DİMYÂTÎ (Abdülmü’min bin Halef)

Fıkıh ve hadîs âlimi. İsmi, Abdülmü’min bin Halef bin Ebü’l-Hasen bin Şeref bin Hıdır bin Mûsâ ed-Dimyâtî et-Tûnî olup, künyesi Ebû Muhammed ve Ebû Ahmed’dir. Lakabı ise Şerefüddîn’dir. 613 (m. 1217) senesinde Dimyat’ta doğdu. 705 (m. 1306) senesi Zilka’de ayının onbirinde Kâhire’de vefât etti. Bâb-ün-Nasr kabristanına defnedildi.

Abdülmü’min ed-Dimyâtî, önce; fıkıh, usûl, ferâiz bilgilerini Dimyat kadısı İbn-i Halîl ve Ebi’l Mekârim Abdullah ile Ebû Abdullah el-Hüseyn bin Mensûr es-Sa’dî’den öğrendi. Bunlardan ayrıca hadîs-i şerîf de dinledi.

Ebû Abdullah Muhammed bin Mûsâ bin Nu’mân’ın teşviki ile hadîs-i şerîf öğrenmeye başladı. Daha sonra Kâhire’ye gitti. Orada Hâfız Zekiyyüddîn Abdülazîm el-Münzirî ile görüştü. Uzun zaman onun derslerine devam etti. Hadîs ilminde üstün dereceye yükseldi. Bundan başka İskenderiyye, Mekke, Medine, Bağdad, Mardin, Harran, Dımeşk ve Haleb’de birçok âlimden hadîs-i şerîf dinledi. Haleb’de Hâfız Ebü’l-Haccâc Yûsuf bin Halîl’in derslerinde bulundu.

Abdülmü’min ed-Dimyâtî’den ise; Şeyh Ebü’l-Feth Muhammed bin Muhammed el-Ebyurdî, Hâfız Ebü’l-Haccâc Yûsuf bin ez-Zekiyy-il-Müzzî, Hâfız Ebû Abdullah ez-Zehebî, Hâfız Ebü’l-Feth Muhammed bin Muhammed bin Seyyidinnâs, Hâfız Ebû Abdullah bin Şâme et-Tâî, el-Hâfız-ül-Vâlid ve birçok âlim hadîs-i şerîf dinledi ve rivâyette bulundu.

Abdülmü’min ed-Dimyâtî, Kâhire’de Medreset-ül-Mensûriyye’de hadîs dersleri verdi. İlk defa orada ders veren âlim oldu. Abdülmü’min bin Halef, Mısır’da sünnet-i seniyyenin yayılması için çok çalıştı. Fitnelerden uzak olarak sünnet-i seniyyenin hizmetçisi oldu.

Ez-Zehebî onun hakkında: “Abdülmü’min ed-Dimyâtî’nin cismi de, ahlâkı da güzel idi. Güzel konuşurdu. Lügat ve kırâat âlimi idi. Kitapları doğru ve çok faydalı idi. Maddî ve ma’nevî rızkı boldu. Herkesten hürmet ve saygı gördü” demektedir.

El-Müzzî ise onun hakkında şöyle demektedir: “Ondan daha fazla hadîs-i şerîf bilen görmedim.”

Abdülmü’min ed-Dimyâtî birçok eser yazdı. Eserlerinden ba’zıları şunlardır: 1-Kitâb-üs-salât-ül-vüstâ, 2-Kitâb-ül-hayl, 3- Kabâil-ül-hazrec, 4-El-Akdül-müsmin fîmen ismühü Abdülmü’min 5-El-Erbeûn el-Mütebâyine, 6-El-İsmâd fî hadîs-i ehl-i Bağdad, 7-Meşîhat, 8-Muhtasar-üs-sîretin Nebeviyyeti.

Abdülmü’min Dimyâtî, Süleymâniye Kütüphânesi’nin Reîs-ül-küttâb Mustafâ Efendi kısmı, 491 numarada kayıtlı “Kitâb-ül-metcer-ur-râbih fî sevâb-i amel-is-sâlih” adlı eserinde; münâkaşa ve cidali terketmenin sevâbı hakkındaki hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:

“Kim, haksız olduğu hâlde münâkaşayı terk ederse, onun için Cennet bahçelerinde ev yapılır. Kim de haklı olduğu hâlde münâkaşayı terkederse, onun için Cennetin ortasında bir ev yapılır.”

“Ahlâkını güzelleştirene Cennetin en yüksek yerinde bir ev yapılır.”

“Münâkaşayı bırakın. Çünkü ben; bahçesinde, ortasında ve en yükseğinde olmak üzere, haklı olduğu hâlde münâkaşayı terkeden kimse için üç ev biliyorum. Münâkaşayı terkedin. Çünkü Rabbimin beni putlara tapmaktan sonra ilk nehyettiği şey münâkaşadır.”

“Kimse ile mücâdele etmeyen, haklı olsa bile, dili ile kimseyi incitmeyen müslümanın, Cennete gireceğine size söz veriyorum. Şaka yapmak için ve yanındakileri güldürmek için de olsa yalan söylemiyenin, Cennete gireceğini size söz veriyorum. İyi huylu olanın, Cennetin yüksek derecelerine kavuşacağını size söz veriyorum.”

“Allahü teâlânın onunla hatâları mahvedip dereceleri yükselttiği şeyi size bildireyim mi? Şiddet ve melâlet anlarında, âdabına riâyet ederek güzelce abdest almak, câmilere gitmek ve bir namazı kıldıktan sonra diğer namaz vaktini beklemektir. (Sonra üç defa) İşte bu ribâttır.”

