Osmanlı devlenin büyük İslâm âlimi. Osman Gâzî’nin kayınpederi ve hocası. Karaman civarında doğdu. Memleketinde ilim öğrendikten sonra Şam taraflarına gitti. Hadîs-i şerîf, tefsîr ve fıkıh ilimleri tahsil etti. Tasavvuf yoluna meyletti. Zamanının büyük âlimlerinden feyz aldı. Memleketine döndü. Bir rivâyette Bâbâ İlyâs-i Horasânî’nin halifelerinin ileri gelenlerinden idi. İlim ve âmelde yüksek, mal ve mülkte zengin bir kimse idi. Eskişehir yakınlarında İtburnu denilen bir köyde ikâmet eder, tâliblerine ilim öğretmek, insanlara huzûr dağıtmakla meşgûl olurdu. Dînî mes’elelerde herkes ona müracaat eder, dünyâ ve devlet mes’eleleri için onunla istişâre edilirdi. İslâm dünyâsında eskidenberi mevcût olan “Fütüvvet ehli” ve Anadolu’da mühim bir yeri olan “Ahîler” ile irtibâta vardı. Anadolu Selçuklu Devleti sultânı tarafından, devletin Batı Anadolu sınırındaki Söğüt yöresine yerleştirilmiş olan, Kayı boyu mensûplarının reîsi Ertuğrul Bey’in oğlu Osman Bey, bu büyük âlimi sık sık ziyâret eder, ilim ve feyzinden istifâde ederdi. Edebâlî hazretlerinin kendi parasıyla yaptırıp talebelerine ders verdiği Bilecik’deki zaviyesini ziyâretlerinden birinde, Osman Bey bir rü’yâ gördü. Rü’yâsını hocası Edebâlî hazretlerine anlattı. Osman Bey’in rü’yâsında, Edebâlî hazretlerinin koltuk altından çıkan bir nûr, gelip Osman Bey’in koltukaltına girdi. O nûrun girmesiyle, Osman Bey’in karnından bir ağaç peyda oldu. Birden dallanıp budaklandı. Dalları çok yükseklere ulaştı. Altındaki nice dağlar ve nehirleri gölgeledi. Onun gölgesindeki dağ ve nehirlerden birçok insan gelip istifâde etmeye başladığı sırada, Osman Bey uyandı. Edebâlî hazretleri, çok sevdiği Osman Bey’in böyle bir rü’yâ görmesine çok sevindi.
Onun yapacağı büyük hizmetlerde, kendisinin de nasîbi olmasına çok şükretti. Osman Bey’in bu güzel rü’yâsını şöyle tabir etti: “Sen, Ertuğrul Gâzî oğlu Osman, babandan sonra “Bey” olacaksın, kızım Mal Hâtun’la evleneceksin. Benden çıkıp sana gelen nûr budur. Sizin asil ve temiz soyunuzdan nice pâdişâhlar gelecek. Onlar, nice devletleri bir çatı altında toplayacaklar. Allahü teâlâ, nice insanın huzûr ve saadete kavuşmasına, dîn-i İslâmla şereflenmesine senin soyunu vesile edecek” dedi. Osman Bey’i tebrik etti. Gözünün nûru kızını, bu mübârek insana nikâh etti.
Osman Bey’in Mal Hâtun’la izdivacından Orhan Bey dünyâya geldi. Edebâlî (r.a.), dâmâdı tarafından kurulan Osmanlı Devleti’ne ma’nevî güç verdi. Sultan Osman Gâzî’nin hürmet ettiği, her husûsta istişâre edip danıştığı en yakın yardımcılarından oldu. Edebâlî hazretlerine ve diğer ulemâ ve evliyâya hürmetin ve onlara danışmanın faydalarını görüp, âlimlere ve evliyâya yakın olmanın ehemmiyetini çok iyi anlayan Osman Gâzî, kendisinden sonra gelecek Osmanlı sultanlarına bıraktığı vasıyyetnamesinde; İslâm âlimlerine hürmet edilmesini, onlara her türlü kolaylığın gösterilmesini ve her işte kendilerine danışılmasını tavsiye ederek şöyle dedi:
“Allahü teâlânın emirlerine muhalif bir iş işlemiyesin! Bilmediğini, dinimizin ulemâsından sorup anlıyasın! iyice bilmeyince bir işe başlamıyasın! Sana itaat edenleri hoş tutasın! Askerine in’âmı, ihsânı eksik etmiyesin ki, insan ihsânın kulcağızıdır. Zâlim olma! Âlemi adâletle şenlendir ve Allah için cihâdı terk etmiyerek beni şad et! Ulemâya ri’âyet eyle ki, Şeriat işleri nizâm bulsun! Nerede bir ilim ehli duyarsan, ona rağbet, ikbâl ve hilm göster! Askerine ve malına gurûr getirip, dînimizin âlimlerinden uzaklaşma! Bizim mesleğimiz Allah yoludur ve maksadımız Allahın dinini yaymaktır. Yoksa, kuru kavga ve cihangirlik da’vâsı değildir. Sana da bunlar yaraşır. Dâima herkese ihsânda bulun! Memleket işlerini noksansız gör! Hepinizi Allahü teâlâya emanet ediyorum.” Osmanlı sultanları, bu vasıyyetnameye candan sarıldı. Bu vasıyyetname, devletin altıyüz sene hiç değişmiyen anayasası oldu.
Altı asır, insanlara huzûr ve saadet, onların eli, onların yardımı ile dağıtıldı. Allahü teâlâ, o büyük devleti bu mübârek insanlara nasîb etti.
Birçok evliyâ ve ulemâya önderlik edip, birçok kimseyi Allah dostlarının yollarına kavuşturan Edebâlî hazretleri, 125 yaşlarında iken, 726 (m. 1326) yılında Bilecik’de vefât edip, yıllarca huzûr saçarak, insanları irşâd ettiği zaviyenin yanına defnedildi. Eskişehir’de de adına bir türbe yapıldı. Yerine dâmâdı Dursun Fakîh geçip, insanlara doğru yolu göstermeye devam etti.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Şakâyık-ı Nu’mâniyye tercümesi (Mecdî Efendi) sh. 20
2) Kâmûs-ul-a’lâm cild-2, sh. 817
3) Rehber Ansiklopedisi cild-4, sh. 330
4) Tam İlmihal Se’âdet-i Ebediyye sh. 1056
5) Tâc-üt-tevârih