AHMED BİN HASEN ANKARAVÎ (İbn-i Enûşirvân)

Hanefî mezhebi fıkıh âlimlerinden. İsmi, Ahmed bin Hasen bin Ahmed bin Hasen İbni Enûşirvân er-Râzî er-Rûmî’dir. “Kâdı’l-kudât Celâleddîn” lakabı ile tanınırdı.

Babası, “İbn-i Tâceddîn” diye tanınan Kâdı’l-kudât Hüsâmeddîn-i Râzî olup, ailesi aslen Rey şehrindendir. Bunun için “Râzî” nisbeti ile anılırdı. Anadolu, Rumların elinde olduğu devirlerde diyâr-ı Rûm diye bilinirdi. Burada yetişenlere de “Rûmî” nisbeti verilirdi. 651 (m. 1156) senesinde Ankara’da doğdu. Babası Hüsâmeddîn-i Râzi’den ve başka âlimlerden fıkıh ilmini öğrendi. Tefsîr ve nahiv ilimlerini Yezîd bin Eyyûb el-Hanefî’den okudu. Ebü’l-Bekâ el-Ukberî’nin talebesi Sadruddîn’den ve İbn-i Hâcib’in talebesi Kâdı-yı Sivâs’dan sarf ve nahiv ilimlerini tahsil etti. Attâbî’nin “Câmi-i Kebîr” ve “Ziyâdât” adındaki eserlerini, Şeyh Şemseddîn veya Fahreddîn Osman bin Mustafa el-Mardînî’den, Hılâf ilmini allâme Bürhâneddîn el-Hanefî’den, ferâiz ilmini de Şam’da Ebü’l-Alâ Şemseddîn Mahmûd el-Faradî el-Buhârî’den okuyup öğrendi. Daha 17 yaşında iken Hartebirt (Hîrtebirt) şehrinin kadılığına ta’yin edildi Herkes tarafından çok sevilirdi. Sadâkati ve cömertliği çoktu. Çok yaşadı, İhtiyârlığında, kulağından başka bütün a’zâları gençliğindeki gibi sağlam idi. Yaşlılığından dolayı kamburlaşmıştı. Hastalandığı zaman: “Rü’yâmda Resûlullah (s.a.v.) efendimiz, bana çok yaşayacağımı bildirmişti” dedi. Hakîkaten böyle oldu. Cinlerden bir kadınla evlendiğini, garîb hâdise olarak bizzat kendisi anlatmıştır. Vefâtında yaşı, 90’dan fazla idi. 745 (m. 1344) senesi Receb ayının ondokuzuncu günü vefât etti.

İbn-i Enûşirvân hazretleri, hadîs ve kırâat ilimlerinde de yüksek bir âlimdir. Fahr İbni Buhârî’den hadîs-i şerîf dinledi. Ders okuduğu zamanlarda, hergün 3000 (üçbin) satırı ezberliyordu.

Şam’da iken birçok medreselerde bizzat kendisi ders okuttu. Orada kadı olarak ta’yini yapıldığı günden i’tibâren çeşitli meclislerde ilmi sohbetlere katılır, ilm-i nücûma âit bilgisinin çokluğu ile de, bu meclisleri süslerdi. Onun bu sohbetlerine, meşhûr ve büyük âlimlerle beraber pekçok halk da katılırdı. Vefât edinceye kadar bu hâlini hiç değişdirmeden devam etti.

Şihâb İbni Fadlullah diyor ki: “O, çok büyük bir mürüvvete sahipti. Adâb-ı muaşerete çok güzel riâyet ederdi. Çok cömertti. Şam’da 70 seneden fazla ders, okuttu. Hanefî mezhebindeki hâkim ve müderrislerin en önde gelenlerinden daha yüksek bir derecede bulunuyordu. Onların herbirisi, ona gelip ders alırlardı. Bunlar, ancak onun izni ile fetvâ verip ders okuturlardı.”

İbn-i Habîb onun hakkında diyor ki: “Mezhebinin en önde bulunan âlimi idi. Elinde bulunan altın, gümüş ve malı dâima dağıtırdı. Çok cömertti. Herkese karşı güler yüzlü ve nâzik davranırdı. Çok iffet ve haya sahibiydi. Zekâsı ve hafızası çok kuvvetli idi. Herkes tarafından çok beğenilen yüksek bir ahlâka sahipti. Hayâtı menkıbelerle süslenmişti. Güzel ahlâkı ile meşhûr olup, himmet (gayret) ve azîmetlerinin çokluğu ile tanınırdı.”

El-Kutub, “Târih-i Mısır” kitabında onun hakkında diyor ki: “İlimle çok meşgûl oldu. Birçok fa’zîletleri kendisinde toplamıştır. Cömertliği yanında, ilim ehlini de çok severdi. Davranışlarında âdâb-ı muaşerete çok dikkat ederdi. Daha küçük iken kadı (hâkim) olarak ta’yin edildi. Şam’da ders verdi. 730 (m. 1330) senesinde Mısır’a geldi.”

Berzâlî diyor ki: “Şam kadılığına ta’yin edildi. Bundan önce babasının yardımcılığını yapıyordu. Hâtuniyye ve Kassâ’în (veya Atâîn) medreselerinde ders okuttu. “Câmi’ul-usûl” adındaki kitaba çok ehemmiyet verir, onu derslerinde okuturdu. Ondan çok şeyler ezberlemişti. Sadâkatinin ve cömertliğinin çokluğundan dolayı herkes tarafından sevilirdi.”

Kendisinin cinlerle evlenmesini şöyle anlatır:

“Babam beni, annemi ve kardeşlerimi şarktan getirmek için gönderdi El-Bîrve denilen yeri geçince, yağmur başladı ve biz bir mağraya sığındık. Biz cemâat hâlinde gece uyurken, bir şeyin beni uyandırmakta olduğunu gördüm. Baktım ki, uzunlamasına ve tek bir göze sahip olan orta boylu bir kadın yanımda duruyor ve; “korkma, sana bir zararım dokunmaz. Ben sana, ay gibi güzel kızımı vermek için geldim” dedi. Korkumdan; “Hayırlısı Allahtan!” dedim. Biraz sonra baktım ki, bir sürü adam geldi. Hepisinin gözleri de tek ve uzunlamasına idi. Aralarında kadı ve şâhidler de vardı. Kızla benim nikâhımı kıydılar. Sonra, kadın, gidip kızı aldı ve bana getirdi. Kızın da aynı annesi gibi tek ve uzunlamasına bir gözü vardı. Buna rağmen, gayet güzel ve genç bir kızdı. Korkmuştum. Korkudan ne yapacağımı bilemiyordum. Durmadan arkadaşlarımı uyandırmak için taşlar atmaya başladım. Fakat, nafile! Uyanmadılar. Bu defa duâ ve niyaza başladım. Sonra oradan ayrılma zamanı geldi ve ayrıldık. Lâkin gençkız yanımdan ayrılmıyordu. Dördüncü günü annesi çıkageldi ve; “Galiba bu kızı beğenmedin ve ondan ayrılmak istiyorsun” dedi. Ben de; “Evet!” dedim, “Öyleyse boşa!” “Peki boşuyorum!” dedim. Boşadım ve kadın kızı alıp uzaklaştı. Bir daha onları görmedim.”

¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾

1) Ed-Dürer-ül-kâmine cild-1, sh. 117

2) Et-Tabakât-üs-seniyye cild-1, sh. 324

3) El-Fevâid-ül-behiyye (Lüknevî) sh. 16