Hadîs-i şerîfin şerhi: Burada, “Şiddet ve melâlet anlamından murâd; şiddetli soğuk, sahibini, hareketten alıkoyan hastalık ve insanın abdest almasını zorlaştıran daha başka hâllerdir. Hadîs-i şerîfte bildirilen amellere devam eden kimse, Allahü teâlâdan; günahlarının af ve mağfiret edilmesini, sevâblarının arttırılmasını ve Cennete konulmasını ümit edip beklediği için, Resûlullah (s.a.v.), bu kimseyi düşmana karşı nöbet (ribât) tutan ve nöbet tutarken şehîd olmayı bekleyen kimseye benzetmiştir. Ba’zı âlimler de; “Yukarıdaki amellere ribât buyurulması, bu amellerin, sahibini günâh işlemekten alıkoymasından dolayıdır” demişlerdir. Resûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: “Misvak kullanınız. Çünkü misvak ağzı temizler, Allahü teâlânın rızâsını kazandırır. Cebrâil bana misvakı öyle tavsiye etti ki, bana ve ümmetime misvakın farz olmasından korktum.”

“Şayet ümmetime zor gelmeyeceğini bilseydim, her namaz için misvak kullanmalarını emrederdim.”

“Kur’ân’ın yollarını misvak ile temizleyiniz.”

“Ağız misvâklanmış olarak kılınan iki rek’at, misvâklanmadan kılınan yetmiş rek’atten daha üstündür.”

“Doğru olunuz. Biliniz ki, amellerinizin en hayırlısı namazdır. Elbette namaza sâdece mü’min olanlar devam eder.”

“Bir kimse, güzelce abdest aldıktan sonra üç defa “Eşhedü en lâ ilahe illallahü vahdehü lâ şerîkeleh ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve Resûlühü” derse, Allahü teâlâ onun için Cennetin sekiz kapısını açar, o kimse istediğinden Cennete girer.”

“Müezzin; “Allahüekber, Allahüekber” dediği zaman, sizden biriniz; “Allahüekber, Allahüekber” der, sonra müezzin; “Eşhedü enlâ ilahe illallah” dediği vakit, o da; “Eşhedü enlâ ilahe illallah” derse sonra müezzin; “Eşhedü enne Muhammeden Resûlullah” dediği vakit, o da; “Eşhedü enne Muhammeden Resûlullah” der, müezzin; “Hayye ales-salâh” dediği vakit, o da; “La havle velâ kuvvete illâ billah” der, sonra müezzin; “Hayye alel-felâh dediği vakit, o da; “La havle velâ kuvvete illâ billah” derse, sonra “Allahüekber, Allahüekber” dediğinde, o da; “Allahüekber, Allahüekber” derse, sonra müezzin; “La ilahe illallah” dediği vakit, o da bütün kalbiyle; “La ilahe illallah” derse, Cennete girer.”

Resûlullaha (s.a.v.) amellerin hangisinin daha faziletli olduğu sorulunca; “İlk vaktinde kılınan namazdır” buyurdu.

“Namazı ilk vaktinde kılmanın, namazı son vaktinde kılmaya üstünlüğü, âhıretin dünyâya üstünlüğü gibidir.”

“Namazın ilk vakti Allahü teâlânın rızâsı, son vakti ise affıdır.”

“Cemâatle kılınan namaz, yalnız kılınan namazdan yirmiyedi derece daha üstündür.”

Resûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: “Kim yatsı namazını cemâatle kılarsa, sanki gecenin yarısını ibâdetle geçirmiş gibi olur. Kim de sabah namazını cemâatle kılarsa, bütün geceyi ibâdetle geçirmiş olur.”

“Münâfıklara en ağır gelen namaz, yatsı ve sabah namazıdır.”

“Benim bu mescidimde kılınan namaz, başka mescidde kılınan bin namazdan daha faziletlidir. Mescid-i haram bundan müstesnadır. Mescid-i haramda kılınan bir namaz, bunda (benim mescidimde) kılınan yüz namazdan daha faziletlidir.”

“(Kudüs’te) Beyt-i Makdis mescidinde kılınan bir namaz, başka mescidde kılınan beşyüz namazdan daha faziletlidir.”

“Allahü teâlânın rızâsı için bir mescid yapan kimseye, Allahü teâlâ Cennette bir ev yaptırır.”

Resûlullah (s.a.v.); “Kim Allahü teâlâya kavuşmayı isterse, Allahü teâlâ da ona kavuşmayı ister. Kim Allahü teâlâya kavuşmayı istemezse, Allahü teâlâ da ona kavuşmayı istemez” buyurunca, Âişe (r.anhâ); “Biz hiçbirimiz ölümü istemeyiz” dedi. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.); “Bu o değildir. Lâkin mü’min, Allahü teâlânın rahmeti, rızâsı ve Cenneti ile müjdelenince, Allahü teâlâya kavuşmak ister. Allahü teâlâ da ona kavuşmak ister. Kâfir ise, Allahü teâlânın azâbı ve gadabı ile korkutulunca; Allahü teâlâya kavuşmak istemez. Allahü teâlâ da ona kavuşmak istemez” buyurdu.

“Kimin son sözü Lâ ilahe illallah olursa, Cennete girer.”

“Cennetin Reyyân isminde bir kapısı vardır. Buradan ancak oruç tutanlar girecektir.”

“Bir kimse, Ramazan ayında oruç tutmayı farz bilir, vazîfe bilir ve orucun sevâbını Allahü teâlâdan beklerse, geçmiş günahları affolur.”

“Kim Ramazân-ı şerîf ve Kurban Bayramı gecelerini ihyâ ederse; kalblerin öldüğü gün, onun kalbi ölmez.”

“Kim şu beş geceyi ihyâ ederse, Cennet ona vâcibdir. (Bu beş gece): Tevriye, Arefe, Kurban Bayramı, Ramazân-ı şerîf Bayramı ve Şa’bân’ın onbeşinci geceleridir.”

