ALÂÜDDÎN-İ BAĞDÂDÎ (Ali Hâzin)

Şafiî mezhebi fıkıh ve tefsîr âlimi. İsmi, Ali bin Muhammed bin İbrâhim bin Halîl eş-Şeyhî el-Bağdâdî’dir. Künyesi Ebü’l-Hasen, lakabı Alâüddîn’dir. Ali Hâzin ismiyle de tanınmış olup, “Hâzin” tefsîrini yazmıştır. Tefsîr, hadîs, fıkıh ve târih ilimlerinde âlimdir. 678 (m. 1279) senesinde Bağdad’da doğdu. 741 (m. 1340)’de Haleb’de vefât etti. Zamanının âlimlerinden ilim öğrenip, ilimde yükselmiştir. Bağdad’da İbn-i Devâlîbî’den, Dımeşk’da Kâsım bin Muzaffer’den hadîs-i şerîf işitti.

Tefsîr ilmiyle de meşgûl olmuş, bu ilimde meşhûr Hâzin tefsîrini yazmıştır. Bu tefsîrinin asıl ismi “Lübâb-üt-te’vîl fî me’ânit-tenzîl’dir. Alâüddîn-i Bağdâdî’nin Semisâtiyye hangâhında (külliyesinde) kütüphâne hâzinliği (me’mûrluğu) yaptığı için, yazdığı tefsîre “Hâzin Tefsîri” denilmiş ve bu isimle meşhûr olmuştur. Bu eser Mûsâ, bin Hacı Hüseyn el-İznikî tarafından Türkçeye tercüme edilerek, “Enfes-ül-Cevâhir” adı verilmiştir. Bundan başka; Hâfız Abdülganî’nin “Umdet-ül-ahkâm” adlı eserini “Umdet-ül-efhâm fî şerh-ıl-ahkâm” adıyla şerhetmiştir. Ayrıca “Er-Ravd vel-hadâik fî tehzîbi sîreti hayr-il-halâik Muhammed Mustafâ Seyyidü ehl-is sıdki vel-vefâ” adlı, Peygamberimizin (s.a.v.) hayatını anlatan bir eseri vardır. On cildlik “Makbûl-ül-Menkûl” adlı eserinde, İmâm-ı Şafiî’nin ve Ahmed bin Hanbel’in Müsned’ini, Kütüp-üs-sitte’yi, Muvatta’yı Dâre Kutnî’nin Müsned’ini bir araya toplamış ve bâblara göre tasnif etmiştir. Tasavvufda yetişmiş, sâlih, güzel ahlâk sahibi, vekarlı ve güler yüzlü bir zât idi. Dımeşk’da Semisâtıyye hangâhında bulunup, insanları, irşâd etmiş, doğru yolu göstermiştir.

Alâüddîn-i Bağdadî; “Hâzin Tefsîri” ismiyle tanınan “Lübâb-üt-te’vîl fî me’ânit-tenzîl” adlı tefsîrinin mukaddimesinde, tefsîr ilmi ile ilgili husûslarda ma’lûmat vermiştir. Bu kısım, beş bölüm halindedir. Birinci bölümde Kur’ân-ı kerîmin ve Kur’ân-ı kerîmi okumanın ve öğretmenin fazileti anlatılmıştır, ikinci bölümde, ilmî selâhiyyeti olmadığı hâlde, Kur’ân-ı kerîmi kendi görüşüne göre tefsîr edenlerin âhırette çekecekleri ceza ve azâbdan bahsedilmektedir. Bu bölümde bir de, Kur’ân-ı kerîmi öğrenip de unutanlar, okuyarak unutmamak için gayret göstermeyenler hakkında bildirilen cezalardan da bahsedilmiştir. Üçüncü bölümde, Kur’ân-ı kerîmin cem’i (bir kitap hâline toplanması), tertîbi, nüzûlü (indirilişi) ve yedi harf (lehçe) üzere nâzil oluşundan bahsedilmiştir. Dördüncü bölümde, Kur’ân-ı kerîmin yedi harf (lehçe) üzere indirilmiş olmasından ve bu husûsda bildirilen nakillerden bahsedilmiştir. Beşinci bölümde, tefsîr ve te’vîlin ma’nâsı ve ta’rîfi üzerinde durulmuştur.

