Hanefî mezhebi fıkıh âlimi. İsmi Ali bin Ömer’dir. Alâüddîn ve Esved lakabları verildi. Kara Hoca diye meşhûr oldu. Afyon Karahisar taraflarından olduğu için Karahisâri nisbet edildi. Memleketinde bir miktar ilim tahsil ettikten sonra, İran taraflarına gitti. Oradaki âlimlerden ve eserlerinden istifâde etti. Bilhassa Fahrüddîn-i Râzî hazretlerinin talebeleri ile yakın irtibâtı oldu. Hadîs-i şerîf, tefsîr ve fıkıh ilimlerinde yükseldi. Cemâlüddîn-i Aksarayî’nin ilminden de istifâde etti. Tasavvuf yolunda ilerledi. Tahsilini tamamlayıp, memleketine döndü. İznik şehrini fetheden Osmanlı Sultanı Orhan Gâzî tarafından ona İznik’teki bir câmide hatîblik vazîfesi verildi. Bu sırada Orhan Gâzî İznik’te bir medrese inşâ edip, buraya ilim erbâbını da’vet etti. Dâvûd-i Kayserî’yi bu medresenin müderrisliğine ta’yin etti. Ondan sonra Tâcüddîn Kürdî müderris oldu. Tâcüddîn Kürdî’nin vefâtından sonra da Alâüddîn Esved müderris ta’yin edildi. Osmanlı Devleti’nin temel taşları olan medreselerde, onun talebeleri ders verip ilim öğretti. Ondan ders alan nice talebeler, ilim sahibi kimseler olup, Osmanlı şehirlerinde kadılık yaptılar. İçlerinden Şemseddîn Fenârî gibi şeyhülislâmlar yetişti. Onun talebeleri içinden yetişen kadılar meşhûr oldu. Târihe “Osmanlı kadısı” mührünü vurdular. O kadıların huzûrlarına pâdişâhlar bile edeble çıkar, karşılarında ayakta dururlardı. Haktan ayrılmıyan bu kadılar, haksız hareket eden paşaları nice ağır cezalarla cezalandırıp, pâdişâhlara ellerini kesme cezası verdiler. (Bkz. Hızır Çelebi) Osmanlı Devleti’nin mensûpları, altıyüz sene o müderrislerin ve o kadıların yol göstermeleriyle huzûrlu bir hayat yaşayıp, ebedî saadete kavuşmak için gayret ettiler. Osmanlı Türkleri de, insanlara merhametlerinden, diğer milletleri zâlimlerin idâresinden kurtarıp, hidâyete kavuşturmak, Allahü teâlânın emir ve yasaklarını bildirmek için, cepheden cepheye koştular. Kendilerinin tattıkları huzûru, diğer insanlara da tattırmak için, yedi iklim, üç kıt’aya at koşturdular.
Alâüddîn Esved, Osmanlının namlı Kara Hoca’sı, Osmanlı Devleti’nin temellerini sağlamlaştırıp, askeri ve malî teşkilâtlarını kuran, evlât ve torunlarının da, yüzelli yıl devlete en üst seviyede hizmet etmesine vesile olan Çandarlı Kara Halîl Hayreddîn Paşa’yı da yetiştirdi. Osmanlı Sultanı Orhan Gazi, Kara Hoca’nın evine gelip, talebelerinden birini, kendisine yardımcı olmak için vermesini istedi. O da Çandarlı Kara Halîl’i verdi.