“Kim kardeşinin ihtiyâcını görmek için yürürse, onun için on sene i’tikâftan daha hayırlıdır. Kim bir gün Allahü teâlânın rızâsı için i’tikâf ederse; Allahü teâlâ, onunla Cehennem ateşi arasında üç hendek kor. Her bir hendek iki ufuk arasından daha geniştir.”

“Kim benim kabrimi ziyâret ederse, ona şefaatim vâcib olur.”

Allahü teâlâ, Bekâra sûresi 207. âyet-i kerîmede meâlen; “İnsanlardan bir kısmı da vardır ki, Allahü teâlânın rızâsını isteyerek nefsini Allahü teâlâya ibâdet yolunda sarf eder. Allahü teâlâ kullarına çok merhamet edicidir” buyurdu.

Aynı sûrenin 216. âyet-i kerîmesinde meâlen; “Ey mü’minler!(insan tabiatı icâbı) hoşunuza gitmediği hâlde, din düşmanları ile savaşmak üzerinize farz kılındı. Olur ki, birşey hoşunuza gitmezken, sizin için o hayırlı olur ve birşeyi de sevdiğiniz hâlde o, hakkınızda şer olur. Allahü teâlâ bilir, siz bilemezsiniz” buyuruldu.

Nisa sûresi 95. âyet-i kerîmede meâlen; “Mallarını, canlarını feda ederek din düşmanları ile, Allahü teâlânın rızâsı için cihâd, muharebe eden müslümanlar, oturup, kapanıp ibâdet edenlerden daha üstündür. Hepsine de Cenneti söz veriyorum” buyuruldu.

Allahü teâlâ, Tevbe sûresi 111. âyet-i kerîmede meâlen; “Allah yolunda savaşıp düşmanları öldüren ve öldürülen mü’minlerin canlarını ve mallarını, Allahü teâlâ, Cennet kendilerinin olmak karşılığında satın almıştır” buyurdu.

Resûlullaha (s.a.v.) “Hangi amel daha faziletlidir?” diye sorulunca; “Allaha ve Resûlüne imân etmek” buyurdular. “Sonra nedir?” diye sorulunca; “Allah yolunda cihâddır” buyurdular. “Sonra nedir?” denilince de; “Kabûl olan hacdır” buyurdular.

Allahü teâlâ, Bekâra sûresi 154. âyet-i kerîmede meâlen; “Allah yolunda öldürülenlere, “Onlar ölülerdir” demeyin. Hakîkatte onlar diridirler. Fakat siz anlayıp bilemezsiniz.”

Âl-i İmrân sûresi 195. âyet-i kerîmede meâlen; “Dinlerini korumak için hicret edenlerin yurtlarından çıkarılanların, benim yolumda işkenceye, hakarete, ziyana uğrayanların, muharebe edenlerin ve öldürülenlerin günâhlarını elbette örteceğim. Onları altından nehirler akan Cennetlere koyacağım” buyuruldu.

Allahü teâlâ, Bekâra sûresi 152. âyet-i kerîmede meâlen; “Beni tâatle zikredin ki, ben de sizi mağfiretle yâd edeyim. Tâatle ni’metlerime şükredin ve ma’siyetle küfrân etmeyin”, Âl-i İmrân sûresi 191. âyet-i kerîmede meâlen; “Akl-ı kâmil sahibleri Allahü teâlâyı ayakta, otururken ve yatarken (ya’nî dâima) zikrederler”, Ra’d sûresi 28. âyet-i kerîmede meâlen; “Bunlar, îmân edenlerdir, Allahü teâlânın zikriyle gönülleri huzûr ve sükûna kavuşanlardır. Haberiniz olsun ki, kalbler ancak zikrullah ile mutmain olur”, Ahzâb sûresi 41. âyet-i kerîmede meâlen; “Ey îmân edenler! Allahü teâlâyı (diliniz ve kalbinizle türlü tesbihler yaparak) çok zikredin” buyuruldu.

Resûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: “Rabbini zikr eden ile Rabbini zikretmeyenin durumu, diri ile ölünün durumu gibidir.”

“Cennet ehli, sâdece (Dünyâda iken) Allahü teâlâyı zikretmeden geçirdiği ânına tahassür eder, üzülür.”

“İnsanların yaptıklarını yazan meleklerden başka melekler de vardır. Yollarda, sokakbaşlarında dolaşırlar. Allahü teâlâyı zikr edenleri ararlar. Zikr edenleri bulunca, birbirlerine seslenirler. Buraya geliniz, buraya geliniz derler. Kanadları ile, onları sararlar. O kadar çokturlar ki, göke varırlar. Kullarının her işini bilici olan Allahü teâlâ, meleklere sorarak; “Kullarımı nasıl buldunuz?” buyurur. “Yâ Rabbî! Sana hamd ve sena ediyorlar ve senin büyüklüğünü söylüyorlar ve senin ayıplardan ve kusurlardan temiz olduğunu söylüyorlar” derler. “Onlar beni gördüler mi?” buyurur. “Hayır görmediler” derler. “Görselerdi, nasıl olurlardı?” buyurur. “Daha çok hamd ederlerdi ve daha çok tesbih ederlerdi ve daha çok tekbîr söylerlerdi” derler. “Onlar, benden ne istiyorlar?” buyurur. “Yâ Rabbî! Cennetini istiyorlar” derler. “Onlar Cenneti gördüler mi?” buyurur. “Görmediler” derler. “Görselerdi, nasıl olurlardı?” buyurur. “Daha çok yalvarırlardı, daha çok isterlerdi. Yâ Rabbî! Bu kulların Cehennemden korkuyorlar. Sana sığınıyorlar” derler. “Onlar Cehennemi gördüler mi?” buyurur, “Hayır görmediler” derler. “Görselerdi, nasıl olurlardı?” buyurur. “Görselerdi, daha çok yalvarırlardı ve ondan kurtulmak yoluna daha çok sarılırlardı” derler. Allahü teâlâ, meleklere; “Şâhid olunuz ki, onların hepsini affeyledim” buyurur. “Yâ Rabbî! O zikr edenlerin yanında, filân kimse zikr etmek için gelmemişti. Dünyâ çıkarı için gelmişti” derler. “Onlar benim misâfirlerimdir. Beni zikr edenlerle beraberim. Onların yanında bulunanlar da zarar etmezler” buyurur.”

