-ı a’zama (r.a.) uymuştur, İmâm-ı a’zamın talebelerinden bir kısmı bunun için ba’zı delîller de getirmişlerdir. Bunlardan ba’zıları şunlardır:
1- Allahü teâlâ, Mûsâ aleyhisselâma; “Şüphesiz ki ben Allahım” diye hitâb buyurdu. Eğer Allahü teâlânın ondan daha büyük ismi olsa idi, onunla hitâb buyururdu.
2- Allah, lafza-i celâlinde bulunan husûsiyet, Allahü teâlânın diğer isimlerinde bulunmaz. Meselâ “Allah” lafza-i celâlinin evvelinde bulunan elif çıkarılınca “lillah” kalır. Bundan sonra bulunan lâ atılınca “lehü” kalır. Sonra lam da atılınca geriye “Hû (Hüve)” kalır. Bunların hepsi de Allahü teâlânın ismi şerîfine delâlet etmektedir.
3- “Allah” lafza-i celâli ile, Allahdan başkası isimlendirilmemiştir. Bu, meâlen; “Allah, bütün göklerle yerin ve aralarındakilerin Rabbidir. O hâlde, O’na ibâdet et ve O’na ibâdet etmekte sabret. Hiç sen Allahın ismini taşıyan başka birini bilirmisin?” Meryem sûresi altmışbeşinci âyet-i kerîmesinin te’villerinden birisidir.
4- “Allah” lafza-ı celâli tesniyye ve Cem’ (çoğul) olmaz.
5- “Allah” lafza-i celâline mahsûs olmak üzere “Yâ Allah” derken nidâ edatı olan ye harfi ile harfi ta’rîf olan elif ve lam harfleri birlikte gelmiştir. Bu durum Allahü teâlânın diğer ism-i şerîflerinde olmaz. Meselâ “Yâ er-Rahmân, yâ er-Rahîm” denmez. Fakat elif-lamsız olarak yâ Rahmânü, yâ Rahîmü denir.
6- “Allah” lafza-ı celâline sıfat getirilir, fakat Allah lafza-i celâli başkasına sıfat olarak getirilemez!. Meselâ “Allahüssamed, Allahülazîm” denir. Fakat “Eş-Şey’ü Allahü” denmez.
İsm-i a’zamın “Hüve, lâ ilahe illallah” olduğu da söylenmiştir. Ebû Hafs Dimeşki, İsm-i a’zamın “Hüvel Hayyül Kayyûm” olduğunu söylemiştir. Ebû Umâme’nin (r.a) bildirdiği hadîs-i şerîfi delîl olarak getirmiştir. Zirâ “El-Hâyyül Kayyûm”, Bekâra, Âl-i İmrân ve Tâhâ sûrelerinde zikredilmiştir.
Yine ba’zı âlimler İsm-i a’zamın şunlar olduğunu söylemişlerdir “El-Ehad, Es-Samed, Erhamürrâhimîn, El-Vehhâb, Hayrulvârisîn, El-Gaffâr, Es-Semi’ul-alîm. Bunların herbirinin ayrı ayrı delîlleri vardır.
Yine denilir ki, İsm-i a’zam Yâsîn suresidir. Hâkim Nişâbûrî, “Müstedrek” adlı eserinde, Ebû Ca’fer’den rivâyet ettiği hadîs-i şerîfte, Resûlullah efendimiz şöyle buyurmaktadır “Her şeyin bir kalbi vardır. Kur’ân-ı kerîmin de kalbi Yâsîn-i şerîftir.”
Ebû Abbâs İklîşî şöyle anlattı: Muhammed bin Hânefiyye’ye Kâf, Hâ, Yâ Ayn Sâd âyet-i kerîmesi hakkında sorulunca şöyle cevap verdi: “Eğer sana onun tefsîrini söylemiş olsaydım. Su üzerinde ayakların batmadan yürürdün.”
Sehl bin Abdullah Tüsterî şöyle anlatır: “Birisi İbrâhim Edhem’e gelerek Yâsîn-i şerîf hakkında ne dediğini sordu, İbrâhim Edhem ona; “Yâsîn-i şerîfte bir isim vardır ki, kim onu bilir ve o isimle Allahü teâlâya duâ ederse, o kimsenin duâsı kabûl olur” dedi.
Yine İsm-i a’zamın; “Allah tarafından (melekler vasıtasıyla) bir söz olarak onlara selâm vardır” meâlindeki Yasin sûresi ellisekizinci âyet-i kerîmesi ve Ayet-el-kürsî’nin tamâmı olduğu da bildirilmiştir.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Ed-Dürer-ül-kâmine cild-3, sh. 106
2) Mu’cem-ül-müellifîn cild-3, sh. 210
3) Esmâ-ül-müellifîn cild-1, sh. 723
4) El-A’lâm cild-5, sh. 6
5) Gâyet-ül-mugnam; Süleymâniye Kütüphânesi. Murâd Buhârî kısmı, No: 238