Mısır’da yetişen evliyânın büyüklerinden. Yûsuf-i Acemî hazretlerinin kardeşi, talebesi ve halîfesidir. Kaynaklarda doğum târihi bildirilmeyen Hasen-i Tüsterî, 797 (m. 1394) senesinde vefât etti. Dergâhının bahçesinde defn olundu.
Hasen-i Tüsterî hazretleri, bilhassa büyük ağabeyi Yûsuf-i Acemî’nin ve zamanında bulunan diğer âlimlerin sohbetlerinde bulunarak, zâhirî ve batınî ilimlerde büyük derece sahibi olunca, yakın ve uzak yerlerden birçok kimse ondan ilim öğrenmek, sohbetinde bulunmakla şereflenmek üzere huzûruna gelmeye başladılar. Zamanın sultânı bile onu ziyârete gelir, sohbetlerinde bulunurdu. Vekar ve heybet sahibi, ağırbaşlı, ilmi çok yüksek, ilmi ile amel edip, böylece üstün derecelerin sahibi olan çok kıymetli bir zât idi. Allahü teâlânın kulları saadete kavuşsunlar, Cehennem ateşinde yanmasınlar diye çok gayret eder, bu yolda gece-gündüz-hizmet ederdi. Diğer büyük zâtlardan birçoğuna olduğu gibi, bu zâta karşı da hased edenler, onu çekemeyenler oldu. Sohbetine koşanlar ve kendisinden istifâde edenler çoğaldıkça hasedcilerin kıskanmaları artıyor, zamanın sultânının dahî buna hürmet etmesine, ziyâretine ve sohbetlerine gitmesini bir türlü çekemiyorlardı. Devlet adamlarından ve diğer kimselerden olan hasedciler, türlü hileler, oyunlar ve iftiralarla sultânı aldatmayı başardılar. Öyle ki, sultan bunların sözlerine aldanarak, Hasen-i Tüsterî hazretlerini talebe okutmaktan men etmeyi, başka memlekete sürgün etmeyi ve onu hapsetmeyi bile düşündü. Nihâyet sultan, bu hasedcilerin önde gelenlerinden olan ve kendi veziri olan bir kimseyi, Hasen-i Tüsterî hazretlerinin dergâhını kapatmak üzere gönderdi. O da gidip dergâhın kapısını kapattı. O sırada Mısır’ın hâricinde Matariyye denilen yerde bulunan Hasen-i Tüsterî, talebeleriyle birlikte dergâha döndüklerinde, kapıyı kapalı bulup sebebini sordular. “Filân vezir kapattı” dediler, “Öyleyse biz de onun bedenindeki kapıları kapatırız” buyurdu. Bundan sonra o vezirin gözleri görmez, kulakları duymaz oldu. Ağzı, burnu kapandı. Bir şey yiyemez, nefes alamaz duruma geldi Büyük ve küçük abdestini bozamadı. Nihâyet fecî şekilde can verdi. Bu kimsenin bu hâlini görenler, Allahü teâlânın dostları olan bu büyüklere karşı gelmenin ne büyük sıkıntılara sebep olduğunu iyice anladılar. Bu büyüklere düşmanlık edenlerin âhırette çekeceği sıkıntılar o kadar çoktur ki, tahammül etmek mümkün değildir. Hasen-i Tüsterî hazretlerinin dergâhının kapısını kapatma cezası olarak vezirinin uğradığı bu korkunç hâli haber alan sultan, derhâl dergâhın kapısını açtı. Bundan sonra sultânın askerleri, Hasen-i Tüsterî’ye o kadar bağlı ve itaatkâr oldular ki, adetâ sultâna itaatten ayrılıp ona itaat eder, onun sözlerini dinler oldular.
İbn-i Ebi’l-Ferec isminde birisi, kendisi için büyük bir kasr (köşk) yaptırmak istemişti. Kasrı bina edeceği yer, Hasen-i Tüsterî hazretlerinin (r.a.) kabrinin, dergâhının bulunduğu yerin yanı idi. Yapacağı binanın daha geniş ve rahat olması için yerini genişletmeyi ve Hasen-i Tüsterî’nin kabrini başka yere nakletmeye karar verdi. Kabri nakletmesi için mimara emir verdi. Mimar o gece rü’yâsında, Hasen-i Tüsterî hazretlerini gördü. Hasen-i Tüsterî (r.a.) ona; “İbn-i Ebi’l-Ferec’e söyle ve bizim kabrimizi nakletmeye kalkma! Aksi hâlde biz seni naklederiz” buyurdu. Mîmâr, rü’yâsını İbn-i Ebi’l-Ferec’e anlatınca, o da; “Bunlar karışık rü’yâlardır, te’vili zordur. Bunlara i’tibâr olunmaz. Sen kabrin nakline başla!” dedi. Bu sırada yan tarafına bir nüzûl isâbet etti ve belini hiç doğrultamadı. Bu hâlde iken rûhunu teslim etti. Böylece kabir nakledilmedi.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Câmi’u kerâmât-il-evliyâ cild-1, sh. 398
2) Tabakât-ül-kübrâ cild-2, sh. 67