“Ey insanlar! Şüphesiz ki Allahü teâlânın gizli melekleri vardır. Onlar, Allahü teâlânın zikredildiği, anıldığı yerlere girer ve orada dururlar. O hâlde Cennet bahçelerinde rızıklanınız” buyurunca, Eshâb-ı Kirâm (r. anhüm); “Cennet bahçeleri nerededir?” diye sordular. Resûlullah da (s.a.v.):

(Cennet bahçeleri;) zikir meclisleri, Allahü teâlânın anıldığı yerlerdir. Allahü teâlâyı zikretmek için çalışınız. Nefslerinize Allahü teâlâyı zikrettiriniz” buyurdu.

“Allahü teâlâyı anmak için oturan kimseleri melekler kuşatırlar. Onları Allahü teâlânın rahmeti kaplar. Onlara sekine iner. Allahü teâlâ, onları kendi katında olanlar arasında anar.”

“Sübhânallahi velhamdülillâhi velâ ilahe illallahü vallahü ekber velâ havle velâ kuvvete illâ billah de! Çünkü bunlar, el-Bakıyyât-üs-sâlihât’tır. Ağaç yaprağını döktüğü gibi, onlar da hatâ ve günahları dökerler. Bunlar, Cennet hazînelerindendir.”

“Çarşıya giren kimse, “La ilahe illallahü vahdehü lâ şerîkeleh lehülmülkü velehülhamdü yuhyî ve hüve hayyün lâ yemût bi-yedihilhayr vehüve alâ külli şey’in kadîr” derse, Allahü teâlâ ona bin kere bin sevâb yazar ve bin kere bin günâhı ondan siler. Onu bin kere bin yükseltir.”

Allahü teâlâ, Âl-i İmrân sûresinin 135. âyet-i kerîmesinde, meâlen; “Ve bir günah işledikleri veya nefslerine zülm ettikleri zaman, Allahü teâlânın va’îd ve ıkâbını anarak günahlarından tövbe ederler (ve günahları ancak Allahü teâlânın bağışlayacağını bilirler), hem de yaptıkları günâha bile bile ısrar etmezler (ve onlar, ısrârın cezasının, günahın cezasından daha çok olduğunu bilirler)” buyurdu.

Resûlullah (s.a.v.) de; “Kim sahifesinin kendisini sevindirmesini isterse, çok istiğfar etsin” buyurdu.

Allahü teâlâ, İbrâhim sûresi 24. âyet-i kerîmede meâlen; (Yâ Muhammed!) Gördün ya, Allahü teâlâ nasıl bir temsil yaptı: Kelîme-i tayyibe olan tevhîd ve şehâdet (îmân), kökü yerde sabit ve dal-budağı semâda olan tayyib bir ağaca benzer” buyurdu.

Ebû Hüreyre (r.a.) rivâyet etti: “Yâ Resûlallah! Kıyâmet günü senin şefaatinle insanların en mes’ûdu kim olacak?” diye sordum. Resûlullah (s.a.v.); “Yâ Ebâ Hüreyre, bunu bana senden başka kimse sormadı. Ancak sen sordun. Kıyâmet gününde halk içinde şefaatime en çok kavuşacak kimse, kalbinden hâlis olarak “La ilahe illallah” diyendir.”

“En faziletli zikir, “La ilahe illallah”, en faziletli duâ “Elhamdülillah”dır.”

“Her kim; Allahü teâlâdan başka hiçbir ilâh olmadığına, yalnız Allahü teâlânın var olduğuna, O’nun şeriki olmadığına, Muhammed aleyhisselâmın O’nun kulu ve Resûlü olduğuna, Îsâ aleyhisselâmın da Allahü teâlânın kulu ve Resûlü olduğuna, Meryem (in rahmin)e bırakılan, kelimesi ve Allahü teâlâ tarafından (hayat verilen) bir rûh olduğuna, Cennetin ve Cehennemin hak olduğuna, şehâdet ederse, hangi amel üzere olursa olsun Allahü teâlâ onu Cennete kor.”

“Kim, Allahü teâlâdan başka ilâh olmadığına, Muhammed aleyhisselâmın Allahü teâlânın Resûlü olduğuna şehâdet ederse, Allahü teâlâ ona Cehennemi haram kılar.”

Allahü teâlâ, Kehf sûresinin 46. âyet-i kerîmesinde meâlen; “Mal ve çocuklar, dünyâ hayâtının süsleridir. Sonsuz kalıcı olan iyi işlerin sevâbları, Rablerinin yanında daha iyidir.” buyurdu.

Resûlullah (s.a.v.); “Bakıyyât-ı sâlihâtı çok söyleyiniz” buyurdu. Eshâb-ı Kirâm (r. anhüm); “Bakıyyât-ı sâlihât nedir yâ Resûlallah?” diye sordular. Resûlullah (s.a.v.); “Tekbîr, tehlîl, tesbih, elhamdülillah, lâ havle velâ kuvvete illâ billah’dır” buyurdu.

Allahü teâlâ, İsrâ sûresinin 23. âyet-i kerîmesine meâlen; “Anaya ve babaya güzellikle muâmele edin. Onlardan biri veya ikisi senin yanında ihtiyârlık hâline ulaşırsa, sakın onlara “Öf’ bile deme, onları azarlama, yüksek sesle hitâb edip onlara bağırma, ikisine de iyi ve yumuşak söyle” ve Ankebût sûresi sekizinci âyet-i kerîmede meâlen; “Biz, insana, ana ve babasına iyilik yapmasını tavsiye ettik. Bununla beraber, hakkında bilgi sahibi olmadığın birşeyi bana ortak koşman için sana emrederlerse, artık onlara (bu husûsta) itaat etme. Dönüşünüz ancak banadır. Vakt-i cezada size yaptığınızı (amellerinizin karşılığını) haber vereceğim” buyurdu.

