Şafiî mezhebi âlimlerinden. İsmi, Ahmed bin Muzaffer bin Ebî Muhammed bin Muzaffer bin Bedr İbni Hasen bin Müferric bin Bekkâr en-Nablûsî’dir. Künyesi Ebü’l-Abbâs olup, Şihâbüddîn lakabı ile tanınırdı. Zeyn-i Hâlid’in torunudur. 674 (m. 1275) senesinde Ramazan ayında doğdu. Hadîs ilminde büyük bir âlim olarak yetişti. Zeyneb binti Mekkî, Şeyh Takıyyüddîn el-Vâsıtî, Ömer İbni Kavvâs, Şeref İbni Asakir ve daha birçok âlimden hadîs-i şerîf dinleyip ezberledi. Hadîs ilminde meşhûr oldu. Dinleyip naklettiği hadîs-i şerîfleri yazarak zabt ederdi. Elde ettiği ilimler sağlam kaynağa dayanıyordu. Çok güzel ilmî müzâkereleri vardı. Sünnet-i seniyye ve onunla meşgûl olanlara yardımcı olmakta bir kale gibiydi. 758 (m. 1357) senesi Rebî’ul-evvel ayında Dımeşk’da (Şam’da) vefât etti.
Hadîs ilminde hâfız (yüzbinden çok hadîs-i şerîfi râvîleri ve senetleri ile birlikte ezbere bilen) idi. İlminden çok istifâde edilirdi. İlimde tam bir huccet, senet idi. Salâhı, iyiliği çoktu, ilim öğrenmek için çok yeri dolaştı. İnsanlardan uzak dururdu. Vefâtına yakın; “Ben, secdede iken ölmek istiyorum” derdi. Allahü teâlâ onu bu arzusuna kavuşturdu. Vefâtından üç gün önce evine girdi. Kapısını kapatıp, içeriye kimseyi almadı. Üç gün sonra evine girdikleri zaman, onu secdede iken vefât etmiş buldular.
Ahmed bin Muzaffer’in naklettiği bir hadîs-i şerîfte, Resûlullah (s.a.v.) efendimiz buyurdu ki:
“Muhakkak ki, Allahü teâlâ, güzel huyları sever. Çirkin, değersiz huyları da sevmez.”
Yine Ahmed bin Muzaffer şöyle anlatır: Halîfe Süleymân bin Abdülmelik hacca gelince, Medine’ye gitmişti. Orada bulunan Ebû Hâzım’a haber gönderdi. Ebû Hazım gelince, ona; “Ey Ebû Hazım, bu cefâ nedir?” diye sordu. Ebû Hazım da: “Benden hangi cefâyı gördünüz?” diye cevap verdi. Halîfe dedi ki; “Bütün Medine halkı bana geldi, fakat sen gelmedin.” Cevâbında; “Ey mü’minlerin emîri! önceden bilmeden gelmek nasıl mümkün olur? Allaha yemîn ederim ki, bu günden önce sizin geldiğinizi bana bildiren olmadı. Ben sizi görmedim, özrümü kabûl buyurun!” dedi. Halife Süleymân, orada bulunan Zührî’ye dönerek; “Şeyh hazretleri isâbetli konuştu ve doğru söyledi” dedi ve; “Ey Ebû Hazım! Bize ne oluyor ki, ölmeyi istemiyoruz?” diye sordu. Ebû Hazım hazretleri, halîfeye cevâbında dedi ki; “Çünkü siz, âhıretinizi harâb ettiniz. Dünyânızı ise ma’mûr eylediniz. Bunun için, ma’mûr olan yerden, harâb olan yere gitmek istemiyorsunuz!” Bu cevap karşısında Halife Süleymân; “Doğru söyledin, ey Ebû Hazım!” demekten kendini alamadı. Sonra; “Allahü teâlâya varmak nasıl olacaktır?” diye sordu. Halîfenin bu suâline de şöyle cevap verdi: “Allahü teâlânın huzûruna, ya neş’eli, sevinçli olarak varılır. Uzaklara gidip, sevinçli olarak evine dönen kimse böyledir. Yahut karamsar, mahzûn olarak varılır. Efendisinden kaçan bir hizmetçinin, dönüşündeki mahzûnluğu böyledir.”
Yine o şöyle anlatır: “Hasen ve Müslim İbni Ebî İmrân’dan rivâyet edilir: “Selmân-ı Fârisî (r.a) buyurdu ki: Üç şey vardır ki, beni güldürdü. Yine üç şey vardır ki, o da beni ağlattı. Ona sordular; “Seni ağlatan üç şey nelerdir, ey Selmân?” Cevâbında buyurdu ki: “1- Çok sevdiğim Muhammed’den (s.a.v.) ve O’nun arkadaşlarından ayrılmak, 2- Ölüm ânında muttali olunacak şeyin korkusu, 3-Allahü teâlânın huzûrundaki yerim. Acaba bana gadabı ile mi muâmele edecek, yoksa râzı mı olacaktır bilemiyorum.” Yine ona sordular: “Seni güldüren üç şey nedir, ey Selmân?” Cevâbında buyurdu ki: “1-Dünyâya gönül bağlayıp uzun emelli olanın hâli. Hâlbuki ölüm onu beklemektedir. 2- Ölüm ondan bir ân gâfil olmadığı hâlde, ondan gâfil olanın hâli. 3- Allahü teâlânın kendisine ne yapacağını bilmediği hâlde hep gülenin hâli.”
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Tabâkât-üş-Şâfiiyye cild-9, sh. 31
2) Şezerât-üz-zeheb cild-6, sh. 185
3) Ed-Dürer-ül-kâmine cild-1, sh. 317