Bu hâdise şöyle cereyan etti: Sultan Orhan Gazi, âlimleri, evliyâyı görüp gözeten bir zât-ı muhterem idi. O mübârek kimse, birgün Alâüddîn Esved hazretlerini ziyârete gitti. Onun mahalline vardığında, Alâüddîn Esved (r.a.) nafile namaz kılmakta idi. Orhan Gâzî, avluda bekledi. Bu sırada farz namaz vakti geldi. Orhan Gazi ve orada bulunan Alâüddîn Esved’in talebeleri namaz için hazırlandılar. Namazın sünnetini kıldılar. İkâmet okununca, talebeler arasında bulunan Kara Halîl imamete geçti. Hazır olan cemaata namazı kıldırdı. Alâüddîn Esved de, odasından çıkıp geldi. Bir müddet sohbet ettiler. Orhan Gâzî edeble dinledi. Daha sonra başını kaldırıp; “Seferde ve hazerde, ahâli arasında vâki olacak hâdiselerde hükmedip, hak ile bâtılı ayırmak, şer’î hükümleri beyân etmek için bir hâkim-i samedâni lâzımdır. Talebenizden birini benim ile sefere gitmek için ta’yin etseniz” deyip, meramını arzetti. Alâüddîn Esved (r.a.), Orhan Gâzî’nin bu arzusunu kabûl ettikten sonra talebelerine baktı. Herbirinin; “Ne olur beni gönderme!” diye yalvarır bir hâli vardı. Çünkü onlar, sultanlara yakın olan ulemâyı dünyâya düşkün addediyorlar, sultanların, kötülüklerine, ulemânın ilimlerini âlet etmelerinden korkuyorlardı. Ancak, Sultan Orhan öyle bir kimse değildi. Yanına ulemâyı, emretmek için değil, Allahü teâlânın emirlerini onun ağzından dinlemek için, kendisini Allahü teâlânın yasaklarına kaymaktan sakındırması için istiyordu. Kendisine kul değil, başına sultan arıyordu. Devlet sultansız, sultan ulemâsız olmuyordu. Devletin bekâsı için sultâna, sultânın yanlış yola sapmaması için ulemâya ihtiyâç vardı. Alâüddîn Esved namlı Kara Hoca’nın talebelerinden birinin bu işi yapması lâzımdı. İş başa düşmüştü. Kara Hoca, en gözde talebesi Çandarlı Kara Halîl’i Sultan Orhan Gâzî’ye verdi. Kara Halîl (r.a.) yde, “Me’mûr, ma’zûrdur” hükmünce, hocasının emrine tâbi olup, Orhan Gâzî ile birlikte gitti. Seferde ve hazerde, Sultana müşavirlik, anlaşmazlıklarda hâkimlik yaptı. Yanlış yola sapanları terbiye edip, dîn-i İslâmın emir ve yasaklarının, Devlet-i âliyye-i Osmaniye içerisinde sünneti şerîfe uygun şekilde tatbikine gayret eyledi.
Kara Hoca Alâüddîn Esved Karahisârî, sâlih ameller işledi. Allahü teâlânın nice sevgili kullarını gördü. Gecesini gündüzünü ibâdet ve ilimle geçirdi insanlara hizmet etti. Herkese karşı merhametli oldu. İsteyeni geri çevirmedi. Kimseye kötü muâmele yapmadı. Herkese nasihat etti. İnsanların doğru yolu öğrenip, Allahü teâlâya hakiki kul olmaları için çalıştı. Her işini Allahü teâlânın rızâsı için yapar, her sözünü O’nun emrine uygun söylerdi. Uzun bir ömür sürdükten sonra, 800 (m. 1397) yılında İznik’te vefât etti. İznik’te defnedildi.
Kara Hoca, fıkıh, usûl ve beyânda faydalı eserler yazdı. “İnâye fî şerh-i Vikâye”, “Şerh-ıl-Mugnî lil-Habbâzî” ve “Şerh-ıl-İzâh lil-Kazvînî” adlı eserleri, onun ilminin üstünlüğüne, derecesinin yüksekliğine en büyük senettir.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Şakâyık-ı Nu’mâniyye tercümesi (Mecdî Efendi) sh. 29
2) Kâmûs-ül-a’lâm cild-4, sh. 3168
3) Mu’cem-ül-müellifîn cild-7, sh. 158
4) Keşf-üz-zünûn sh. 211, 1749, 2021
5) El-A’lâm cild-4, sh. 316
6) Hediyyet-ül-ârifîn cild-1, sh. 726