Allahü teâlânın katında hangi amelin daha sevgili olduğu sorulunca, Resûlullah (s.a.v.); “Vaktinde kılınan namaz” buyurdu. “Sonra hangisidir?” diye sorulunca da; “Ana-babaya iyilik etmektir” buyurdu.

Allahü teâlâ, Ra’d sûresi 21. âyet-i kerîmede meâlen; “Ve onlar ki Allahü teâlânın gözetilmesini emrettiği hakları gözetirler. (Akrabalık bağını kırmazlar, mü’minlere dostluk gösterir, birlik olurlar, kul haklarını gözetirler, Allahü teâlânın bütün kitap ve peygamberlerine îmân ederler.) Rablerinden korkarlar (nehyedilen şeylerden sakınırlar ve) fenâ hesaptan korkarlar” buyurdu.

Allahü teâlâ, Âl-i İmrân sûresinin 196. âyet-i kerîmesinde meâlen; “Allah yolunda şehîd olanları ölü sanmayınız! Onlar diridirler!” buyurdu.

Allahü teâlâ, Bekâra sûresi 121. âyet-i kerîmede meâlen; “Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, o kitabı, hak olduğunu bilerek okurlar. İşte onlar, tahrif yapmaksızın kitaplarına îmân edenlerdir. Her kim de kitabı inkâr eder ve değiştirirse, onlar dinlerinde ziyan edenlerdir” ve İsrâ sûresinin 45. âyet-i kerîmesinde meâlen; “Sen Kur’ân-ı kerîmi okuduğun zaman, biz, seninle âhırete inanmayanların arasına görünmez bir perde çekeriz.” (Böylece seni göremezler ve sana bir zarar yapamazlar) buyurdu.

Aynı sûrenin 82. âyet-i kerîmesinde meâlen; “Biz Kur’ân-ı kerîmde öyle âyet-i kerîmeler indirmekteyiz ki, mü’minler için şifâ ve rahmettir (ki, dinlerine kuvvet ve menfâat verir). Zâlimlerin de ancak sapıklığını arttırır” buyuruldu.

Fâtır sûresi 29. âyet-i kerîmesinde meâlen; “Gerçekten Allahü teâlânın kitabını (Kur’ân-ı kerîmini, hükümleriyle amel etmek ve başkalarına da öğretmek sûretiyle devamlı) okuyanlar, namazı gereği üzere kılanlar, kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden gizli ve aşikâr harcayanlar, asla ziyan etmeyecek bir ticâret umabilirler. Çünkü Allahü teâlâ, onlara mükâfatlarını tamamen verdikten sonra, fadlından onlara ziyâdesini ihsân edecektir. Muhakkak ki, O Gafûr’dur (çok bağışlayıcıdır), Şekûr’dur (az amele karşılık çok mükâfat verir)” buyuruldu.

Resûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: “Kur’ân-ı kerîmi okuyunuz. Çünkü o, kıyâmet gününde eshâbına şefaatçi olarak gelecektir.”

“Oruç ve Kur’ân-ı kerîm, kula şefaat eder. Oruç; “Yâ Rabbî! Ben onu, gündüz yemekten içmekten menettim. Beni onun hakkında şefaatçi kıl” der, Kur’ân-ı kerîm; “Yâ Rabbî! Ben onu geceleyin uykudan menettim. Beni onun hakkında şefaatçi kıl” der. İkisi de ona şefaat ederler.”

“Sizin en hayırlınız, Kur’ân-ı kerîmi öğrenen ve öğretenlerinizdir.”

Haysem (r.a.) anlattı: Resûlullah (s.a.v.) Eshâbından bir grup cemâat arasında bulunuyordu. Bu sırada Resûlullahın (s.a.v.) huzûrlarına uğradım. “Allahın Resûlü olduğunu söyleyen sen misin?” dedim. Resûlullah (s.a.v.); “Evet” buyurdular. O zaman; “Ey Allahın Resûlü! Hangi amel Allahü teâlâya daha sevgilidir?” dedim. Resûlullah (s.a.v.); “Allahü teâlâya îmân etmektir” buyurdular. “Sonra nedir yâ Resûlallah?” dediğimde; “Sıla-i Rahm” buyurdular. Sonra; “Yâ Resûlallah! Allahü teâlânın en sevmediği amel nedir?” diye sordum. Resûlullah (s.a.v.); “Allahü teâlâya ortak koşmaktır” buyurdular. “Sonra nedir yâ Resûlallah?” dedim. “Sıla-i Rahmi kesmektir” buyurdular. “Sonra nedir yâ Resûlallah?” dedim. “Kötülüğü emretmek, iyilikten men etmektir” buyurdular.

Resûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: “Kendine yedirdiğin şey, senin için sadakadır. Zevcene yedirdiğin şey, senin için sadakadır. Hizmetçine yedirdiğin şey, senin için sadakadır.”

“Her iyilik sadakadır. Kişinin ehli için harcadığı şey, ona sadaka olarak yazılır.”

Resûlullah (s.a.v.); “Allahü teâlânın rızâsı için bir yetimin başını okşayan kimsenin elinin değdiği her kılda, onun için sevâblar vardır. Kim kendi yetimine veya yanında bulunan yetime iyilikte bulunsa, ben ve o, Cennette şu ikisi gibi oluruz” buyurdu ve işâret parmağı ile orta parmağını birbirinden ayırarak gösterdi.

Bir kimse kalbinde katılık bulunduğundan şikâyet edince, Resûlullah (s.a.v.); “Yetimin başını okşa ve miskini doyur” buyurdu.

