Büyük hadîs ve Hanefî mezhebi fıkıh âlimlerinden. İsmi, Fadlullah bin Hasen, künyesi Ebû Abdullah olup lakabı Şihâbüddîn’dir. Şîrâzlıdır. 661 (m. 1262) senesinde vefât etti. “Sahîh-ül-Buhârî’yi hocası Câmi-ül-Atîk İmâmı Abdülvehhâb İbni Sâlih’den okumuştur.
Tür-Püştî’nin (r.a.) tasavvufta “Tuhfet-üs-sâlikîn” kitabı ve “Müyessir” adındaki “Mesâbih” şerhi ve “El-Mu’temed fil-mu’tekad” adındaki akâid risalesi pek meşhûrdur, İmâm-ı Rabbânî (r.a.), bu kitap hakkında talebelerinden birine yazdığı bir mektûbunda şöyle buyurmaktadır “Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiği doğru i’tikâdı açıklamak için, büyük âlim Tür-Püşti bir kitap yazmıştır. “El-Mu’temed” adındaki bu kitabı çok kıymetlidir. Kolayca anlaşılabilir. Toplandığınız zamanlarda bu kitabı okuyunuz. Fakat bu kitapta her bilgi, mantık yolu ile isbât edilmiş olduğundan, uzamış ve genişlemiştir. Öğrenilmesi ve inanılması herkese lâzım olan bilgileri kısaca anlatan bir kitap olsaydı, daha uygun ve daha fâideli olurdu.” Bu kıymetli eser, Süleymâniye Kütüphânesi’nde mevcût olup Fârisî’dir.
Tür-Püştî hazretleri, Süleymâniye Kütüphânesi’nin Dâmâd İbrâhim Paşa kısmı 369 ve 370 numarada iki cild hâlinde mevcût olan “Şerh-ül-Mesâbih” adlı eserinde buyurdu ki:
Resûlullah (s.a.v.); “Haya îmandan bir şu’bedir” buyurdu. Bu hadîs-i şerîfin şerhi şöyledir:
Haya; nefsin, kötülüklerden nefret edip uzak durması, onları terk etmesidir. Resûlullah efendimizin (s.a.v.), hayayı îmânın şu’belerinden saymasının sebebi, kötülüklerin neler olduğunu nefse ihtar edip, onları terketmeye da’vet eden doğru hayanın, ancak îmân sahiplerinde bulunmasındandır. Haya, sahibini günahların kötülüklerinden, rezîl ve bozuk şeyleri tercih etmekten uzak tutar. Bütün bunlar, îmânın, mü’minde meydana getirdiği güzel hasletlerdendir. Ya’nî haya, günahlardan sakındırmakta îmânla aynı işi yapmaktadır.
“Îmân sahibi olmadığı hâlde, kâfirde de haya vardır” denirse, şöyle cevap verilir:
Resûlullah efendimiz (s.a.v.) hadîs-i şerîflerinde, yukarıda îzâh edilen ma’nâdaki makbûl hayaya işâret buyurdular. Çünkü insanlara haya ile muâmele eden mü’min, Allahü teâlâya karşı da haya sahibi olur. O’nun yasaklarından sakınıp, emirlerini yapar. Hattâ Allahü teâlânın emirlerini yerine getirip, yasaklarından sakınmakta en büyük gayreti sarfeder.
Hâlbuki Allahü teâlâya îmân etmekle şereflenmemiş olan kimse, Allahü teâlânın yapmayın buyurup yasakladığı şeyleri yapar, O’nun emirlerine karşı gelir. Böylece, ilk önce haya edilmesi icâbeden Allahü teâlâdan haya etmemiş, O’nun emirlerine karşı gelmekten utanmamış olur. Rabbinden haya etmeyen kimsenin de hayadan çok uzak olduğu açıktır.
Resûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: “Kimde şu dört haslet bulunursa, hâlis münâfık olur. Kimde bunlardan biri varsa, onu terkedinceye kadar onda nifaktan birşey bulunmuş olur. (Bu dört şey) kendisine birşey emânet edildiği zaman hıyânet etmek, konuşunca yalan söylemek, va’dinden dönmek, husûmet zamanında haktan ayrılmaktır.”
Süleymân Hattâbî, bu hadîs-i şerîfi açıklarken buyurdu ki: Hadîs-i şerîfin zâhirî ma’nâsı, her ne kadar sözü edilen dört hasleti kendisinde toplayan kimsenin münâfık olmasını icâb ettirse de, Resûlullah (s.a.v.) bu hadîs-i şerîfi, mü’minlerin bu kötü hasletlere alışıp nifaka düşmemeleri ve bu kötülüklerden sakınmaları için, şiddet ve korkutma üslûbu ile buyurduklarıdır.
Ayrıca nifak da iki çeşittir. Birisinde; nifak sahibi, dîne inandığı; görüntüsünü verir. Fakat içindeki küfrünü gizler. Resûlullah (s.a.v.) zamanındaki münâfıkların nifakları bu cinstendir.
Nifakın ikinci çeşidinde ise; bir kimsenin, herkesin yanında dînin emirlerini devam üzere yaptığı hâlde, yanında kimsenin bulunmadığı zamanda dînin emirlerini terk etmesidir. Bu ikinci kısım nifak, küfür olmayan nifaktır. Dışı içine uymayan ma’nâsınadır. Ancak böyle bir nifak da haramdır. Hadîs-i şerîfte bildirilen nifak, ikinci kısım nifaktır.
Hadîs-i şerîf, zâhirindeki ma’nasına göre alındığı zaman, Resûlullahın şu husûsu bildirmek istemesi ihtimâli vardır: Mü’min, bu kötü vâsıfların hepsini bir arada kendisinde bulundurmaz. Doğruluk ve emânetten uzaklaşıp, âdet hâline getirecek şekilde sözü edilen bu kötü hasletlere devam etmez. Bu sıfatlar, ancak kalbi, gözü ve kulağı mühürlenmiş olan kimselerde bulunur. Bu kötü hasletleri kendisinde bulunduran ve bu sıfatlarla muttasıf olup onları âdet hâline getiren kimsenin, münâfık diye isimlendirilmesi lâyık olur.
Fakat mü’min için böyle değildir. Bu kötü hasletlere sahip olan kimse mü’min ise, bu işleri ba’zan yapar, ba’zan da terkeder. Bir ara bu işlerde ısrar etse bile, sonra onlardan uzaklaşır.
Resûlullahın (s.a.v.) hadîs-i şerîfte vasfeylediği kimse, bu kötü hasletleri huy edinmiş, kendisine iyice yerleştirmiş olan, onları tabiatı hâline getirmiş olan kimsedir.
Hadîs-i şerîfteki “Hâlis münâfık” ifâdesine gelince, Resûlullah (s.a.v.) bunu hakîkî münâfıklardan biri hakkında buyurmuştur. Resûlullah efendimiz (s.a.v.), münâfıkların nifaklarını ve alâmetlerini bildirirler, isimlerini söylemezlerdi.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Mu’cem-ül-müellifîn cild-8, sh. 73
2) Tabakât-üş-Şâfiiyye (Sübkî) cild-8, sh. 349
3) Keşf-üz-zünûn sh. 1698, 1719, 1733, 1831
4) Esmâ-ül-müellifîn cild-1, sh. 821
5) Mektûbât-ı İmâm-ı Rabbânî cild-1, m. 193
6) Miftâh-üs-se’âde cild-2, sh. 148
7) Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye sh. 1078