AHMED BİN ÖMER ZEYLA’Î (Yemenî)

Evliyânın büyüklerinden. İsmi, Ahmed bin Ömer olup, Zeyla’î, Ukaylî ve Yemenî nisbetleriyle tanınmıştır. Künyesi Ebü’l-Abbâs’dır. Doğum yeri ve târihi hakkında kesin bilgi elde edilememiştir. Allahü teâlânın sâlih kullarının büyüklerinden ve evliyânın meşhûrlarından idi. İslâmiyetin zâhir ve batın ilimlerinde derin bilgi sahibiydi. Çok faydalı eserleri vardır. Kerâmetleri çoktur. 704 (m. 1304) senesinde Yemen’in Lıhye kasabasında vefât etti. Kızıldeniz sahilinde bulunan bu meşhûr kasabanın kabristanına defnedildi. Kabri, bereketlenmek için uzak memleketlerden ve komşu köylerden gelen birçok kimseler taraflından ziyâret edilmektedir. Kabri bir türbe içinde olup, bugüne kadar ba’zı kimseler tarafından yıkılmak istenmisse de, bir zarar verilememiştir. Bu, Allahü teâlânın kendisine lütuf ve ihsânlarından birisi olmuştur. Bu beldede, onun ilim ve iyiliklerle meşhûr olan nesebi devam etmektedir. Onların soyları, Hazreti Ali’nin kardeşi Ukayl (Adîl) bin, Ebî Tâlib’e (r.a.) kadar uzanmaktadır. Zebîdî de böyle söylemektedir.

Sayısız kerâmetleri görülmüştür. Bir kerresinde kendi kasabası olan Lıhye’den Mahmul köyüne varmıştı. Uzun bir zamandan beri susuzluk çekiyorlar, gökten bir damla yağmur düşmüyordu. Her yer kurumuştu. Onların yanlarına vardıktan sonra, yanına bir hayvan geldi. Sanki yalvarırcasına bağırmaya (böğürmeye) başladı. O da, hemen mescide girip, Allahü teâlâya duâ edip yalvardı. Daha; “Ey herşeyin vekîli olan Allahım!” der demez, sıcağın hararetine rağmen her taraftan bulutlar toplandı. Duâsının bereketi ve Allahü teâlânın izni ile yağmur yağmaya başladı.

Yemen’de Haleb Vadisi halkı Ahmed bin Ömer hazretlerinin sohbetine sık sık devam ederlerdi. Bundan dolayı o da onları çok sever ve ziyâretlerine giderdi. Bu ziyâretlerden dolayı samimiyetleri ve birbirlerine sevgileri çok artmıştı. Ahmed bin Ömer, bir kerresinde onları ziyârete geldi. O sırada Haleb Vadisi halkı, kuraklıktan çok sıkıntıya düşmüşlerdi. Yağmur yağması için duâ etmesini istediler ve çok yalvardılar. Talebelerinden birisine şöyle dedi: “Vadinin başına git ve Fakîh Ahmed sana, Allahü teâlânın izniyle hemen ak diyor, diye söyle!” Talebe de aynısını yaptı. O saatten i’tibâren vadiden sular akmaya başladı. Bu, Allahü teâlânın fadl-i ilâhiyyesinden ona ikram ettiği bir ihsânı idi.

Oğlu Îsâ doğduğu zaman, önce ağladı ve sonra da gülmeye başladı. Bu durumundan kendisine sorulunca dedi ki: “Onun boğularak öleceği bana bildirildi. Bunun için ağladım. Sonra, onun bir oğlu olacağı ve başlangıcının benim sonum gibi olacağı bildirildi. Buna da güldüm.” Söylediği gibi de oldu. Oğlu Îsâ suda boğuldu. Oğlunun oğlu Muhammed bin Îsâ, fıkıh âlimi oldu ve şöhreti her yere yayıldı.

Oğlunun oğlu Ahmed bin İbrâhim için dedi ki: “Benim bu oğlum, yüksek bir vecd (aşk-ı ilâhî) hâline sahip bir kimse olacak ve o vecdin içinde iken vefât edecektir.” Bahsettiği bu torunu, böyle olup, vecd hâlinin en yüksek derecesine ulaştı. İlâhî aşk, kendisini o kadar çok kaplardı ki, ba’zan düşüp bayılırdı. Bir kerresinde, ilâhî aşkı terennüm eden bir kasidenin ilk beytini duyar duymaz vecde gelip bayıldı. Baktılar ki, vefât etmişti.

¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾

1) Câmi’u kerâmât-il-evliyâ cild-1, sh. 317