“Kim müslüman kardeşini istediği bir şeyle karşılayarak onu sevindirirse, Allahü teâlâ da kıyâmet gününde onu sevindirir.”

“Farzlardan sonra amellerin en faziletlisi, müslümanı sevindirmektir.”

“Müslüman kardeşini sevindirmek, Allahü teâlânın af ve mağfiretine sebep olur.”

“Hastaları ziyâret ediniz. Cenâzeleri ta’kib ediniz. Size âhıreti hatırlatır.”

Resûlullah (s.a.v.); “Bir kimse, bir hastayı ziyâret ederse, Allahü teâlânın rahmetine dalar. Hastanın yanına oturduğu zaman, onu Allahü teâlânın rahmeti kaplar” buyurdu. Bunun üzerine “Ey Allahın Resûlü! Bu, hastayı ziyâret eden sağlam ve sıhhatte olan kimse içindir. Hasta için ne vardır?” denilince, Resûlullah (s.a.v.); “Hastanın (da) günâhları dökülür” buyurdular.

Fetih sûresi 29. âyet-i kerîmede buyuruldu ki: “Muhammed (s.a.v.) Allahü teâlânın peygamberidir ve O’nunla birlikte bulunanların (ya’nî Eshâb-ı Kirâmın) hepsi kâfirlere karşı şiddetlidirler. Fakat, birbirlerine karşı merhametli, yumuşaktırlar. Bunları çok zaman rükû’da ve secdede görürsünüz. Herkese dünyâda ve âhırette her iyiliği, üstünlüğü, Allahü teâlâdan isterler. Rıdvânı, ya’nî Allahü teâlânın kendilerini beğenmesini de isterler. Çok secde ettikleri yüzlerinden belli olur. Onların hâlleri, şerefleri, böylece Tevrât’da ve İncîl’de bildirilmiştir. İncîl’de de bildirildiği gibi onlar, ekine benzer. İnce bir filiz yerden çıkıp kalınlaştığı, yükseldiği gibi, az ve kuvvetsiz oldukları hâlde, az zamanda etrâfa yayıldılar. Her tarafı îmân nûru ile doldurdular. Herkes filizin hâlini görüp, az zamanda nasıl büyüdü diyerek şaşırdıkları gibi, hâl ve şânları dünyâya yayılıp görenler hayret etti ve kâfirler kızdılar.”

Kalem sûresi 1-4. âyet-i kerîmelerde meâlen; “Nûn, Kalem ve onunla yazılanlara hamd olsun ki, ey Muhammed, sen deli değilsin, Rabbinin ni’metlerine kavuşmuş bir insansın. Doğrusu sana kesintisiz ecir vardır. Şüphesiz sen, büyük bir ahlâka sahipsin” buyuruldu.

Resûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: “Îmânı en kuvvetli olanınız, ahlâkı en güzel ve zevcesine karşı en yumuşak olanınızdır.”

“Doğruluğa yapışınız. Çünkü doğruluk, iyilikle beraberdir. İkisi de Cennettedir. Yalandan sakınınız. Çünkü o, fücur (kötülük) ile beraberdir, ikisi de Cehennemdedir.”

“Kim Allahü teâlâ için tevâzu ederse; Allahü teâlâ, onu yükseltir. Kim de mü’min kardeşinden kendisini üstün tutarsa, Allahü teâlâ onu alçaltır.”

“İnsan, yumuşaklığı, tatlı dili sebebiyle, gündüzleri oruç tutanların ve geceleri namaz kılanların derecelerine kavuşur.”

“Kızdığı zaman, öfkesini yenerek yumuşak davranan kimseyi Allah sever.”

“Cennetin yüksek derecelerine kavuşmak isteyen, saygısızlık yapana yumuşak davransın! Zulmedeni affetsin! Malını esirgeyene ihsânda bulunsun! Kendisini aramıyan, sormıyan ahbabını, akrabasını gözetsin!”

“Allahü teâlânın en sevdiği iş, elbise vererek veya doyurarak veya başka ihtiyâcını karşılayarak, bir mü’mini sevindirmektir.”

“Yerde olanlara merhamet ediniz ki, gökte olanlar da size merhamet etsin.”

“Merhamet ediniz ki, merhamet olunasınız. Affedip bağışlayınız ki, siz de bağışlanasınız.”

“Kendisine yumuşaklık verilen kimseye, dünyâ ve âhıret iyilikleri verilmiştir.”

“Kendisine yumuşaklık verilen kimseye, hayır verilmiş olur. Yumuşaklıktan mahrûm olan, hayırdan da mahrûmdur.”

“Allahü teâlâ refîktir. Yumuşaklığı sever.”

Allahü teâlâ, Hucurât sûresi onuncu âyet-i kerîmede meâlen; “Mü’minler, birbirleriyle kardeştir. Kardeşleriniz arasında sulh yapınız” buyurdu. Resûlullah (s.a.v.) buyurdu ki:

“En faziletli sadaka, insanların arasını ıslâh etmektir.”

“Kişi sevdiği ile beraberdir.”

Ebû Zer (r.a.); “Yâ Resûlallah! Bir kimse, bir kavmi seviyor, fakat onların yaptığını yapmaya gücü yetmiyorsa durumu nasıldır?” diye suâl edince, Resûlullah (s.a.v.); “Ey Ebû Zer! Sen sevdiğinle berabersin” buyurdu. Ebû Zer de (r.a.); “Ben Allah ve Resûlünü seviyorum” dedi. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.); “Sen sevdiğinle berabersin” buyurdu.