Ayrıca, âyet-i kerîmelerden i’tikâdî ve fıkhî hükümler güzel bir tertîble verilmiştir. Sûrelerin fazileti ile ilgili hadîs-i şerîfler yazılmıştır. Hadîs-i şerîf naklettiği sahih hadîs kitaplarından Buhârî’yi ve Müslim’i işâretle göstermiş, diğer hadîs kitaplarını isimleriyle bildirmiştir. Âyet-i kerîmeleri muhtasar ve fâideli bir usûlle tefsîr etmiş ba’zan ilmî bir mevzû ile ilgili geniş ma’lûmat vermiş, sonra tefsîre devam etmiştir.

Alâüddîn-i Bağdadî, Süleymâniye Kütüphânesinin Şehid Ali Paşa kısmı, 1928 numarada kayıtlı “Kitâb-ür-ravd” adlı eserinde, Resûlullahın (s.a.v.) hayatını anlatmakta, âyet-i kerîmelerin nüzûl sebeblerinden de bahsetmektedir. Bu eserin ba’zı yerlerinde şöyle buyurulmaktadır: “Akrabanı Allahın azâbı ile korkut!” meâlindeki Şuarâ sûresinin 214. âyet-i kerîmesi nâzil olunca, Resûlullah (s.a.v.) Safa dağına çıkıp; “Ey Kureyş halkı! Gelin, saadete yetişin!” buyurdu. Kureyşliler toplandılar ve; “Da’vete sebeb nedir?” dediler. “Ey benim kavmim! Eğer size haber versem ki, bu dağın arkasında düşman vardır. Size saldırmak için fırsat beklerler ve malınızı alıp, sizi öldürmek isterler. Bana inanır mısınız?” buyurdu. Onların cümlesi; “İnanırız. Sen bizim aramızda yalancılıkla tanınmış değilsin ve biz senden hiç yalan söz işitmedik” dediler. O zaman Resûl-i ekrem (s.a.v.); “Ey Abdülmuttaliboğulları ve ey Abdi Menaf evlâdı ve Benî Zühre torunları!” ve bütün kabileleri tek tek saydı ve; “Bana Hak teâlâ; “Akrabanı Allahın azâbı ile korkut” buyurdu. Bilin ki siz (La ilahe illallah) kelimesini demedikçe ve benim peygamberliğimi kabûl etmedikçe, âhırette ben size faide etmem” buyurdu. Ebû Leheb; “Bizi bunun için mi da’vet ettin?” dedi. Hakaret etmeye başladı! Sonra Hak teâlâ, Tebbet sûresini sonuna kadar gönderdi.

