Hindistan’da yetişen evliyânın büyüklerinden. İsmi, Alâüddîn bin Es’ad olup, nisbeti el-Lâhorî ve el-Bengâlî’dir. Doğum târihi tesbit edilememiştir. 800 (m. 1398) senesinde Pânî-püt şehrinde vefât etti. Kabri orada tanınmakta ve ziyâret edilmektedir.
Önceleri, ahâlinin en zenginlerinden ve önde gelenlerinden olup, çok sevilen ve öğülen bir zât idi. Sonraları tasavvuf yoluna girip, fakirliği ve insanlardan ayrı, uzak bir yerde kendi hâlinde yaşayıp ibâdet ve tâat ile meşgûl olmak yolunu tercih etti. Ahî Sirâcüddîn diye bilinen Sirâcüddîn Osman hazretlerinin talebeleri arasına girdi. Kendisi şöyle anlatır: “Sirâcüddîn Osman, Hâce Nizâmüddîn-i Evliyâ’nın huzûrunda, zâhirî ve bâtınî ilimlerde kemâle gelip, me’zûn olacağı sırada, Hazreti Hâce ona icâzet verip memleketine gönderirken, Sirâcüddîn, hocasına; “Gideceğim yerde, Alâüddîn isminde, bilgili, yüksek makamlı çok zengin birisi var. Onunla nasıl baş edeyim? Ona karşı nasıl davranmamı emir buyurursunuz?” diye arzedince, Hazreti Hâce buyurdu ki: “Üzülme, o, senin hizmetçin olacak.” Bu cevâba çok hayret eden ve kalbi rahatlayan Sirâcüddîn Osman, hocasının sözlerinde mutlaka bir hikmet olduğunu düşünerek yola çıkıp, memleketine vardı. Sirâcüddîn hazretleri memleketine vardığında, Alâüddîn’in zenginliği terkederek tasavvuf yoluna girdiğini öğrenip çok sevindi. Alâüddîn de gelip buna hizmet etmeye başladı. Huzûrunda yetişip, evliyâdan yüksek bir zât oldu. Böylece Nizâmüddîn-i Evliyâ’nın daha önce söylediği sözün hikmeti, ma’nâsı anlaşılmış, meydana çıkmış oldu.
Hocası Sirâcüddîn hazretlerinin huzûrunda yetişip kemâle gelen Alâüddîn bin Es’ad, zamanında bulunan evliyânın büyüklerinden oldu. Bir dergâhı vardı. Orada talebelerine ders okuturdu. İyilik, ihsân sahibi, çok kıymetli bir zât idi. Talebelerine ve başka insanlara olan iyilik ve ihsânları o kadar çok idi ki, zamanın sultânı bu kadar ihsânda bulunamazdı. Çok kerâmetleri görülmüştür. Bir defasında dergâhına ba’zı kimseler geldiler. Bunların bir kedileri vardı. Kedileri kayboldu. Bu kimseler Hazreti Alâüddîn’e; “Bizim kedimizi getir” dediler. O da; “Ben sizin kedinizin nerede olduğunu bilmiyorum, nasıl bulayım?” diye hayretini bildirdi. O kimselerden birisi, bu zâtla alay etmek için, orada bulunan bir hayvanın boynuzunu göstererek, “Meselâ şu boynuzdan bulabilirsin” dedi. Başka birisi de, daha edebsizce birşey söyledi. Alâüddîn (r.a.) bunlara üzüldü, fakat hiç cevap vermedi. O kimseler dergâhdan ayrılıp dışarı çıktıkları zaman, boynuz lâfı eden kimseye bir öküz gelerek boynuzuyla öyle vurdu ki, aklı başından gitti. Arkadaşları, bunu ölecek zannettiler. Daha edebsiz konuşan ikinci kimse ise, şiddetli bir hastalığa yakalandı ve o hastalıktan öldü. Bunların bu hâllerine şâhid olan diğerleri ise, büyüklere uygunsuz söz söyleyenlerin cezalarının pek ağır ve şiddetli olacağını anladılar.
Rivâyet edilir ki, Alâüddîn hazretleri tasavvuf yolunda ilerleyip kemâle geldikten sonra, Allahü teâlâ, ona önceki hâlinden daha çok mal ve zenginlik ihsân eyledi. Fakat o, bunlara hiç meyletmedi. Hepsini Allah rızâsı için dağıtıp, sadaka olarak verdi.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Ahbâr-ül-ahyâr sh. 149