Bir kimse gelip, Resûlullahtan (s.a.v.) kıyâmetin ne zaman kopacağını sordu. Resûlullah (s.a.v.); “Onun için ne hazırladın?” buyurdu. O zât; “Allah ve Resûlünü sevmekten başka birşeyim yok” dedi. Resûlullah (s.a.v.); “Sen sevdiğinle berabersin” buyurdu. Enes (r.a.), bu hadîs-i şerîfle ilgili olarak, buyurdu ki: “Resûlullahın (s.a.v.); “Sen sevdiğin ile berabersin” buyurmasına sevindiğimiz kadar hiçbir şeye sevinmedik. Ben, Resûlullahı (s.a.v.), Ebû Bekr ve Ömer’i (r. anhümâ) seviyorum. Onları sevdiğim için, onlarla beraber olacağımı ümîd ediyorum.”

“Kim bir kimseyi Allah için sever ve; “Ben seni Allah için seviyorum” derse, ikisi de Cennete girer. Allah için seven kimse, sevdiği kimseden derece bakımından daha yüksektir.”

“Kim Allah için sever, Allah için buğzeder, Allah için verir, Allah için mâni olursa, onun îmânı kemâle ermiştir.”

“Birbirinize selâm veriniz! Birbirinize yiyecek ikram ediniz! Akrabanızın haklarını gözetiniz! Gece herkes uyurken namaz kılınız! Bunları yaparak, selâmetle Cennete giriniz.”

“Ey Allahın Resûlü! Cennete girmeme vesile olacak birşey söyler misiniz?” diye soran bir Sahâbîye, Resûlullah (s.a.v.); “Hoş sözlü olmak, selâm vermek ve yemek yedirmek” buyurdu.

“Ey oğlum! Ehlinin yanına geldiğin zaman selâm ver. Böyle yaparsan, sana ve ev halkına bereket olur.”

“İki müslüman karşılaşıp müsâfeha ederlerse, Allahü teâlâ, onlar ayrılmadan önce günahlarını af ve mağfiret buyurur.”

“İki müslüman karşılaşıp, biri diğerine selâm verdiği zaman, ikisinden Allahü teâlânın en sevdiği, arkadaşına daha güleryüzlü olanıdır. Müsâfeha ettikleri zaman ikisinin üzerine Allahü teâlânın rahmeti iner. (inen yüz rahmetten) doksan tanesi müsâfehaya başlayana, on tanesi, kendisiyle müsâfeha edilenedir.”

“Her iyilik sadakadır. Kardeşini güler yüzle karşılaman, kovandaki suyu kardeşinin kovasına boşaltman da iyiliktendir.”

“Kardeşini güleryüzle karşılamak şeklinde bile olsa, hiçbir iyiliği aşağı görme.”

“Kardeşine güleryüz göstermen sadakadır, iyiliği emredip, kötülükten alıkoyman sadakadır. Dalâlet üzere bulunan birisine doğru yolu göstermen senin için sadakadır. Taş ve diken (gibi eziyet veren şeyleri) yoldan uzaklaştırman sadakadır. Kovandaki suyu, kardeşinin kovasına doldurman sâdakadır.”

“Hiç kimse, kendi kazandığından daha hayırlı bir yiyecek yememiştir.”

“Doğru ve emîn tacir, Peygamberler, sıddîkler ve şehîdlerle beraberdir.”

“Her göz kıyâmet günü ağlayacaktır. Şu üç göz bunlardan müstesnadır: Haramlara bakmayan göz, Allah yolunda uyumayan göz, Allah korkusundan sinek başı kadar bile olsa yaş akan göz.”

“Kadın, beş vakit namazını kıldığı, namusunu koruduğu ve kocasına itaat ettiği zaman, Cennete istediği kapıdan girer.”

“Kadın üzerinde hakkı ençok olan kimdir?” diye sorulunca, Resûlullah (s.a.v.); “Kadının hocasıdır” buyurdu. Yine “Bir kimse üzerinde hakkı ençok olan kimdir?” denilince de; “Annesidir” buyurdu.

“Allahü teâlâya ve âhıret gününe îmân eden kimse ya hayır söylesin, yahut sussun.”

“Ey Allahın Resûlü! Müslümanlardan hangisi daha üstündür?” diye sorulunca, Resûlullah (s.a.v.); “Müslümanların, elinden ve dilinden sâlim olduğu, zarar görmediği kimsedir” buyurdu.

Allahın Resûlüne (s.a.v.), “En üstün amel hangisidir?” diye soruldu. Resûlullah (s.a.v.); “Vaktinde kılınan namazdır” buyurdu. “Sonra hangisidir yâ Resûlallah?” denilince; “İnsanların senin dilinden sâlim olmaları, eziyet görmemeleridir” buyurdu.

Âl-i İmrân sûresi 104. âyet-i kerîmede meâlen; “İçinizden, insanları hayra çağıracak, iyiliği emredecek, kötülükten alıkoyacak bir topluluk bulunsun, işte onlar, kurtuluşa erenlerdir.” aynı sûrenin 110. âyet-i kerîmesinde de meâlen; “Siz, insanlar için hayırlı ümmetsiniz! İyi şeyleri emreder, fenâ şeyleri menedersiniz” buyuruldu.

Lokman sûresi 17. âyet-i kerîmesinde, Lokman Hakîm’in oğluna nasihatlerinden bahisle meâlen şöyle buyurulmaktadır: “Yavrum, namazı gereği gibi kıl, iyiliği emret ve fenâlıktan alıkoy. Bu husûsta sana isâbet edecek eziyete katlan; çünkü bunlar, kesin olarak farz kılınan işâretlerdir.”

Şûra sûresi 30. âyet-i kerîmede meâlen; “Size gelen belâlar, musibetler, kabahatlerinizin, günahlarınızın cezasıdır. Bununla beraber, Allahü teâlâ, bir çoğunu da affederek musibete ma’rûz bırakmaz” buyuruldu.