İbn-i İshâk anlatır: Resûlullah (s.a.v.) daha Mekke-i mükerremede iken, Habeşistan’dan yirmi kadar hıristiyan, O’nun (s.a.v.) peygamberliğini ilân ettiğini duyup ziyâretine geldiler. Resûl-i ekremi (s.a.v.) Mescîd-i haram’da buldular. Resûlullahın (s.a.v.) huzûrunda oturdular. Efendimizle konuşup, çeşitli suâller sordular. Hâl ve hareketlerini, yüzünün şeklini, konuşmalarını gördüler. Kendi kitapları olan İncîl’de geleceği bildirilen son peygamberin karşılarındaki mübârek zât olduğuna karar verdiler. Suâlleri bitince, Resûlullah (s.a.v.), onları İslâmiyete da’vet etti. Kur’ân-ı kerîmden âyet-i kerîmeler okudu. Onlar, Kur’ân-ı kerîmi dinleyince, kendilerinden geçtiler, gözlerinden yaşlar aktı. Resûlullahın (s.a.v.), İslama da’vetini kabûl edip, Muhammed aleyhisselâmın Allahü teâlânın kulu ve Peygamberi olduğuna îmân ettiler. Bildirdiklerinin hepsini kabûl edip, tasdik ettiler. Vedâlaşıp Resûlullah efendimizin yanından ayrıldılar. Kâ’be-i şerîfin yanında kümelenen müşriklerin yanından geçerken, Ebû Cehl ve yandaşları, onları müslüman oldukları için kınadılar. Kasas sûresinin 52-55. âyet-i kerîmelerinin bu müslümanlar hakkında nâzil olduğu bildirilmektedir. Bu âyet-i kerîmelerde Allahü teâlâ, meâlen şöyle buyurmaktadır “Kur’ân’dan önce kitap verdiklerimiz Kur’ân’a îman ederler. Onlara Kur’ân tilâvet olununca; “Biz ona îman ettik ve Rabbimiz tarafından indirilen hak kelâm olduğunu tasdik ettik. Doğrusu biz, Kur’ân bize okunmadan önce de müslüman olmuş kimselerdik” dediler. Onlara, iki kitaba îmânları ve iki dinde sabır ve sebatları için iki kerre ecir verilir ve tâatle ma’sıyeti def ederler ve onlara verdiğimiz mallardan hayra harcarlar. Çirkin söz işittikleri zaman da, ikrah edip yüz çevirirler. Çirkin söz söyleyenlere; “Bizim amellerimiz bizim ve sizin amelleriniz sizin olsun. Olduğunuz hâlde size selâm olsun, biz câhillerin sohbetini istemeyiz” derler.”

Resûlullahın (s.a.v.) Eshâbından Hazreti Habbâb’ın, müşriklerin azgınlarından olan As bin Vâil’den pekçok alacağı vardı. Onu istemek için yanına gitti. As bin Vâil, Hazreti Habbâb’a; “Muhammed’i inkâr etmedikçe sana alacağını vermem” dedi. Hazreti Habbâb; “Vallahi ben ölünceye kadar da, öldükten sonra kabrimden kalkınca da, asla Peygamberimi (s.a.v.) red ve inkâr edemem. Her şeyden vazgeçerim, yine bu inkârı yapamam” cevâbını verdi. Bunun üzerine As bin Vâil: “Öldükten sonra dirilecek miyiz? Öyle birşey varsa, o zaman malım da, evlâdım da olacak. Borcumu sana o gün öderim” dedi.

As bin Vâil’in bu sözleri üzerine Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîmde; Meryem sûresinin 77, 78 ve 79. âyet-i kerîmelerini gönderdi. Bu âyet-i kerîmelerde meâlen buyuruldu ki: “Şimdi şu âyetlerimizi inkâr eden ve “Elbette bana mal ve evlâd verilecektir” diyen adamı (Âs bin Vâil’i) gördün mü? O, gayba muttali mi olmuş, yoksa Rahmân’ın huzûrunda bir söz mü almış? Hayır, öyle değil, biz onun dediğini yazacağız ve azâbını da çoğalttıkça çoğaltacağız.”

¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾

1) Mu’cem-ül-müellifîn cild-7, sh. 177

2) Ed-Dürer-ül-kâmine cild-3, sh. 97

3) Şezerât-üz-zeheb cild-6, sh. 131

4) Tabakât-ül-müfessirîn cild-1, sh. 422

5) Keşf-üz-zünûn sh. 1540

6) Et-Tefsîr vel-müfessirîn cild-1, sh. 310

7) Esmâ-ül-müellifîn cild-1, sh. 103, 110

8) Kitâb-ür-ravda, Süleymâniye Kütüphânesi Şehid Ali Paşa kısmı. No: 1929