Nisa sûresi 79. âyet-i kerîmede meâlen; “Ey insan, sana gelen her iyilik, Allahü teâlânın ihsânı olarak, ni’meti olarak gelmektedir. Her dert ve belâ da, kötülüklerine karşılık olarak gelmektedir. Hepsini yaratan, gönderen Allahü teâlâdır” buyuruldu.

Nahl sûresi 34. âyet-i kerîmede meâlen; “Allahü teâlâ, kullarına zulmetmez, haksızlık etmez, onları azâba, acılara sürükleyen bozuk düşünceleri, çirkin işleridir. Böylece kendilerine zulüm ve işkence ediyorlar” buyuruldu.

Resûlullaha (s.a.v.); “İnsanlar arasında en fenâ belâ ve musibete düçâr olan kimdir?” diye sorulunca; “Peygamberlerdir. Sonra onlara daha benziyen, sonra onlara daha benziyenlerdir” buyurdu. Resûlullah (s.a.v.) devam ederek; “İnsanlar, dinlerindeki durumlarına göre imtihan olunurlar. Eğer dinlerinde kuvvetli iseler, onlara verilen belâ ve musibet daha şiddetli olur” buyurdu.

Ebû Zer Gıfâri (r.a.) anlatır: Resûlullaha (s.a.v.) birçok suâller sorduktan sonra; “Yâ Resûlallah! Bana nasihat et” dedim. “Sana Allahtan korkmayı tavsiye ederim. İşin başı budur” buyurdu. “Yâ Resûlallah biraz daha” dedim. “Sana Kur’ân-ı kerîmi okumayı tavsiye ederim. O senin için yeryüzünde nûr, gökte meleklerin övgüsüdür” buyurdu. “Biraz daha” dedim. “Çok gülmeyi terket, çok gülmek kalbi öldürür, yüzün nûrunu giderir” buyurdu. “Biraz daha nasihat buyur yâ Resûlallah” dedim. “Susmayı tercih et, sâdece hayır söyle, bu şeytanı senden uzaklaştırır, dine uymakta sana yardımcı olur” buyurdu.

“Biraz daha yâ Resûlallah” dedim. “Cihâd et, çünkü cihâd, ümmetimin zühdüdür” buyurdu. “Biraz daha” dedim. “Miskinleri (fakirleri) sev, onlarla bulun” buyurdu. “Biraz daha yâ Resûlallah” dedim. “Kendinden aşağı olanlara bak, senden üstün olanlara bakma, çünkü içinde bulunduğun hâl, senin için ni’mettir” buyurdu. “Biraz daha yâ Resûlallah” dedim. “Akrabanı ziyâret et, onlar seni ziyâret etmeseler de” buyurdu. “Biraz daha yâ Resûlallah” dedim. “Allahü teâlâya itaat et, kınayanların kınamasına aldırma” buyurdu. “Biraz daha nasihat et yâ Resûlallah” dedim. “Acı da olsa hakkı söyle” buyurdu. Biraz daha istedim, elini göğsüme koydu ve şöyle buyurdu: “Tedbir almak gibi akıllılık yoktur. Haramlardan el çekmek gibi vera’ yoktur. Güzel ahlâk gibi de soyluluk yoktur.” buyurdu.

Tahrîm sûresi, sekizinci âyetinde meâlen; “Ey îmân eden seçilmişler! Allahü teâlâya dönünüz! Hâlis tövbe edin! Ya’nî tövbenizi bozmayın! Böylece tövbe edince, Rabbiniz, sizi belki affeder ve ağaçlarının, köşklerinin altından sular akan Cennetlere sokar” buyuruldu.

Resûlullah (s.a.v.); “Günâhından tövbe eden kimse, günâhı olmayan kimse gibidir” buyurdu.

Hûd sûresi 114. âyet-i kerîmede meâlen; “Doğrusu bu hasenat (beş vakit namazın sevâbı) küçük günahları mahveder” buyuruldu.

Rersûlullah (s.a.v.); “Nerede olursan ol, Allahü teâlâdan kork! Kötülüğün peşinden iyilik yap ki; o iyilik, o kötülüğü silsin, gidersin. İnsanlara güzel ahlâk ile muâmele et!” buyurdu.

Mu’âz bin Cebel (r.a.), yolculuğa çıkacaktı. Resûlullahın (s.a.v.) huzûr-i saadetlerine gelip nasihat istedi. Resûlullah (s.a.v.); “Allahü teâlâya ibâdet et! O’na hiçbir şeyi ortak koşma. Kötülük yaptığın zaman peşinden iyilik yap. Ahlâkını güzelleştir” buyurdu.

Resûlullah (s.a.v.) Eshâbına (r.anhüm) buyurdu ki:

“Siz, öyle bir zamanda geldiniz ki, Allahü teâlânın emirlerinin ve yasaklarının onda birini yapmaz iseniz, helak olur, Cehenneme gidersiniz. Sizden sonra öyle müslümanlar gelecek ki, Allahü teâlânın emirlerinin ve yasaklarının onda birini yapabilseler, Cehennemden kurtulurlar.”

¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾

1) Mu’cem-ül-müellifîn cild-6 sh. 197

2) Fevât-ül-vefeyât cild-2, sh. 409

3) El-Bidâye ven-nihâye cild-14, sh. 40

4) Dürer-ül-kâmine cild-2, sh. 417

5) Tabakât-üş-Şâfiiyye cild-10, sh. 102

6) Tezkiret-ül-huffâz sh. 1477

7) Hüsn-ül-muhâdara cild-1, sh. 357

8) Tabakât-ül-huffâz sh. 512

9) Tabakât-üş-Şâfiiyye (Esnevî) cild-1, sh. 552

10) Ma’rifet-ül-kurrâ-il-kibâr cild-2, sh. 582

11) Kitâb-ül-metcer-ur-râbih fî sevâb-ı amel-is-sâlih, Süleymâniye Kütüphânesi. Reîsûlküttâb Mustafâ Efendi kısmı, No. 491